ahmetturkan.gen.tr

HAYATTAN DERSLER

  • Yazıtipi boyutunu arttır
  • Varsayılan yazıtipi boyutu
  • Yazıtipi boyutunu azaltır
Home RİSALE-İ NUR KASTAMONU LAHİKASI KASTAMONU LAHİKASI S 201-250

KASTAMONU LAHİKASI S 201-250

e-Posta Yazdır PDF

 

Sh:»(K:200)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

(123)

Bu parça hem Lâhika'ya, hem İ'caz-ı Kur'ân'ın âhirine yazılacak. Birkaç gün sonra ehemmiyetli bir parçayı da göndereceğiz.

Mübarek Ramazan'ın Leyle-i Kadir sırrıyla, seksenüç sene bir ömr-ü manevî kazandırması sırr-ı hikmetiyle ve Risale-i Nur'un şâkirdlerindeki sırr-ı ihlâsla tesanüd ve iştirâk-i â'mâ

l-i uhrevî düsturuyla herbir sâdık şâkird, o fevkalâde manevî kazancı elde edeceğine gayet kuvvetli bir delili budur ki: Bu daire içinde kırkbin, belki yüzbin hâlis, hakikî mü'minlerin içinde hakikat-ı Leyle-i Kadr'i elde edecek bir-iki, on-yirmi değil, belki yüzlerin elde etmesi ihtimâli kavîdir.

Sırr-ı ihlâsla ve iştirâk-i a'mâl-i uhrevî düsturunun sırrıyla biz ve siz bu hakikata müteveccihen, bu Ramazan-ı Şerif'de herbirimiz umumun hesabına ve umum arkadaşları içinde kendini farzedip, (nun-u mütekellim-i maalgayrı,) yani daima

اَجِرْنَا اِرْحَمْنَا وَاغْفِرْلَنَا وَوَفِّقْنَا وَاهْدِنَا


وَاجْعَلْ لَيْلَةَ الْقَدْرِ فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْرًا فِى حَقِّنَا مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ

gibi kelimelerde (نَا )içinde umum kardeşlerini niyet etmektir. Ve bilhassa en zaîf olan bu kardeşinizi, ağır vazifesinde o hususî niyetle yardım etmektir.

* * *

Azîz, s
S
ıddık Kardeşlerim!

(124)

Hem sizi, hem bizi, hem Risale-i Nur dairesini ve hususan

Sh:»(K:201)

kahraman Tahir'i, bu Vird-ül A'zâm-ı Kur'ânî'nin bu tarzda zuhura gelmesiyle tebrik ediyoruz. Evet bunun tab'ında iki emr-i azîm var:

Birisi: Mu'cizatlı Kur'ân-ı Hakîm'in ve kerametli Risale-i Nur'un tab'larına matbaada görülmemiş bir çığır açtı.

İkincisi: Tâhir'e ve Hâfız Ali'ye ve arkadaşlarına kazandırdığı fevkalâde bir sevab noktasıdır ki; bu sırra delil-i zâhir, emsali matbaada, tab'da görülmemiş bir tarzda, aynen Tâhir'in hattı fotoğrafla alınmış gibi, kim bakıyorsa, "Bu Tâhir'in yazısıdır, matbu' değildir" der.

Hem kâğıt, hem vakit dar olduğundan bâki umuma selâm.

Kardeşiniz

Said Nursî

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

(125)

Azîz Kardeşlerim!

Hâfız Ali'nin İslâmköyü'nün ismine ve oradaki Risale-i Nur'unhâfızlarına dâir beyanatı, bayram şekerlemelerinden belki Leyle-i Kadr'in tatlıenvarlarından bir tatlı ruhumuza verdi.

Kâtib Osman'ın mektubunda iki keramet-i Nuriye'yi ve Hüsrev'in hem lmektubu,hem geleceğini Nur, Gül sahiblerini ve mübarekler medrese-i Nuriye hey'etlerini vema'sum ve ihtiyarların selâm ve dualarını tebliğleri, bizi bu Ramazan-ı Şerif'inher bir günü bize bir bayram hükmüne getirdi.

Bu Ramazan-ı Şerif'te bu müzeyyen, mükerrem Hizb-ül-Ekber-i Kur'ânî,birden bu havalinin ellerine geçmesi maddeten ve manen pek büyük bir hüsn-ü te'sirve sebeb olanlara pek çok sevab kazandırmaya başladı. Zaten bazı âyâtınher bir hurufuna on değil belki yüz, beş yüz sevab meyvelerini veriyor. Bu hizb-i

* * *

Sh:»(K:202)

ekberdeki âyâtın çoğu bu neviden olduğu gibi, i'caz noktasında da daha yüksek dereceleri var.

(126)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu Ramazan-ı Şerif'te âfâka bakmamak ve dünyayı unutmağa çok muhtaç olduğum halde; maatteessüf, dünyaya arasıra bakmağa bizi mecbur ediyorlar. İnşâallah, bu bakmakta niyetimiz hizmet-i îmaniye olduğundan; o da bir nevi ibadet sayılır.

Evet size iliştikleri gibi, bize de ayrı ayrı suretlerde tecavüzlerini ihsas ediyorlar. Fakat Cenâb-ı Hakk'a şükür ki, onların tecavüzleri aksülâmel amel nev'inde, Risale-i Nur'un fütuhatına yardım ediyor. İstanbul'daki ihtiyar adamın itirazı münasebetiyle kahraman Nazif yazıyor ki; o itiraz, Risale-i Nur'un İstanbul'da fütuhat yapmağa ve parlamağa vesile oldu. Bize karşı başka cihetlerde küçücük tecavüzler de öyle netice veriyor. Fakat şimdi bîçare bazı hocaları ve sofilerı Risale-i Nur'a karşı bir çekinmek, bir soğukluk vermek için hiç hatıra gelmeyen bir vesileyi bulmuşlar. Şöyle ki:

Diyorlar: "Said, yanında başka kitabları bulundurmuyor. Demek onları beğenmiyor. Ve İmam-ı Gazâlî'yi de (R.A.) tam beğenmiyor ki, eserlerini yanına getirmiyor." İşte bu acib mânasız sözlerle bir bulantı veriyorlar. Bu nevi hileleri yapan, perde altında ehl-i zındıkadır; fakat, safdil hocaları ve bazı sofiları vasıta yapıyorlar. Buna karşı deriz ki: "Hâşâ, yüz def'a hâşâ!.. Risale-i Nur ve şakirdleri, Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazalî ve beni Hazret-i Ali ile bağlayan yegâne üstadımı beğenmemek değil, belki bütün kuvvetleriyle onların takib ettiği mesleği ehl-i dalâletin hücumundan kurtarmak ve muhafaza etmektir.

Fakat onların zamanında bu dehşetli zındıka hücumu, erkân-ı îmaniyeyi sarsmıyordu. O muhakkik ve allâme ve müçtehid zatların asırlarına göre münazara-i ilmiyede ve diniyede istimal ettikleri silâhlar hem geç elde edilir, hem bu zaman düşmanlarına birden galebe edemediğinden; Risale-i Nur, Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'dan hem çabuk, hem keskin, hem tam

Sh:»(K:203)

şmanların başını dağıtacak silâhları bulduğu için, o mübarek ve kudsî zâtların tezgâhlarına müracaat etmiyor. Çünki umum onların merci'leri ve menba'ları ve üstadları olan Kur'an, Risale-i Nur'a tam mükemmel bir üstad olmuştur. Ve hem vakit dar, hem bizler az olduğumuz için vakit bulamıyoruz ki, o nûrânî eserlerden de istifade etsek.

Hem Risale-i Nur şakirdlerinin yüz mislinden ziyade zâtlar, o kitablarla meşguldürler ve o vazifeyi yapıyorlar. Biz de, o vazifeyi onlara bırakmışız. Yoksa hâşâ ve kellâ! O kudsî üstadlarımızın mübarek eserlerini ruh u canımız kadar severiz. Fakat herbirimizin bir kafası, birer eli, birer dili var; karşımızda da binler mütecaviz var. Vaktimiz dar. En son silâh, mitralyoz gibi Risale-i Nur bürhanlarını gördüğümüzden, mecburiyetle ona sarılıp iktifa ediyoruz.

Lâtif bir tevafuk:

Bu mektubu başta بِعَدَدِ عَاشَرَاتِ دَقَائِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ deyip, müteaddid işler meydana

geldi, daha yazamadık. Tâ, mübarek Âtıf'ın mübarek mektubu geldi. Başında بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ kelimeleri mektubumuzun başına tevafuk etmek için bizi beklettirdi. O kerametkâr kalemiyle bu memlekete evvelce gönderdiği parlak yazıları Risale-i Nur'u, bu havalide imdadımıza göndermek niyeti, pek büyük bir hizmet-i nuriye olarak bir fedakârlıktır; fakat kendine de çok lâzımdır.

Şimdiden, buradaki Risale-i Nur şakirdleri namına ona binler teşekkür ve o hizmette onu tebrik ediyoruz. Ve onun kerametli kalemi, cazibedâr esrar-ı tevafukiyeden yüzünü çevirip doğrudan doğruya Risâle-i Nur'un neşrine sarılması, bizi çok minnetdar ve mesrur eyledi. Cenâb-ı Hak onun gibi hâlis, muhlis talebeleri çoğaltsın, âmîn.

Mektublarınızda arasıra Sıddık Süleyman'ın, eski zamanda hararetli sadakati ve alâkadarlığı ve kuvvetli şakirdliği ile bahsi geçiyor.O zat ben ölünceye kadar onun sadakati ve selâmet-i

Sh:»(K:204)

kalbini ve bana ve Risale-i Nur'a hâlisane hizmetini unutamıyorum.

* * *

(127)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu aşr-ı âhirde hakikat-ı Leyle-i Kadir, İnşâallah Risale-i Nur dairesinde tecelli edecek ve etmiş. Bu tecelli ile her bir hakikî şakird o hakikata hissedar olur.

Bu defaki mektubunuz, bize bu kanaatı verdi ki, Risale-i Nur'a itiraz ile hücum edenler, karşılarında çelik gibi kahramanları bulup, hücumundan bin pişmanlık göstereceklerini, bir Said'e mukabil, binler Said Risale-i Nur'u müdafaa eder, muterizleri susturur.

Mektubunuzdaki kıymettar kardeşlerimizin selâmlarına binler selam ediyoruz. Ve hâlis ve müdakkik ve ince fikirli kardeşimiz Hasan Âtıf'ın müstesna kalemiyle bizlere hediye ettiği gayet güzel risaleleri güzelce ve süslü cildlettirdik.

Buradaki kardeşlerimiz onun hesabına ve ona sevab kazandırmak için ellerinde gezecek.

Size bu defa bir ihtara binâen, gayet muhtasar bir hakikat gönderildi. Belki ehl-i dalâletin kendilerine perde ettikleri bazı sâfdil sofileri ve hocaları riya noktasında bir taarruza mukabil bir esasdır.

* * *

(128)

Azîz, Sıddık, Hâlis, Muhlis Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Ciddî, Hakikî arkadaşlarım!

Bu yakında hem Isparta'da, hem bu havalide Risale-i Nur'un İhlas Lem'aları intişara başladığı münasebetiyle ve bir-iki küçük hâdise cihetiyle şiddetli bir ihtar kalbe geldi. Riyaya dair üç nokta yazılacak:

Birincisi: Farz ve vâciblerde ve şeâir-i İslâmiyede ve Sünnet-i Seniyenin ittibaında ve haramların terkinde riya giremez

Sh:»(K:205)

izharı riya olamaz. Meğer gayet za'f-ı îmanla beraber, fıtraten riyakâr ola. Belki şeâir-i İslâmiyeye temas eden ibadetlerin izharları, ihfasından çok derece daha sevablı olduğunu, Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazâlî (R.A.) gibi zâtlar beyan ediyorlar.

Sair nevafilin ihfası çok sevablı olduğu halde; şeaire temas eden, hususan böyle bid'alar zamanında ittiba-ı Sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebair içinde haramların terkindeki takvayı izhar etmek, değil riya belki ihfasından pek çok derece daha sevablı ve hâlistir.

İkinci Nokta: Riyaya insanları sevkeden esbabın

Birincisi: Za'f-ı îmandır. Allah'ı düşünmeyen, esbaba perestiş eder, halklara hodfüruşlukla riyakârane vaziyet alır. Risale-i Nur şakirdleri, Risale-i Nur'dan aldıkları kuvvetli îman-ı tahkikî dersiyle; esbaba ve nâsa ubudiyet noktasında bir kıymet, bir ehemmiyet vermiyor ki, ubudiyetlerinde onlara gösterişle riya etsinler.

İkinci Sebeb: Hırs ve tama', za'f fakr noktasında teveccüh-ü nâsı celbine medar riyakârane vaziyet almaya sevkediyor.

Risale-i Nur'un şakirdleri, iktisad ve kanaat ve tevekkül ve kısmetine rıza gibi, Risale-i Nur'un dersinden aldıkları izzet-i îmaniye, inşâallah onları riyadan ve dünya menfaatleri için hodfuruşluktan men'eder.

Üçüncü Sebeb: Hırs-ı şöhret, hubb-u cah, makam sâhibi olmak, emsaline tefevvuk etmek gibi hisler insanlara iyi görünmek, tasannu kârâne haddinden fazla kendine ehemmiyet verdirmek ve tekellüfkârane lâyık olmadığı yüksek makamlarda görünmek tarzını takınmak ile riya eder.

Risale-i Nur şakirdleri ene'yi nahnü'ye tebdil ettikleri, yani enaniyeti bırakıp, Risale-i Nur dairesinin şahs-ı mânevîsinin hesabına çalışması, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarîkatın "fena fi-ş şeyh" ve "fena fi-r resul" ve nefs-i emmareyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasıtaların bu zamanda birisi de "fena fi-l ihvan" yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı manevîyesi içinde eritip öyle davrandığı için, inşâallah ehl-i hakikatın riyadan kurtulmaları gibi, bu sır ile onlar da kurtulurlar.

Sh:»(K:206)

Üçüncü Nokta: Vazife-i diniye itibariyle, nâsa hüsn-ü kabul ettirmek, o makamın iktiza ettiği yüksek tavırlar ve vaziyetler,

hodfüruşluk ve riya sayılmaz ve sayılmamalı. Meğer o adam, o vazifeyi kendi enaniyetine tâbi edip istimâl ede.

