Âşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi, konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini:
"Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim" diyordu, "yemiyor-içmiyor, işi-gücü, gecesi-gündüzü havası-suyu o kız oldu sanki. Ne desem kâr etmiyor, son bir çare diye geldik size. Halbuki 'sen bir garip çobansın, o ise padişahın kızı, davul bile dengi dengine' dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim."
O anlatırken ihtiyar, iskeletinin üstüne deriden bir zırh giydirilmişcesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı süzüyordu. Sonra iç geçirdi, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıya çevirip tebessüm etti.
"Kolay evlat kolay" dedi, "çaresizseniz çare sizsiniz."
Ve tane tane anlatmaya başladı: