ahmetturkan.gen.tr

HAYATTAN DERSLER

  • Yazıtipi boyutunu arttır
  • Varsayılan yazıtipi boyutu
  • Yazıtipi boyutunu azaltır
Home İSLAM OKUMALAR Mârifetnâme'de Muhabbet-i Mevlâ var!

Mârifetnâme'de Muhabbet-i Mevlâ var!

e-Posta Yazdır PDF

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin Marifetnâme'sini 10 yıllık çalışmanın sonunda yeniden okura kazandıran yazar Cafer Durmuş, üstadı ve ölümsüz eserini anlattı:

ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ’NİN MÂRİFETNÂMESİ’Nİ YENİDEN TÜRKÇE’YE KAZANDIRAN CAFER DURMUŞ:

Mârifetnâme’de Muhabbet-i Mevlâ var!

Mârifetnâme’nin astrolojiden din ilimlerine kadar pek çok konuda geniş bilgiler içerdiğine dikkat çeken Cafer Durmuş, İbrahim Hakkı Hazretleri’ni de şu sözlerle anlattı: “Onu kimileri astronom, kimileri ahlak üstadı, bazıları edip ve bazıları da kudretli bir şair olarak tanımlamıştır. Bize göre İbrahim Hakkı Hazretleri, bütün bunlarla birlikte bir gönül mimarıdır. Çünkü onun şahsiyeti dergâhta yoğrulmuş ve gençliğinden itibaren üstadının hususi iltifat ve ikramlarına mazhar olmuştur.”

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin ölümsüz eseri Mârifetnâme, 10 yıllık süren bir çalışmanın sonucunda 3 cilt halinde Erkam Yayınları’ndan çıktı.

Altınoluk Dergisi’ndeki “Kur’an Günlüğü” başlıklı yazılarıyla tanınan Cafer Durmuş’un geçtiğimiz yıl Rahmet-i Rahmân’a kavuşan Dr. Kerem Kara ile birlikte hazırladığı kitap, aslına sadık kalınması ve günümüz Türkçesine uygunluğu yönüyle büyük önem taşıyor.

Fahreddin Dede'nin söyleşisi

Cafer Durmuş, Mârifetnâme'nin nasıl okunması gerektiğini ve ondan nasıl yararlanılabileceğini anlattı:

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin birbirinden değerli eserleri içinde en çok bilineni Mârifetnâme’yi yeniden sadeleştirerek yayına hazırladınız. Böylesine uzun soluklu bir çalışma için neden Mârifetnâme’yi seçtiniz?

İbrahim Hakkı Hazretleri, bu topraklarda yetişen yıldız şahsiyetlerden bir tanesidir. Kudretli bir kalemdir. Aynı zamanda adı Mevlânâlarla Yunuslarla anılan bir gönül mimarıdır. Eserleri içinde öncelikle Mârifetnâme’yi seçmemiz hem en fazla şöhret bulanı olması hem de çok yönlü bir şâheser olması sebebiyledir. Mârifetnâme, ilim caimasından din görevlilerine, tasavvufî çevrelerden halk kesimlerine kadar hemen her kesimi ilgilendiren konuları ana hatlarıyla ihtiva etmektedir. Böyle kıymetli bir eserin, herkesin rahatlıkla okuyup anlayabileceği bir sadeleştirmesinin mutlaka yapılması gerektiğini değerlendirdik.

Piyasada aynı adla yapılmış çalışmalar olduğu halde neden yeniden sadeleştirme yolunu seçtiniz?

İbrahim Hakkı Hazretleri’nin iki yüz otuz küsur yıl önce verdiği mesajı bu güne ve gelecek kuşaklara taşımak için Mârifetnâme yeniden sadeleştirilmeli diye düşündük. Mârifetnâme’nin aslındaki heybeti yansıtabilmek ve Hazret’in konuları şiirsel bir üslupla işleyişindeki samimi sıcaklığa ayna tutabilmek için uzun soluklu, ciddi ve planlı bir çalışmayı göze almak gerekiyordu. Biz buna inanarak yola çıktık. Ve her zaman “Merhum müellif bugün hayatta olsaydı, bu cümleyi nasıl kurardı” hassasiyetiyle çalıştık.

BEŞERİYET İÇİNDE MAKBUL OLAN İNSAN-I KÂMİLDİR

Mârifetnâme gibi mühim bir eseri birkaç cümle ile bize tanıtmanızı istesek ne dersiniz?

Mârifetnâme, merhum müellifinin nitelemesi ile faydalı ve güzel bir kitap (Kitâb-ı Müstetâb) olup, “kendini bilen Rabbini bilir” düsturu ile özetlenen marifet nazariyesi üzere bina edilmiştir. Söz konusu nazariyenin açılımını şöyle yapabiliriz: İnsan, öncelikle manevî âlemlerin azameti hakkında fikir sahibi olmalı, sonra kainattaki işleyişin mükemmelliğini düşünmelidir. Şu “oluş ve bozuluş âlemi”nde sürüp giden dönüşüme bakmalı ve eşyanın vücuda gelmesine sebep olan unsurları (anâsır-ı erbaa) tanımalıdır. Bitkilerle, madenlerin oluşumunu tefekkür edip, rüzgarın ve havanın tesirleri hakkında malumat sahibi olmalı ve bütün bu nimetlerin insan için hazır edildiğini bilmeli; beşeriyet içinde makbul olanın da insân-ı kâmil olduğunu idrâk etmelidir. Matematik ve geometriden ana hatlarıyla haberdar olmalı, gıdaları ve ilaçları tanımalı; insan fizyolojisi hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Bütün bunları kendini tanımaya basamak yaparak nefsi tezkiye ve tasfiye metotlarını öğrenmelidir.

Mürşid-i kâmil vurgusu da var Mârifetname’de değil mi?..

Evet. İbrahim Hakkı Hazretleri, eserin başından itibaren kâinattaki mükemmel işleyişe nazar-ı dikkatini celbettiği okuru, tasavvufî ve ahlâkî öğretinin yoğun olduğu üçüncü Fen’den sonra yeni bir uyanışla rûhânî arınmaya davet eder.

kullan

MÂRİFETNÂME’DE ALLAH RESULÜ'NÜN AHLÂKI VAR

Merhum müellif, Mârifetnâke okuyucusuna, dünya ve ahiret saadetinin Allah Rasûlü’nün ahlâkını kuşanarak evliyâullahın izince yürümekle elde edileceğini işaret eder. Zamanındaki mürşid-i kâmili arayıp bularak manevî dertlerine dermân araması gerektiğini defaatle tekrar eder. Nereden gelip nereye gittiğine bakarak son menziline nasıl hazırlanması gerektiğine dair altın değerinde öğütler verir. Bir yandan aile efrâdıyla ve komşularıyla iyi geçinmenin inceliklerini anlatırken, diğer taraftan avâm ile oturup kalkmanın âdâbını, âlimler huzurunda bulunmanın nezâketini sıralar. Unutmanın nedenlerini ve bereketsizliğe sebep olan sebepleri sayar. Elin, kulağın, dilin, gözün ve midenin âfetlerini sıralar. Ve bütün bunların, insanı gayelerin gayesi olan muhabbet-i Mevlâ’ya ulaştırmak için basamaklar teşkil etmesi gerektiğini ihsas eder.

İBRAHİM HAKKI, ALLAH DOSTU BİR ZÂT

İbrahim Hakkı Hazretleri’nin kendisi de bir velî sonuçta...

Evet... Onu kimileri astronom, kimileri ahlak üstadı, bazıları edip ve bazıları da kudretli bir şair olarak tanımlamıştır. Kimilerine göre bir mutasavvıftır. Bize göre o, bütün bunlarla birlikte bir gönül mimarıdır. Çünkü onun şahsiyeti dergâhta yoğrulmuş ve gençliğinden itibaren üstadının hususi iltifat ve ikramlarına mazhar olmuştur.

İbrahim Hakkı Hazretleri Mârifetnâme'de üstadı Fakirullah'ın kerâmetlerine dikkat çeker, ancak kendisi de kerâmetleri zâhir olan bir Allah dostudur.

Marifetname’de bilimsel bir takım konulara da değinildiğini görüyoruz. Peki, modern bilimin bu günkü geldiği noktada Mârifetnâme yetersiz ve geçersiz mi kaldı?

İlmî çalışmalarda her gün ilerlemeler kaydedilmekte ve yeni yeni keşifler yapılmakta ise de, yeniler önceki çalışmaları her zaman geçersiz kılmamakta, bilakis onların üzerine bina olunmaktadır. Mesela Mârifetnâme'de gezegenlerin boyutları ve mesafeleri ile ilgili verilen rakamların isabetli olmadığından söz edilmemiş, ancak yeni gezegenler keşfedilmiştir. Bu itibarla, Mârifetnâme gibi yediden yetmişe her kesime hitap eden ve bu hususiyeti ile ayrıca gönüllerde taht kurmuş olan bir eserin bugün için yetersiz ve geçersiz olabileceğini zannetmek, ancak onun kapağını hiç açmamış olanların işi olabilir.

Marifetname ve İbrahim Hakkı Hazretleri’nin bazı platformlarda hafife alındığına şahit oluyoruz. Bunlar için neler söylersiniz?

Her şeyden önce kendilerine güzel sözler söylemek isterim. Bir bölümü ile de olsa, Mârifetnâme ile ilgilendikleri için teşekkür ederim. Ve şunu istirham ederim; başından ve sonundan can alıcı cümleleri kırpılarak "Mârifetnâme'de şunlar var" şeklinde size sunulanlara itibar etmeyiniz. Eleştirdiğiniz veya "böyle bir kitapta olmamalı" dediğiniz bölümler için lütfen eserin aslına yahut aslına sâdık bir sadeleştirmesine bakınız. O zaman göreceksiniz ki, Mârifetnâme'de apaçık yazılan başka hakikatler de var. Dikkatle okuyanları gerçeklere uyandırıp muhabbet-i Mevlâ'ya taşıyabilecek birbirinden kıymetli bahisler var.

MÂRİFETNÂME, CİNSELLİKTEN İBÂRET DEĞİL

Kitapta cinsellikle ilgili bazı bilgilerin açıkça yazıldığını görüyoruz. İbrahim Hakkı Hazretleri Mârifetnâme gibi önemli bir eserde bu tür bahisleri niçin açmış olabilir?

Merhum müellif bir insanın o günkü tabirle ilim-irfân sahibi, bu günkü deyişle aydın-ileri görüşlü olarak yetişmesi için bilmesini elzem gördüğü konuları kitabına yazmakta tereddüt etmemiştir. Yeri geldiğinde bir doktora, avukata, hoca efendiye sorulabilen mahrem bilgileri ihtiyacı olanın buradan okumasını istemiştir.

Dikkat edilirse, İbrahim Hakkı Hazretleri cinsellikle ilgili bahislerde de edebe riâyeti ön planda tutmaktadır. Karşılıklı sevgi, saygı, nezâfet ve zerâfete riayet ederek insan onurunu korumanın lüzumunu öncelikle vurgulamaktadır. Bu itibarla Hazret'in bu konudaki ısrarlı vurgularını kesip biçerek yapılan alıntılar çoğu kere yanıltıcı olmakta, yetişmekte olan kuşakların eserden ve müelliften soğumasına sebep olmaktadır.

10 YIL SÜREN ÇALIŞMANIN SERÜVENİ...

Bize 10 yıl süren çalışmalarınız sonucunda ortaya çıkan Marifetname’nin bu serüvenini anlatır mısınız?

Çalışmamızda, doğru kelimeyi bulup anlaşılır cümleyi kurduğumuzdan emin oluncaya kadar araştırmaya devam etmek ilk prensibimiz oldu. Bunun neticesi olarak Mârifetnâme’nin birbirinden farklı alanda uzmanlık gerektiren bölümlerini, ilgili sahaların uzmanları ile birebir kontrol ettik. Arapça ve Farsçalar başta olmak üzere bütün şiirleri pek değerli akademisyen dostlarımızla birlikte kontrol ettik. Metinde geçen âyet-i kerimelerin sûre ve âyet numaralarının mutlaka kaydedilmiş olmasına özen gösterdik. Hadis-i şerif olarak serd edilen rivayetlerden kaynağı bulunabilenleri tespit ederek kaydettik. Istılahların muhafazasına itina ettik. Ve eseri, baş tarafına koyduğumuz geniş bir biyografi ile taçlandırmış olduk.

Bütün bunları vücuda getirmek için çalıştığımız yıllar içinde, yaptığımız işi daha kapsamlı ve kalıcı kılacak imkânlar çıktı önümüze. Elimizdeki proje daha doğmadan büyüdü ve üç ciltlik sadeleştirme ile birlikte bir tıpkıbasım bir de translitere cildi olmak üzere beş ciltten müteşekkil bir “Mârifetnâme Seti” haline geldi. Bu cümleden olmak üzere ilk önce, Topkapı Sarayı Kütüphanesi Emanet Hazinesi Bölümü’nde bulunan yazma nüshanın fotoğraflarını çektirip tıpkıbasımını gerçekleştirdik. Sonra bunun birebir okunuşunu translitere ettik. Bahsi geçen yazma nüshayı H. 1330 yılında İstanbul’da Kırımî Yusuf Ziya tarafından neşredilen matbu nüsha ile de mukayese ederek, eserin okunuşunu bugünkü harflere aktarmış olduk. Daha çok kütüphanelere, ilim camiasına ve Mârifetnâme'nin aslına sahip olmak isteyenlere hitap edeceği düşüncesiyle büyük boy ve prestij kitabı olarak dizayn ettiğimiz son iki cildin ikincisini, arkasına ilave ettiğimiz kapsamlı bir indeks ile kemâle erdirmiş olduk.

kullan

ECDAD, MÂRİFETNAME’Yİ BAŞUCU KİTABI YAPTI

“10 yıl kadar süren çalışmamızda biz onu gördük ki Mârifetnâme’de ortaya konulan tespitler, insanın ihtiyaçlarına dair söz söylenecek hemen her alanda sünnetullah çizgisine oturmuş ve eser bu sebeple eskimez klasikler arasında yerini almıştır. İstifade maksadıyla onun kapağını açan bir insan, cevabını aradığı pek çok sorunun tatminkar izahını bu kıymetli eserde bulabilir. Ecdâdın uzun süre Mârifetnâme’yi başucu kitabı edinerek ahlakî öğütleri içeren bazı bölümlerini ezbere bilmesi bu sebeple olmuştur diye düşünüyoruz. Bizim teklifimiz, Mârifetnâme’nin müracaat kitapları arasında bulunması ve mutlaka bir bütünlük içinde gözden geçirilmesidir.

Siz kıymetli okurlarıma,“Marifet iltifâta tâbidir. Müşterisiz metâ zâyidir.” sözünü hatırlatır, uzun yılların emeği olan bu güzel eserden temin ederek istifade etmenizi -haddim olmayarak- tavsiye ederim.

İbrahim Hakkı'nın 230 yıl önce tutuşturduğu muhabbet ve irfân meş'alesini gelecek kuşaklara taşımak boynumuzun borcudur.”

ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ KİMDİR?

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, birçok ilimde söz sahibi olan âlim ve fâzıl bir şahsiyettir. Meşhur eseri Marifetname başta olmak üzere, eserlerinde ele aldığı konular ve yaptığı uygulamalar onun çok yönlülüğünü ortaya koymaktadır.

Şeyh Osman Efendi’nin oğlu olan İbrahim Hakkı, 18 Mayıs 1703 (H. 2/3 Muharrem 1115) yılında Erzurum’a bağlı Hasankale’de doğmuştur. Babası, Derviş Osman Efendi, annesi ise Peygamber Efendimizin sülalesinden olan Şerife Hanife Hatun’dur.

Altı yaşında annesini kaybeden küçük İbrahim Hakkı, dokuz yaşından itibaren babası ile beraber İsmail Fakirullah Hazretlerinin hizmetinde bulunmuş, babasının vefatı üzerine 1720 yılında Erzurum’a gelmiştir. Burada medrese tahsili ile meşgul olan genç İbrahim Hakkı, sekiz yıl ayrılıktan sonra Fakirullah Hazretlerinin yanına dönmüş ve tasavvufî eğitimine devam etmiştir.

Şeyhinin vefatı üzerine (1735) Erzurum’a dönen İbrahim Hakkı Hazretleri, Habib Efendi Camii’nde imam-hatiplik vazifesine başlamış, bir müddet sonra da evlenmiştir.

1747 senesinde İstanbul'a gelen ve Sultan I. Mahmud’un iltifatı ile karşılaşan İbrahim Hakkı Hazretleri, sarayda bulunan kütüphaneden son derece istifade etmiştir. Kendisine Erzurum’daki Abdurrahman Gazi (Abdurrahman Dede) Tekkesi Zaviyedarlığı verilen hazret, eserlerini telif ederken aynı zamanda talebe de yetiştirmiştir.

Erzurum’a dönen İbrahim Hakkı Hazretleri, Tevhîd, Ruznâme, Dîvân ve Tertîbü’l-Ulûm adlı eserlerini hazırlamıştır. Türkçe ve manzum olarak yazdığı Tertîbü’l-Ulûm adlı eserinde “Hakkı” mahlasını kullanan İbrahim Hakkı Hazretleri, 1756/1757 yılında meşhur eseri Marifetnâme’yi tamamlamıştır. Daha sonra İrfâniyye ve İnsâniyye adlı eserleri yazan üstad, kendisinin ve Marifetnâme’nin yanlış anlaşılmaması için Urvetü’l-İslâm ve Hey’etü’l-İslâm adlı eserleri kaleme almıştır.

İbrahim Hakkı Hazretleri, hac ziyaretlerini yaparken yol güzergâhındaki ve Hicaz Bölgesi’ndeki ilim merkezlerini ziyaret ederek buralardaki ilim erbâbı ile görüşmeler yapmıştır.

Erzurum, Hasankale ve Tillo’da hayatını geçiren ve birçok talebe yetiştiren hazret, 1771 yılında son defa Tillo’ya gelerek vefatına kadar burada kalmıştır. İbrahim Hakkı Hazretleri, şeyhi için Tillo’da yaptırdığı türbede, ışığın kırılma sistemine dayanan sabit optik bir tertibat kurarak her sene 22 Mart sabahında, güneş ışıklarını şeyhinin mezarının başucuna düşürmüştür.

Türbe, 1964 yılında restore edilirken İbrahim Hakkı Hazretlerinin kurmuş olduğu bu optik tertibat bozulmuş, yakın zamanlara kadar da yapılamamıştı. Yurtdışından getirilen uzmanlar bile sistemin nasıl çalıştığını anlayamadıklarını söyleyerek bu optik tertibatı tamir edememişlerdi.

22 Haziran 1780 (19 Cemâziyelâhir 1194) tarihinde Tillo’da vefat ederek, şeyhi Fakirullah Hazretleri için yaptırdığı türbeye defnedilen İbrahim Hakkı Hazretleri, eserlerini ana ve evlat eserleri diye ikiye ayırmıştır. Dîvân, Marifetnâme, İrfâniyye, İnsâniyye ve Mecmuâtü’l-Meânî; ana kitaplarını, Tuhfetü’l-Kirâm, Nuhbetü’l-Kelâm, Meşâriku’l-Yûh, Sefîne-i Rûh, Kenzü’l-Fütûh, Defînetü’r-Rûh, Rûhu’ş-Şürûh, Ülfetü’l-Enâm, Urvetü’l-İslâm, ve Hey’etü’l-İslâm adlı eserleri ise, ana kitaplarından derlenen evlat kitaplarını oluşturmaktadır.

Üstadın elli üç yaşında iken tamamlayıp oğlu Ahmed Naimî’ye ithaf ettiği Marifetnâme, Doğu’nun Mesnevîsi sayılmış, belli bölgelerde Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en çok okunan kitap olmuştur.

Mârifetnâme’de, “Men arafe” sırrı, yani “Kendini bilen Rabbini bilir” düsturu vurgulanmak istenmiştir. Bu düstura göre insan; kendini, Allah’ın yarattıklarını ve Allâh ü Teâlâ’yı iyice tanımalı, kendindeki cevheri keşfetmelidir. Bu eserde, rûhî arınmaya davet edilen okuyucuya, dünya ve ahiret saadetinin yolları gösterilerek zamanının mürşid-i kâmilini arayıp bulması tavsiye edilir.

Marifetnâme’de ortaya konulan tespitler, insanın ihtiyaçlarına yönelik olduğundan samimiyetle istifade etmek isteyenler ondan azamî derecede faydalanırlar. Marifetnâme okuyucusu, sabırlı olmalı, kitabın yazılış gayesini ve hedefini bilerek eserden faydalanma yoluna gitmelidir.

Çok yönlü bir eser olan Mârifetnâme, her kesimi ilgilendiren konuları ana hatlarıyla ihtiva etmektedir. Marifetnâme’de on iki ilim dalına yer verilmiş, bir konudaki eski ve yeni görüşler bir araya getirilmiştir. Yazma ve matbu nüshaları olan Marifetnâme; beş bölümden meydana gelmektedir. Eserde konular ayrıntılı olarak anlatılmış, şiirlerle okuyucunun ilgisi artırılmaya çalışılmıştır. Netice olarak Marifetnâme, müsbet ilimleri ilâhî kaynakla buluşturan aşkla yazılmış bir kitaptır. Onda Mevlânâ ve Yunus Emre gibi gönül erlerinin manevî tesirleri vardır.

İbrahim Hakkı Hazretleri bir şiirinde, cahil, ârif ve aşk ehlini şöyle anlatır:

“Cahilin ilmi, cem'-i mal iledir,

Ârifin izzeti, kemâl iledir.

Aşk u şevk ehli, vecd-i hâl ister;

Ne kemâl ister, ne mal ister.”

 KİTABIN ÖNSÖZÜ

(Mârifetnâme’nin Yeniden Doğuşu)

Bütün varlıkları insana hizmet için, insanı da Yüce Zâtı’nı gereğince bilmesi ve kulluk etmesi için yaratan Allah Teâlâ’ya hamd ü senâlar olsun.

Salât ü selâm, âlemlerin yüzü-suyu hürmetine yaratıldığı Habîb-i Kibriyâsı’na, âline ve ashâbına olsun.

Mârifetnâme, merhum müellifinin nitelemesi ile faydalı ve güzel bir kitap (kitâb-ı müstetâb) olup, “kendini bilen Rabbini bilir” düsturu ile özetlenen marifet nazariyesi üzere bina edilmiştir. Bir mukaddime, üç fen ve bir hâtimeden meydana gelmiştir. Söz konusu beş bölümde hangi konuların işlendiği, mukaddimede müellifin o nezih üslubu ile açıklanmıştır.

Eserin ana temasını şöyle özetleyebiliriz:

İnsan, öncelikle manevî âlemlerin azameti hakkında fikir sahibi olmalı, kainattaki işleyişin mükemmelliğini düşünmelidir. Sonra şu “oluş ve bozuluş âlemi”ndeki (âlem-i kevn- u fesâd) dönüşüme bakmalı ve eşyanın vücuda gelmesine sebep olan unsurları (anâsır-ı erbaa) tanımalıdır. Bitkilerle, maddenlerin oluşumunu tefekkür edip, rüzgarın ve havanın tesirleri hakkında malumat sahibi olmalı ve bütün bu nimetlerin insan için hazır edildiğini bilmeli; beşeriyet içinde makbul olanın da insân-ı kâmil olduğunu idrâk etmelidir. Matematik ve geometriden ana hatlarıyla haberdar olmalı, gıda ve ilaçları tanımalı; insan fizyolojisi hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Bütün bunları kendini tanımaya basamak yaparak nefsi tasfiye ve tezkiye metotllarını öğrenmelidir. “Nefs-i emmâre”den “mutmainne”ye vâsıl olmak için çirkin sıfatlardan arınıp övülen sıfatları kuşanarak “irfân sahibi olmaya çalışmalı; muhabbet-i Mevlâ’ya talip olmalıdır…

Merhum müellif, okuru gayelerin gayesine (aksa’l-gâye) ulaştırmak için, Mârifetnâme’de birçok ilim dalını ihtisar etmiştir. Eser, bu hususiyeti sebebiyle yüzyıllarca milletimizin hüsn-i teveccühüne mazhar olup başucu kitabı olarak okunmuştur.

Mehmed Zikrî Efendi’nin “Açıldı bahr-i irfân, müjdeler olsun uşşâkka, her fende” mısaraıyla takdim ettiği Mârifetnâme, “irfân deryâsı” nitellemesini fazlasıyla hak etmiş ansiklopedik bir eserdir. Fakat kuru bir bilgi yığınından ibaret değildir. Çünkü müellif işlediği her “madde”yi sonunda,

Allah’ın nihayetsiz kudretine şehâdet ettirmektedir:

Mesela denizlerle ilgili bahsi bitirirken, “Hikmetiyle denizleri yaratan Yüce Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir” der. Suda yaşayan canlılarla ilgili anlattıklarını “Her canlı şeyi sudan yaratan Allah’ı tesbih ederiz. O, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir” şeklinde bitirir. Ayın, güneşin menzillerine dair olan bahsi, “Bu, kudret sahibi Allah’ın takdiriyleddir” sözleriyle bitirir. “Mülkünde olanların en doğrusunu, ancak Allah teâlâ bilir” diyerek ufkunuzu açar…

İbrahim Hakkı Hazretleri bu ve benzeri cümlelerle nihayetlendirdiği her konuya âdeta maneviyat zerk ederek okuru bilinçlendirmeye çalışır ve bununla, etrafında olup bitenden habersiz olmamak gerektiğini vurgular.

Eserin başından itibaren kainattaki mükemmel işleyişe nazar-ı dikkatini celp ettiği okuru, tasavvufî ve ahlâkî öğretinin yoğun olduğu üçüncü Fen’den sonra yeni bir uyanışla arınmaya davet eder:

Dünya ve ahiret saadetinin Allah Rasûlü’nün ahlâkını kuşanarak evliyâuullahın izince yürümekle elde edileceğini işaret eder. Nereden gelip nereye gittiğine (mebde’ ve meâd) bakarak son menziline nasıl hazırlanması gerekttiğine dair altın değerinde öğütler verir. Bir yandan aile efrâdı ve komşularla iyi geçinmenin inceliklerini anlatırken, diğer taraftan avâm (mecâhil-i nâs) ile oturup kalkmanın âdâbını, âlimler huzurunda bulunmanın nezâketini sıralar. Unutmanın nedenlerini ve bereketsizliğe sebep olan sebepleri sayar. Elin, kulağın, dilin, gözün ve midenin âfetlerini sıralar, unutkanlığa sebep olan davranışları hatırlatır. Ve hemen her mevzuu birbirinden enfes manzûmelerle tezyîn eder.

Torunlarından Uğur İbrahimhakkıoğlu’nun tespitine göre Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri şiir ve edebiyâtı halka tanıtıp sevdirmek, onları yanlışlardan koruyup iyiye ve güzele sevk etmek için bir vâsıta olarak kullanmıştır. Bunu yaparken, insanın fizikî yapısı ile buna bağlı olarak başka sebeplerle şekillenen davranışlarını ve bazı bölgeler ahalisinde baskın karakter halinde tezahür eden sosyolojik gerçekleri yeri geldikçe açıkça ifade etmekten çekinmemiştir. Merhum müellifin bu tavrının “doktora ve hocaya ayıp olmaz” deyimine uygun düştüğünü söyleyebiliriz. Ancak biz, sadeleştirerek herkesin istifadesine sunacağımız metnin her ortamda rahhatça okunabilir olmasını esas aldık. Söz konusu tespitlerin tıpkıbasım ve translitere nüshalarında mahfuz kalması gerektiğini düşündük. Bu düşünce ile sadeleştirmede bazı tasarruflarda bulunarak yanlış anlamaya sebep olabbilecek kısımlarını ihtisar ettik.

Bu uzun soluklu çalışmaya başlarken şu düşünceyle hareket ettik: Mârrifetnâme, astronomiden anatomiye, matematikten ilm-i nebâta ve hatta kıyafetnâmeye kadar ele aldığı her konuda okuruna doyurucu malumât veren; okuyucuyu bilgilendirirken irfân sahibi kılan ilmî ve edebî değeri yüksek, ansiklopedik bir eserdir. Ve bu toplayıcı (câmi‘) özelliği sebebiyle, istifade niyetiyle okuyanları -üç asra yaklaşan bir zamandır aydınlattığı gibibugünde ve yarınlarda da irfân sahibi kılmaya devam edecektir. Dolayısıyla onu, yetişmekte olan kuşakların okuyup anlayacağı bir üslupla yeniden istifadeye sunmak boynumuzun borcudur.

Bundan sonra üzülerek müşahede ettik ki, “Mârifetnâme’nin tam metni” denilerek piyasaya sürülen çalışmaların hiç biri, ondaki muhtelif ilim dallarına ait derinliği ve eserin özündeki rûhâniyeti yansıtamamaktaddır.

Bu adla piyasaya çıkanların hemen her birinde “zor geldiği için atlanıp geçilmiş” intibaını veren eksikliklerle, müphem bırakılan paragraflar ve affedilmeyecek derecede fâhiş hatalar var.

Yapılması gereken, Mârifetnâme’yi bugükü kuşaklarla buluşturacak kapsamlı bir çalışma ortaya koymaktı. Biz de bunu başarmak için yola çıktık ve bunu yapmak için eserin mutlaka tıpkıbasımının yapılması ve onun yanında translitere edilmiş nüshasının kapsamlı bir indeks ile birlikte verilmesi gerektiğini değerlendirdik. Ancak bundan sonra aslına mutabık bir sadeleştirmenin anlamlı olacağını düşündük. Bütün bunları herkesin okuyup istifade edebileceği bir üslupla hazırlanmış, kapsamlı bir biyografi ile taçlandırdık.

Şunu belirtmek isteriz ki, bu çalışmanın her aşamasını en doğruyu eniyi şekilde yapma şevkiyle yürüttük. Ve sadeleştirmesini yaptığımız her bölümü, ilgili sahanın mütehassısı ile birlikte okuyarak kontrol ettik. Bu itibarla elinizdeki sadeleştirme nüshasının, herkesin okuyup istifade edebilleceği şekilde sade ve anlaşılır olduğu kadar, ilim adamlarının asıl nüsha ile mukayese etmesine imkân verecek kadar şeffaf olduğunu belirtmek isteriz.