Evet bir imam imamet vazifesinde tesbihatları izhar eder, ismâ' eder; hiç bir cihetle riya olamaz. Fakat vazife haricinde, o tesbihatları aşikâre halklara işittirmeye riya girebildiği için, gizlisi daha sevablıdır.

Risale-i Nur'un hakikî şakirdleri, neşriyat-ı diniyelerinde ve ittiba-ı sünnetteki ibadetlerinde ve içtinab-ı kebâirdeki takvâlarında, Kur'an hesabına vazifedar sayılırlar. İnşâallah riya olmaz. Meğer ki, Risale-i Nur'a başka bir maksad-ı dünyeviye için girmiş ola. Daha yazılacaktı, fakat bir tevakkuf hali kesti.

***

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

(129)

Azîz Sıddık Kardeşlerim!

Sizin mübarek Ramazanınızı ve kudsî Leyle-i Kadrinizi ve sürurlubayramınızı tebrik ediyoruz. Lillahilhamd bu sene dualarınızın himmetiyle,hastalık beni yatağa düşürmedi. Ta'cizatını yapıp hafifçe geçti. Bu defa ozatın i'tirazı münasebetiyle yazdığı mektublar ve Sabri'nin eski Said'in lahikayagiren fıkraları münasebetiyle yazdığı mektub ruhumuza büyük bir inşirah vemüteşekkirane bir iftihar verdi.

Size bu defa bayrama manevî bir şekerleme nev'inden kudsî Hizb-ül-Ekber'in birmahsulu olarak, Küçük Hüsrev Mehmed Feyzi'nin bulduğu istihracî fıkrasınısize leffen gönderdim. Feyzi diyor ki, ben bu istihracdaki manidar ve muterizleri susturan«mâdemler» Birinci Şua'nın her bir âyetin her bir âyetinde maksud vemukadder olduğunu hisettim. Üstadım'a

Sh:»(K:207)

ittibaen kaydettim.

Nur ve Gül fabrikaları hey'etine ve mübarekler ve medrese-i Nuriye ve masum veihtiyarlar ve fedakâr hemşirelerimize birer birer selâm ve dua edip, geçmişRamazan-ı Şerif ve mübarek Leyle-i Kadirlerini tebrik ediyoruz. Ve Ramazan-ışerifte bu fakir kardeşinize manevî yardımlarınızı Ramazandan sonra dadevamına bütün ruhumla rica edip, Rahmet-i İlahiyeden muvaffakiyetini niyazediyoruz.

Duanıza daima muhtaç

Kardeşiniz

Said Nursî

(130)

* * *

KÜÇÜK HÜSREV FEYZİ'NİN BİR İSTİHRACIDIR

(Otuzüçüncü Âyet'ten Hâfız Ali'nin İstihracının Bir Zeyli ve Lâhikasıdır.)

Sure-i Zümer'de اَفَمَنْ شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ ِلْلاِسْلاَمِ فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِنْ رَبِّهِ âyet-i azîmenin mana-yı sarihinden başka bir mana-yı işarî tabakasının külliyetinde dâhil bir ferdi Risale-i Nur ve tercümanı olduğuna kuvvetli bir delil buldum.

Çünki اَفَمَنْ شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ ِلْلاِسْلاَمِ فَهُو cümlesi, hesab-ı cifrî ve ebcedî ve riyazî ile bin üçyüz yirmidokuz veya sekiz eder. Demek مَنْ külliyetinde ve فَهُوَ işaretinde dahil ve medar-ı nazar bir ferd, inşirah-ı sadr (Hâşiye) nuruyla başka bir hâlete girip, eski sıkıntıdan kurtulup, nuranî bir mesleğe giren bir şahsı, eski

(Hâşiye): Bu şerh-i sadra münasebetdar bir tevafuktur Üstadımdan anladım; yirmibeş senedir daima ve en mühim bir duası اَللَّهُمَّ اشْرَحْ صَدْرِى لِْلاِ يمَانِ وَ اْلاِسْلاَمِ münacatı olmuş.

Sh:»(K:208)

ve yeni harb-i umumînin gelmeye hazırlanmaları olan dehşetli tarihe ve o ferdin vaziyetine remzen bakar.

فَهُوَ عَلَى نُورٍ مِنْ رَبِّهِ deki نُورٍ مِنْ رَبِّهِ kelimesi, Risale-i Nur ismine ve manasına hem cifri, hem sureti, hem manası tevafuk ettiği gibi; اَفَمَنْ شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ ِلْلاِسْلاَمِ فَهُو cümlesinin de makam-ı cifrîsi gösterdiği tarihte Risale-i Nur'un tercümanı olan Üstadımın -tahkikatımla- aynen vaziyetine tevafuk ediyor.

Çünki o zamanda harb-i umumînin mebde'lerinde, Üstadım eski âdetini vesair ulûm-u felsefeyi ve ulûm-u âliyeyi bırakıp, tam bir inşirah-ı sadrla Risale-i Nur'un fatihası ve birinci mertebesi olan İşârât-ül İ'caz tefsirine başlayıp, bütün himmetini, efkârını Kur'ân'a sarfetmeğe başladığına tevafuku kavî bir emaredir ki; bu asırda o küllî mana-yı işârîde medar-ı nazar bir ferd, Risale-i Nur'un tercümanı ve şâkirdlerinin şahs-ı manevîsini temsil eden mümessilidir.

Evet mâdem Kur'ân-ı Mu'ciz-ül-Beyan her asırda her ferde hitab eder bir ilm-i muhit ve bir irade-i şâmile ile herşeye bakabilir; ve madem ülema-i İslâm'ın ittifakıyla, âyetlerin mâna-yı sarîhinden başka işarî ve remzî ve zımnî müteaddid tabakalarda manaları vardır.

Ve madem يَآ اَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا gibi hitablarda her asır gibi, bu asırdaki ehl-i îman, Asr-ı Saadetteki mü'minler gibi dahildir.

Ve madem İslâmiyet noktasında bu asır, gayet ehemmiyetli ve dehşetlidir. Kur'an ve Hadîs ihbar-ı gaybî ile, ehl-i îmanı onun fitnesinden sakınmak için şiddetle haber vermiş.

Ve madem hesab-ı cifrî ve ebcedî ve riyazî, eskiden beri sağlam bir düsturdur ve kuvvetli bir emare olabilir.

Ve madem Risale-i Nur ve tercümanı ve şakirdleri, îman ve

Kur'an hizmetinde parlak ve te'sirli vazifeleri gayet ehemmiyet kesbetmiştir.

Sh:»(K:209)

Ve madem bu büyük âyet, hesab-ı cifirle bu asra ve iki harb-i umumîye bakar. Eski harbin patlamasına ve Risale-i Nur'un zuhuruna tevafuk ettiği gibi, mânen de gösterir. Elbette mezkûr hakikatlara ve kuvvetli karinelere binaen bilâ-tereddüd hükmederiz ki: Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi ve tercümanı, bu âyet-i azîmenin mâna-yı işârî tabakasının külliyetinde dâhil ve medar-ı nazar bir ferdidir. Ve bu âyet ona işaret eder. Ve mâna-yı remziyle ondan da haber verir. Ve ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'caziyeyi gösterir, denilebilir ve deriz.

Tahlil: Bir ش iki ر yediyüz. ف م ن ل ikiyüz. ص د ه ا yüz. س م yüz. İsm-i Celal altmışyedi. İki ل altmış. فَهُوَ doksanbir. ِلْلاِسْلاَمِ da iki veya üç elif, iki veya üç. ح sekiz. نُورٍ مِنْ رَبِّهِ, "Risale-i Nur" Her ikisinde نُور var. "Risale" de ر, رَبِّهِ'deki ر'ya mukabildir. Eğer نُورٍ deki tenvin sayılsa, النُّور da dahi şeddeli ن sayılır, yine ittihad ederler. نُورٍ başka مِنْ به doksanyedi ederek, Risale-i Nur'da kalan ه ل س iki Elif dahi doksanyedi ederek, tam tevafuk eder. Türkçe telâffuzda Risale-i Nur hemze ile okunması zarar vermez.

Sure-i Mâide'nin ondördüncü âyeti قَدْ جَآءَكُمْ مِنَ اللَّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبِينٌ يَهْدِى بِهِ اللَّهُ Sure-i Nisâ'nın âhirinde

يَآ اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَآءَ كُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْنَآ اِلَيْكُمْ نُورًا

مُبِينًا âyeti gibi, Risale-i Nûr mâna ve cifir cihetiyle, mana-yı işarî efradından olduğuna kuvvetli bir karine buldum.

Sh:»(K:210)

İkinci âyet olan Sure-i Nisâ âyeti, Birinci Şua olan İşârât-ı Kur'âniye'de, Üstadım işaretini beyan etmiş. Birinci âyet olan Sure-i Mâide'nin ondördüncü âyeti hem bunun işaretini teyid ediyor, hem de اَفَمَنْ شَرَحَ اللَّهُ âyetinin işaratını tasdik ediyor.

Evet bu asırda mâna-yı işarî tabakasından tam bu âyetin kudsî mefhumuna bir ferd, Risale-i Nur olduğuna kim insaf ile baksa tasdik edecek.

Madem Risale-i Nur bir ferdi olduğuna mânevî münasebet kavîdir. Mâdem bu âyetin makam-ı cifrîsi bin üçyüz altmışaltıdır, eğer meddeler ve okunmayan hemzeler sayılmazsa altmışikidir. Ve madem Risale-i Nur, Kur'an-ı Mübin nurunu ve hidayetini neşreden bir kitab-ı mübindir.

Ve madem zâhiren ondan daha ileri, o vazifeyi ağır şerait altında yapanları görmüyoruz. Ve madem âyetler, sair kelâmlar gibi cüz'î bir mânaya münhasır olamaz. Ve mâdem delâlet-i zımnî ve işarî ile kaideten mefhum-u kelâmda dâhil oluyor. Ve mâdem Necmeddin-i Kübrâ ve Muhyiddin-i Arabî (R.A.) gibi pek çok ehl-i velayet, mana-yı zâhirîden başka bâtınî ve işârî mânalar ile ekser âyâtı tefsir etmişler; hattâ tefsirlerinde Mûsa (A.S.) ve Firavun'dan murad, kalb ve nefistir dedikleri halde ümmet onlara ilişmemiş; büyük ülemadan çokları onları tasdik etmişler. Elbette âyetin delâlet-i zımniye ile Risale-i Nur'a kuvvetli karineler ile işareti kat'îdir, şübhe edilmemek gerektir.

TAHLİL: قَدْ جَآءَكُمْ yüz altmışdokuz. مِنَ اللَّهِ yüz elliyedi. نُورٌ tenvin ile beraber üçyüzaltı. وَ كِتَابٌ مُبِينٌ tenvinlerle beraber altıyüz

otuzbir. يَهْدِى بِهِ اللَّهِ yüzüç. Yekûnu, bin üçyüz altmışaltı. Eğer meddeler ve okunmayan hemzeler sayılmazlarsa, bu seneki muharrem tarihine; yani bin üçyüz

Sh:»(K:211)

altmışikiye tamam tevafuk eder. Eğer مُبِينٌ deki tenvinde vakfedilse, bin üçyüz onaltıdır ki; hem Risale-i Nur'un mukaddematına, hem tenvin ile tekemmülüne ve Birinci Şua'da beyan edildiği gibi, çok âyâtın ehemmiyetle gösterdikleri aynı meşhur tarihe tevafuk eder.

* * *

EHEMMİYETLİ BİR HOCANIN ÜSTAD HAKKINDA ZİYADE HÜSN-Ü ZANNINI TA'DİL ETMEK MÜNASEBETİYLE YAZILMIŞ, BELKİ SİZE DE FAİDESİ OLUR DİYE GÖNDERİLDİ

(131)

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشَرَاتِ دَقَائِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ

Azîz, Sadık, Muhterem Kardeşimiz Hoca Haşmet!

Senin, müceddid hakkındaki mektubunu hayretle okuduk ve Üstadımıza da söyledik. Üstadımız diyor ki: Evet bu zaman hem îman ve din için, hem hayat-ı içtimai ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i îmaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür.

Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor. Rivâyât-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, îmanî hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında zâhiren geniş ve hâkimiyet noktasında

cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve siyaset-i dîniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakıyorlar, mâna veriyorlar.

Hem bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte, bu zamanda bulunması ve

mükemmel olması ve birbirini cerhetme

Sh:»(K:212)

mesi pek uzak, âdeten kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevî'nin (A.S.M.) cemaat-ı nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdi'nin ve cemaatindeki şahs-ı mânevîde ancak içtima 'edebilir. Bu asırda, Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur'un hakikatına ve şâkirdlerinin şahs-ı mânevîsine, hakaik-i îmaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış. Yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fâtihane neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüzbinler ehl-i îmanın îmanlarını kurtardığını kırkbinler adam şehadet eder.

Amma benim gibi âciz ve zaîf bir bîçarenin, böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklemek tarzında, şahsımı medar-ı nazar etmemeli diyor ve size selâm ediyor. Biz de zâtınıza ve oradaki Risale-i Nur'la alâkadar olanlara selâm ediyoruz.

Risale-i Nur şakirdlerinden

Emin, Feyzi, Kâmil

(132)

Azîz Sıddık, Müdakkik Kardeşlerim!

Birinci Şua' İşârâtı Kur'aniyenin başında bir mukaddime olarak sizegönderdiğimiz اَفَمَنْ شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَهُ لِلاِْسْلاَمِ âyetine dâir Feyzi'nin istihrâcı ve اَلحُيبُّ اَحَدُكُمْ âyetinin istihracı vemelfufen bu defa evvelce size gelen bir mektubdan intihâb ettiğimiz bu parçası ileberâber İşârât-ı Kur'âniye kimde varsa onun başında bir mukaddimeolarak yazılsın. Çünki bu üç parça nasıl şimdiki itirâzı zir ü zeber etti,ileride gelen itirazları da red eder bir mahiyettedir.

Evet ben müdafaadan vazgeçip Kur'ân'a havale ettiğim aynı zamanda,Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan bu اَلحُيبُّ اَحَدُكُمْ âyetiyle bizi himaye ve müdfaa etmeyebaşladığını ve bizi bize bırak-

Sh:»(K:213)

madığını kat'î kanaatım geldi. (Hâşiye) Demek mânen Kur'an bize İşârât-ı Kur'aniye'yi bir derece meydana çıkmaya, fakat ehl-i insafa ve Risale-i Nur'u takdir edenlere karşı bir derece izin veriyor.