Metinde görülecek köşeli parantez içindeki varak numaraları vasıtasıyla tıpkıbasım nüshası ve translitere nüshadan konuların akışı birebir takip edilebilecektir.

Bu noktada okuyucudan istirhamımız şudur; özellikle manevî âlemin vûs’ati ve yaratılış ile ilgili maddelerle kıyâfetnâme ve âdâb bölümleri okunnurken, biyografide yapılan hatırlatmaları mutlaka gözönünde bulundurulmmalıdır. Bu kıymetli eserden azami derecede istifade etmek isteyen muhterem okuyucularımızın öncelikle biyografideki Mârifetnâme ile ilgili değerlendirmmeleri dikkatlice okumaları gerekiyor.

Biz, eserin doğru anlaşılması ve istifadeye medâr olması için elimizden geldiğince gayret ettik.

Metinde geçen ve atıfta bulunulan bütün âyet-i kerîmelerin âyet ve sûre numaralarını belirttik. Hadis-i şeriflerden tespit edilebilenlerin kaynağını dipnotlarda gösterdik ve ıstılahların muhafazasına özen gösterdik.

Sadeleştirme ve translitere çalışmaları ile birlikte tıpkıbasımı yapılacak nüshanın seçimi ve fotoğraf çekimi için gerekli prosedürün takibi dâhil olmak üzere, yaklaşık on yılda tamamlayarak müstakil bir “külliyât” şeklinde baskısını gerçekleştirdiğimiz “Mârifetnâme seti” ile ilgili bütün aşamalarda kılı kırk yarar bir titizlikle çalıştık. Ve bu süreçte daima aşağıda isimlerini saydığımız kıymetli hocalarımızla, iç kapakta isimleri yazılı aziz dostlarımızın değerli yardımlarına mazhar olduk. Onların desteğine güvenerek zor ya da çetrefilli olan hiçbir satırı atlamadık. Gerekli gördüğümüz için tasarrufta bulunduklarımız hariç, hiçbir satırın müphem ya da muğlak kalmasına razı olmadık. Bu kıymetli eseri lâyık olduğu şekilde günümüz Türkçesine kazandırabilmek için, karşılaştığımız güçlüklere severek katlandık. Ancak çalışmaların bitimine yaklaştığımızda bir acı kaybımız oldu; kıymetli mesai arkadaşımız Dr. Kerim Kara’yı elîm bir trafik kazasında kaybettik. Eserin, onun azîz hatırası adına bir sadaka-i câriye olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz ederiz.

Bu kıymetli eserin yeniden gün yüzüne çıkmasında büyük emeği olan, çalışmanın her aşamasında maddî manevî desteğini bizlerden esirgemeyen, merhûm müellif Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin torunlarından muhterem Fahreddin Tivnikli Beyefendi’ye kalbî şükranlarımızı arz ediyorruz.

Bu vesile ile Hazret’in “Hakkı’ya ölmez oğuldur bu kitâb / Andırır hayr ile anı bî-hisâb” mısralarında geçen hayır duadan kendilerinin de hissedâr olmasını Cenâb-ı Mevlâ’dan niyâz ederiz.

Çalışmanın başından itibaren desteklerini esirgemeyerek bizi her zamman en iyi ve en doğruyu aramaya yönlendiren kıymetli hocalarımız Prof. Dr. Mustafa Tahralı, Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz, Prof. Mustafa Uzun ve Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç beylere şükranlarımızı sunuyoruz.

“Mârifetnâme’nin Yeniden Doğuşu” adını verdiğimiz bu çalışmanın, eserin başka dillere çevrilerek neşrine kapı açması en büyük temennimizdir.

Ümidimiz, ülkemiz semâlarında parıldayan bir yıldızı, insanlığın tanımasına vesîle olmaktır.

Cafer Durmuş-HABER7 (http://www.haber7.com/haber/20110930/Durmus-Mrifetnmede-Muhabbeti-Mevl-var.php)

 

REKLAMLAR

Web Site Tasarımı

Yönetim Panelli Website Tasarımlarınız için

0532 307 60 09

 

 

İSTATİSTİKLER

OS : Linux c
PHP : 5.3.29
MySQL : 5.7.43
Zaman : 06:50
Ön bellekleme : Etkisizleştirildi
GZIP : Etkisizleştirildi
Üyeler : 31076
İçerik : 1251
Web Bağlantıları : 2
İçerik Tıklama Görünümü : 2250400

Haberler

Yükün dürüstlükse gücün düşer belki ama başın düşmez.

 

Kızılderili Atasözü