Madem İşârât-ı Kur'aniye bazı namahremlerin ellerine girmiş ve tardedilen zayıf hucümlara da maruz kalmış, elbette Risale-i Nur'un makbuliyetini imza eden İşârât-ı Kur'aniye üç Keramet-i Aleviye ve Keramet-i Gavsiye ve Lâhika'ya girmiş ve Risale-i Nur'un kerametini göstermiş, altı-yedi fıkra beraber bir ciltte lazım geliyor. ضyle ise sizler taksim-ül amâl ile bir kıt'ada, başta İşârât-ı Kur'aniye Birinci Şua, ve onun başında bu mektubun başında mezkur üç parça ve İşârât-ı Kur'aniyeden sonra üçüncü Keramet-i Aleviye, Ondan sonra ikinci kerameti Aleviye, ondan sonra birinci kerameti Aleviye, ondan sonra Kerameti Gavsiye zeyilleriyle (Şamlı ve Rüşdünün fıkraları dahil) sonra lahikadan intihab ettiğiniz beş-altı fıkra benim için güzelce yazılsın.

Üç Ali, Âtıf, Hüsrev, Sabri gibi kardeşlerim yazıp bize göndersinler. Fakat yazdıkları bütün bir cild içinde olacak. Kahraman Süleyman Rüştü'nün bize ayrıca da gelen tebrikine mukabil üç bayramını birden tebrik ediyoruz.

Müdakkik ve muhakkik Sabri'nin ( لاَ ) ve ( نَعَمْ ) le cevab istediği mes'elesine: ( لاَ )......

اِلاَّاَنْ يَكُونَ اْلآخِذُوَاْلمَأْخُوذُ لَهُ مِنَ اْلمُستَحَقِّينَ لِلذَّكَاتِ

Her zamandan ziyade bu acib ihtikardan, zaruret-ş kat'iyye düşen fakirlere ve miskinlere zenginler zekat ile imdadlarına koşsalar, bire yüz kazanırlar. Bu maddî musibetin bir çare-i yeganesi (Zekat-ı Şer'î) dir.

________________________________

(Hâşiye): Evet ben de Üstadımın kanaatına kat'î iştirak ediyorum. İncecik bir remiz kanaatımı teyid etti. Nasıl ki «meyten» lafzı makamıyla Üstadımın ismine îmâ ediyor. ( اَحَدُكُمْ ) kelimesi de muarızın ismine üç harfiyle gizli remz ediyor. ( د ا ) yerine ( þþþ ى ) gelse (.........) olur.

Feyzi

Sh:»(K:214)

Acaba Hüsrev gelmiş mi? merak ediyorum. Şamlı rahatsız değil mi? Pek çok zatları soracaktım. Fakat Lillahilhamd o kadar çok has ve onlar ile fazla alakadar kardeşlerimiz var ki, bir kaç mektubda ancak yazı ile, öyle ise, bilirsiniz ki, kimleri soracaktım. Bildiğinize havale edip, kısa kesiyorum.

Umum kardeş ve hemşirelerimize birer birer selâm ve dünya ve âhirette selametlerine dua ediyoruz.

Duanıza Muhtaç

Kardaşınız

(133)

Âzîz Sıddık, Sebatkâr, Vefadâr Kardeşlerim!

Bu def'a umumunuzun hesabına bayram tebriki ve mânevî şekerlemeleri olarakmübarek Hasan Âtıf'ın ve Alevileri Sünniler'le barıştıran dördüncü bir Aliolan, sAliköylü Ali'nin mektublarını aldık. Cenâb-ı Hak o gibi kardeşlerimiziçoğaltsın.

Kardeşimiz Hasan Âtıf'ın medrese-i Nuriye dershanesine ve yüksekkardeşimiz olan Hacı Hâfız'ın dairesine gelip çalışması ve müstesnakalemiyle bizlere yardım için Ayet-ül-Kübrayı yazması ve âyet-ül Kübradan,zevkine giden veciz parçaları küçük levhalara yazıp bize göndermesi, gayettatlı bir bayram hediyesi hükmüne geçti ve Lemeattan olan

اُولاَشْمَزْ دَسْتِ أَدَبِ غَرْبِ هَوَسْ بَارِهَوَاكَارَدَهَادَرْدَأْبِ أَبَدْمُدَّتْ قُرْانِ ضِيَابَرِشِفَاكَارِهُدَادَارْ

fıkrasından aldığı bir neş'e ile yazdığı:

Yâ Kadîr Esman bahr-ı dürdür. Yâ Rab takdir bilmezlerin haddini bildir.Y^Rab güldür, o deryada inci günden abdini güldür... Hem penceresini diyar-ıademe giden yola nâzır açmış olan gişeden, Kevser gişesinden daire-i Nuriyeye geçebilmelerine medar olan meccani birer bilet olara,....... gibi ince ve rakik hissiyatıbizi çok mesrur etti.)

Sh:»(K:215)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Kardeşlerim!

(134)

Kur'an'ın bir tek âyetinin bir tek işâreti ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'caziyeyi tevafuk suretiyle gösterdiğini mânevî bir ihtar ile gördüm. اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ َلحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا Bu âyet-i kerimenin makam-ı cifrîsi -şedde ve tenvin sayılmazsa- bin üçyüz ellibir مَيْتًا'in aslı مَيِّتًا olmasından bin üçyüz altmışbir ederek; bu tarihte, umûr-u azîmeden bir dehşetli gıybeti, bu

âyetin mânaâ-yı işârî külliyetinde dâhil ediyor. Umûr-u azîmeden böyle bir acib gıybet aynı tarihte, aynı senede vukua geldi. Şöyle ki:

Onsekiz sene müddetinde Sünnet-i Seniyeyi muhafaza için başına şapka koymadığından, onsekiz senedir haps-i münferid hükmünde ihtilâttan men' ve yalnız bir odada hayatını geçirmeye mecbur edilen ve hususî ibadetgâhında ezan-ı Muhammedî okuyup "Allahü Ekber" dediğinden ve "Lâ ilâhe illâllah" hakikatını güneş gibi gösterdiğinden, yüz arkadaşıyla taht-ı tevkife alınan ve mahkûm edilen bir adamı, yüzer emare ve karinelere istinaden inayet-i İlâhiyeden geldiğine kat'î bir kanaatı ile işârât-ı Kur'aniyeden bir müjdeyi hem kendine, hem musibetzede arkadaşlarına bir teselli niyetiyle beyan ettiği için onu gıybet ve galiz tabiratla teşhir etmek ve onun dersleriyle îmanlarını kurtaran mâsum şakirdlerini ondan tenfir edip şübheler vermek; güya ortalıkta medar-ı inkâr hiçbir şey yok ve hiçbir münkeratı ve cinayeti görmüyor gibi, yalnız o bîçarenin mevhum bir hatasını, sekiz senede seksen müdakkiklerin nazarında saklanan ve sathî ve inadî nazarına göre bir içtihadî yanlışını görüyor zannıyla galiz tabirler ile zemmetmek; elbette bu asırda, bu memlekette Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın kasden işaretine medar olabilir azîm bir hâdisedir.

Sh:»(K:216)

Bence, Kur'an'ın nasılki her sûre ve bazan bir âyet ve bazan bir kelime bir mu'cize olur; öyle de bu âyetin tek bir işareti, ihbar-ı gayb nev'inden bir lem'a-i i'caziyedir. Bu âyetin bu işareti, bu asırda, Risale-i Nur şakirdlerinin hakkındaki gıybete baktığına üç emare var:

Birincisi: Birinci Şua olan İşârât-ı Kur'aniye Risalesinde, Risale-i Nur'a ve tercümanına da işaret eden beşinci âyet olan اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا َيمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ gayet kuvvetli karinelerle مَيْتًا kelime-i kudsiyesi cifir ve ebced hesabıyla ve üç cihet-i mânasıyla Said-ün Nursî'ye tevafuk etmesidir.

İkinci emare: اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ âyetinin makam-ı cifrîsi ve riyazîsi bin üçyüz altmışbir etmesidir ki; aynı tarihte, o acîb hâdise oldu.

Üçüncü emare:......

İhtiyarım haricinde, beş vecihle zemmi zemmeden ve mu'cizane gıybetten altı cihetle zecreden اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا âyeti karşımda kendini gösterip temessül eyledi. Mânen, "Bana bak!" dedi. Ben de baktım, birden tesbihat içinde gördüm ki: 1351'den, tâ 1361 tarihini gösterdi. Halimize baktım; perde altında 51'den, tâ 61'e kadar Risale-i Nur meded beklediği İstanbul âfâkında, perde altında bir nevi taarruz bulunmuş ve 61'de birden patlamasıdır.

TAHLİL: ت خ bin. م م ى ى yüz. ل ل ك ك yüz. Üçüncü ن ى م yüz. ح ح ح ب د otuz. üç bir birDördüncü ى on. Beş elif, bir ه ile beraber on. Âhirdeki tenvin vakfen elif olduğu için yekûnu bin

Sh:»(K:217)

üçyüz ellibir . مَيْتًا aslı yâ-i müşeddede olduğundan bin üçyüz altmışbir eder.

(Hâşiye): Bu âyet bizi şiddetle gıybetten men'ettiğinden, bizi gıybet edenleri unutmalıyız, medar-ı gıybet etmemeliyiz. İnşâallah, daha tekerrür etmeyecek.

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ رَسَآئِلِ النُّررِ الْمَقْرُوئَةِ وَالْمَكْتُوبَةِ

(136)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Size (üç noktayı) beyan etmeye kalbde bir ihtiyaç oldu:

Birincisi: "Bir hâdisede hem insan eli, hem kader müdahalesi olduğundan; insan zâhirî sebebe bakıp bazan haksız hükmedip, zulmeder. Kader, o musibetin gizli sebebine baktığı için adalet eder" diye, Risale-i Nur'da bir kaide-i esasiyedir.

Hem şimdiye kadar Risale-i Nur'un başına gelen hâdiselerde bir dest-i inayet, bir vech-i rahmet bulunduğu tecrübelerle sabittir.

Bu iki cihette kalbden bir sûal çıktı: "Acaba Nur hakkındaki bu yeni İstanbul hâdisesinde vech-i adalet ve rahmet nedir?" Hâtıra böyle bir cevab geldi ki:

Risale-i Nur'a, ehl-i ilim ve ehl-i dikkati ciddiyetle bakmaya ve tedkik etmeye sevketti. Elbette Risale-i Nur'u tedkik eden bir âlim, insafı varsa tarafdar olur. Ve Risale-i Nur ülema dairesinde ve İstanbul âfâkında tezahür edecek. İşte vech-i rahmet ve inayet!

Amma kader-i İlâhînin vech-i adaleti şudur ki: Risale-i Nur'un hakikatıyla ve şakirdlerinin şahs-ı mânevîsiyle tezahür eden fevkâlâde îmanî hizmetlerin ehemmiyetli bir kısmını bîçare tercümanına vermek ve ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve

Sh:»(K:218)

avamın nazarında birinci derece ve hakikat nazarında, îmana nisbeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslâmiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dair hizmeti, kâinatta en büyük mes'ele

ve vazife ve hizmet olan hakaik-i îmaniyenin çalışmasına racih gördüklerinden; o tercümana karşı arkadaşlarının pek ziyade hüsn-ü zanları ehl-i siyasete, inkılabcı bir siyaset-i İslâmiye fikrini vermek cihetinde, Risale-i Nur'a karşı hayat-ı içtimaiye noktasında cephe almak ve fütuhatına mâni olmak pek kuvvetli ihtimali vardı. Bunda hem hata, hem zarar büyüktür.

Kader-i İlâhî, bu yanlışı tashih etmek ve o ihtimali izale etmek ve öyle ümid besleyenlerin ümidlerini tâdil etmek için, en ziyade öyle cihetlerde yardım ve iltihaka koşacak olan ülemadan ve sâdâttan ve meşayihten ve ahbabdan ve hemşehriden birisini muarız çıkardı; o ifratı tâdil edip adalet etti. "Size kâinatın en büyük mes'elesi olan îman hizmeti yeter" diye bizi merhametkârane o hâdiseye mahkûm eyledi. Sonra lillahilhamd, o muarızı susturdu; o ateşi söndürdü. Fakat münafıklar söndürmemek için çalışıyorlar.

İkinci Nokta: Bu dehşetli ihtikârdan çıkan kaht ve galâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetle yaralandırıyor. Bu yara, hissiyat-ı ulviye-i dîniyeyi bir derece susturmaya vesile olup, ehl-i dalâlete yardım ediyor. Herkes midesini düşünmeye başlıyor. Kalb, hakikatten ziyade ekmeği düşünüp hayata, yaşamağa yardıma koşup, vazife-i hakikiyesini ikinci derecede bırakır. Buna karşı Risale-i Nur'un şakirdleri bir uzun Ramazan nazarıyla bakıp, keffaret-üz zünûb ve bir riyazet-i şer'iyeye çevirebilirler. Alenen nakz-ı sıyamla Ramazanın hürmetini kıran bedbahtlara gelen o musibet, masumları da incitir. Fakat Risale-i Nur şakirdleri ve mâsumları, o musibeti lehlerine döndürüp, hayırlı bir riyazete kalbederler. Kanaat ve iktisadla karşılarlar.

Üçüncü Nokta: «İki mes'eledir.»

Birincisi: Müdakkik Hoca Sabri, Feyzi'nin istihracına dair Feyzi'ye yazdığı mektub güzeldir. Lâhika'ya girdikten sonra, hocalar فِيهِ نَظَرٌ dememek için bazı kelimatı tâdil edildi.

Sh:»(K:219)

İkinci Mes'ele: İstanbul ülemasının en büyüğü ve en müdakkiki

ve çok zaman Müfti-yül Enam olan eski fetva emini, meşhur Ali Rıza Efendi; Birinci Şua', İşârât-ı Kur'âniye ve Âyet-ül Kübra gibi risaleleri gördükten sonra, Risale-i Nur'un mühim bir talebesi olan Hâfız Emin'e demiş ki:

"Bediüzzaman, şu zamanda dîn-i İslâma en büyük hizmet eylediğini ve eserlerinin tam doğru olduğunu; ve böyle bir zamanda, mahrumiyet içinde feragat-ı nefs edip yani dünyayı terkedip, böyle bir eser meydana getirmek hiç kimseye müyesser olmadığını ve her suretle şâyân-ı tebrik olduğunu ve Risale-i Nur müceddid-i din olduğunu ve Cenab-ı Hak onu muvaffak-un bilhayr eylesin, âmîn" diyerek; bazılarının sakal bırakmamaklığına itirazları münasebetiyle; Mevlânâ Celâleddin-i Rumî'nin pederleri olan Sultan-ül Ülema'nın bir kıssası ile onu müdafaa edip, demiş:

«Bu misillü, Bediüzzaman'ın dahi elbette bir içtihadı vardır. İtiraz edenler haksızdır. demiş.»Ve Hoca Mustafa'ya emretmiş, söylediğimi yaz:«Bediüzzaman'a kemal-i hürmetle selâm ederim. Te'lifatınızın ikmaline hırz-ı can ile dua etmekteyim (yâni, ruha nüsha olacak kadar kıymetdardır). Bazı ülemâ-üs sû'un tenkidine uğradığına müteessir olma. Zira «Yemişli ağaç taşlanır,» (Hâşiye) kaziyesi meşhurdur. Mücahedatınıza devam buyurun. Cenâb-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak âcilen murad ve matlubunuza muvaffak-un bilhayr eylesin! Bâki Hakk'ın birliğine emanet olunuz.»

(Hâşiye): Yani Mübarek, tatlı meyveleri bulunan ağaçlara taş atanlar, akılları varsa tatsınlar ve yesinler; çürütmeye lâyık ve kabil değiller, demektir.

Feyzi

Fetva Emini Ali Rıza

İşte böyle müdakkik ve ilim ve şeriat ve Kur'an cihetinde bu zamanda söz sahibi en büyük âlim böyle hükmetmiş. Risale-i Nur'un talebeleri, bu mes'eleyi -ihtiyaten- yabanîlere onun ismini vermekle teşhir etmemek gerektir ve dualarına onu dâhil etmek lâzımdır.

Umum kardeşlerimize selâm.

* * *

Sh:»(K:220)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Azîz, Sıddık, Müstakim Kardeşlerim!

(136)

Gayet ciddî bir ihtar ile bir hakikatı beyan etmeye lüzum var. Şöyle ki:

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ الاَّ اللَّهُ sırrıyla ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri bildirilmezse bilmezler. En büyük bir veli dahi, hasmının hakikî hâlini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşere'nin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer bütün bütün zâhir-i şeriâta muhalif ve hatâsı zâhir bir içtihad ile hareket edilmiş ola. Bu sırra binâen وَ الْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَ الْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ deki ulüvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avam-ı mü'minînin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla, îmanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur'un erkânlarının haksız itirazlara karşı haklı fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen; ve ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hakkın mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini cerhedip ve ötekinin delilleriyle berikini yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur şakirdleri bu mezkûr dört esasa binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için musalahakârane, medar-i itiraz noktaları izah etmek ve cevab vermek gerektir.

Çünki bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti mikdarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip, bozmuyor; kendini mazur biliyor, ondan niza çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder, ehl-i dalâlet istifade ediyor.

Sh:»(K:221)

İstanbul'da malûm itiraz hâdisesi îma ediyor ki; ileride, meşrebini çok beğenen bazı zâtlar ve hodgâm bazı sofî-meşrebler ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-u câh vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risale-i Nur'a ve şâkirdlerine karşı kendi meşreblerini ve mesleklerinin revacını ve etba'larının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler, belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hâdiselerin vukuunda, bizlere itidal-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir.

ş etmek hâtırıma gelmeyen bir sırrı, fâş etmeye mecbur oldum. Şöyle ki:

Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı mânevîsi "Ferîd" makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki -ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz'da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu.. ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımağa mecbur olmuyor. Ben eskide Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki; Gavs-ı A'zam'da kutbiyet ve gavsiyetle beraber "ferdiyet" dahi bulunduğundan, âhirzamanda şâkirdlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerreme'de dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur'un aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse; Risale-i Nur şakirdleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.

Evet kardeşlerim; bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde, hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir

Evet.

يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلآخِرَةِ âyetinin sırr-ı işarî

Sh:»(K:222)

siyle, âhireti

bildikleri ve îman ettikleri halde, dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi bâki bir elmasa, bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve akibeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir. O musibet sırrıyla, hakikî mü'minler dahi bazan ehl-i dalâlete tarafdar olmak gibi dehşetli hatada bulunuyorlar. Cenab-ı Hak ehl-i îmanı ve Risale-i Nur şakirdlerini bu musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin, âmîn

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ederiz.

Said Nursî

* * *

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

(137)

Risale-i Nur'un intişarına ve fütuhatına karşı gelen biri semavî, biri arzî iki musibete mukabele edecek ayrı bir inayet-i İlâhiyye cilvesi görülmeye başladı.

Arzî ve insanî olan musibet: Isparta'da ve İstanbul'da olduğu gibi; Kastamonu'nun havalisinde de, ehl-i dalalet Risale-i Nur'un intişarına sed çekmek için, has talebelerin ve ciddî çalışanların şevklerini kırmak ve onlara fütur vermek için, ayrı ayrı tarzlarda, umumî bir plân dâhilinde taarruz ediliyor. Hâlislere fütur veremediklerinden, başka meşgaleler bulmakla çalışmalarına zarar veriyorlar.

Semavî musibet ise: İhtikâr neticesinde, hayat ve yaşamak hissi, hissiyat-ı diniyeye galebe çalıp, ekser nas midesini, maişetini daima düşünüyor. Hattâ ekser fukara kısmından olan Risale-i Nur talebeleri, bu musibete karşı çabalamak mecburiyetiyle hakikî ve en mühim vazifesi olan neşir hizmetini bırakmağa mecbur oluyor.

Hem insanların zihinleri, fikirleri kasden ve bizzat hakaik-i îmaniyeye karşı bu yüzden bir derece lâkaydlık bir vaziye almasından, bir tevakkuf devri gelmesine mukabil; Cenab-ı Hakk'ın inayet ve rahmetiyle başka bir tarzda Risale-i Nur'un

Sh:»(K:223)

intişar ve fütuhatına meydan açmış. Ezcümle: İstanbul âfâkından -yüksek ülemanın- eski Fetva Emini Ali Rıza, Ahmed

Şiranî ve parlak vaizlerden Şemsi gibi zatlar, Risale-i Nur'la ciddî ve takdirkârâne münasebetdar olmağa başlamalarıdır.

Hem hâtırımızda olmadığı halde, yeni hurufla tab'etmek üzere başta Âyet-ül -Kübra'nın en mühim parçası yedi parça, bir mecmuada tab'etmek; ve gençleri uyandıran üç-dört parça ayrı bir risalede, Hâfız Mustafa ile beraber tab'etmek için matbaaya gönderdik.

Hem mühim bir zat teşebbüs ediyor ki: Mühim parçalardan bir kısmını Ankara'da, büyük rütbeli birisinin muavenetiyle tab'etmek niyeti var. Ben şimdilik muvafakat etmedim.

Velhasıl bir kapı kapansa, inâyet-i İlâhiye daha parlak kapıları Risale-i Nur yüzünden açıyor, yol veriyor. Risale-i Nur'un mektub ve melfuz hurufatı adedince Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e hamd senâ ve şükür olsun. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

Buna binaen, bu tevakkuf ve muvakkaten fütura merak etmeyiniz. Zâten şimdiye kadar çalışmalar tohumlar nev'inde, istikbalde kâfi sünbüller verebilir. Farz-ı muhal olarak, hiç çalışılmasa da yine kifayet eder. Kat'iyyen takarrur etmiş ki; Risale-i Nur hakikatlarına, gıdaya ihtiyaç gibi bu zamanda ihtiyaç var. Bu ihtiyaç ise onu tevakkufta bırakmaz, işlettirecek inşâallah.

Hâfız Mustafa ile umumunuza bedel görüştük, fakat pek az bir zamanda. Cenab-ı Hak onu ve Tâhirî'yi tab' mes'elesinde muvaffak eylesin, âmîn.

Hâfız Ali'nin mektubunda, Medrese-i Nuriye'nin üstadı olan Hacı Hâfız ile gayet samîmane ve uhuvvetkârâne görüşmeleri ve meşveretleri bizleri çok mesrur eyledi.

Kardeşiniz

Said Nursî

* * *

(138)

Sh:»(K:224)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Nur fabrikasının sahibi, Birinci Şua'ın Dördüncü Âyet bahsinde, hakikat-ı İslâmiyetin yedi esasını parlak bir surette isbat edildiği cümlesine dair soruyor ki:« Erkân-ı İslâmiyeyi beş biliyoruz.» Hem vücub-u zekat rüknü, risalelerde ne surette izah edildiğini soruyor.

Elcevab: İslâm'ın rükünleri başkadır, hakikat-ı İslâmiyet'in(Hâşiye) esasları yine başkadır. Hakikat-ı İslâmiyet'in esasları; altı erkân-ı îmaniye ile ve esas-ı ubudiyet ki, İslâmın beş rüknü olan (savm, salât, hacc, zekat, kelime-i şehadet) mecmuunun hülâsasıdır. Risale-i Nur, altı rükn-ü îmaniye ile bu esas-ı ubudiyeti isbat edip« سَبْعَ الْمَثَانِى »cilvesine mazhariyeti muraddır. Vücub-u zekâtın izahından murad ise, zekatın teferruat tafsilâtı değil; belki zekatın, hayat-ı içtimaiyede derece-i lüzumu ve ehemmiyetli kıymeti isbat edilmiş demektir. Evet Risale-i Nur'dan evvel yazdığımız risalelerde, hem de Risale-i Nur'un müteaddid yerlerinde, vücub-u zekatın hayat-ı içtimaiyede ne derece ehemmiyetli olduğu kat'iyen ve vâzıhan isbat edilmiş demektir.

Isparta'da Risale-i Nur'un ders ve neşrine iki köşkünü bir zaman tahsis eden kardeşimiz Şükrü Efendi'nin iki genç evlâdının vefatı, beni müteessir etti. Çünki beş-altı yaşında iken, masume kerimesi yanıma geldikçe, her defa "Adın nedir?" soruyordum. Masumane, kemal-i fahirle "Hayrünnisa" derdi, beni şefkatle güldürüyordu. Cenâb-ı Hak o mübarek mâsumeyi birden Cennetine aldı, şu dünya Cehenneminden kurtardı. Ve merhum mahdumu Hayatî ise, hastalık inşâallah onu da Hayrünnisa gibi günahsız, mâsum yaptı. Beraber Cennet tarafına gittiler. Bu nokta-i nazardan ben o iki çocuğu tebrik ediyorum. Ve peder ve validelerini de hem taziye, hem manen tebrik ediyorum ki; o iki evlâdları وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ sırrına mazhar

(Haşiye): «Beraber» kelimesi Şuada nİoksan oldugu için, şüphe edilmiş.

Sh:»(K:225)

oldular. Ben o ikisini, Risale-i Nur'un vefat eden şakirdleri içinde dualarımıza dahil ettik.

şdü Efendi benim tarafımdan Şükrü Efendi'ye, taziyenamesi olan Onyedinci Mektub'u, benim yerimde okusun.

Risale-i Nur'un kaptanı Sabri, Nis adasındaki bir kardeşimiz ve Onuncu Söz'ün tab'ından sonra tehlikeden muhafaza için kaç ay hanesinde saklayan ve peder ve validesiyle, bizimle ciddî alâkadar bulunan Veli Efendi'nin peder ve validesinin vefat haberlerini yazıyor. Cenab-ı Hak onlara rahmet eylesin. Ben inşâallah çok zaman onları manevî kazançlarıma şerik edeceğim.

* * *

(139)

Aîiz, Sıddık Kardeşlerim!

Ben pek kat'î bir surette ve bine yakın tecrübelerim neticesinde kat'î kanaatım gelmiş ve ekser günlerde hissediyorum ki: Risale-i Nur'un hizmetinde bulunduğum günde, o hizmetin derecesine göre kalbimde, bedenimde, dimağımda, maişetimde bir inkişaf, inbisat, ferahlık, bereket görüyordum. Hem orada iken, hem burada çok kardeşlerimden aynı haleti hissettim ve ediyorum. Ve çokları itiraf ediyor ki, "Biz de hissediyoruz" derler. Hattâ size geçen sene yazdığım gibi, benim pek az gıda ile yaşadığımın sırrı, o bereket imiş.

Hem İmam-ı Şâfiî'den (R.A.) rivayet var ki; «Hâlis talebe-i ulûmun rızkına, ben kefalet edebilirim »demiş. «Çünki rızıklarında vüs'at ve bereket olur.» Madem hakikat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risale-i Nur şakirdleri bu zamanda tam liyakat göstermişler; elbette şimdiki açlık ve kahta mukabil Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle, maişet peşine koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır.

Evet her tarafta bu derd-i maişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalalet bundan istifade eder. Ehl-i diyanet de kendini mazur bilir, "Zarurettir, ne yapalım?" der.

Sh:»(K:226)

Demek ki, Risale-i Nur şakirdleri bu açlık ve zaruret musibetine karşı, yine Nur'la mukabele etmeli. Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi îmanını kurtarmak değil; belki başkasının îmanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devam ile olur.

Size yazmıştık ki, muarızlara adavetle mukabele etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar, ehl-i takva, ehl-i ilme karşı dostane vaziyet alınız. Fakat bu noktaya dikkat ediniz ki, Risale-i Nur'un zararına ve şakirdlerinin salabet ve metanetlerine ilişecek bir tarzda daireniz içine sokmayınız. Öyleler niyet-i hâlise ile girmezse, belki fütur verirler. Eğer enaniyetli ve hodfüruş ise, Risale-i Nur şakirdlerinin metanetlerini kırarlar; nazarlarını, Risale-i Nur'un haricine çekip dağıtırlar. Şimdi çok dikkat ve metanet lâzımdır.

Bu havalide, hakikaten ümidimin fevkinde, Risale-i Nur talebelerinden iki kahraman yetiştiler. Baba, oğul; Ahmed Nazif, Salahaddin. Bu iki zat Risale-i Nur'un neşrinde ikiyüz adam kadar çalıştıklarını görüyoruz. Ezcümle: Birisi yani oğlu, Kars'ta durup hem Van'a, hem Erzurum'a, hem Konya'ya, hem buralara -size leffen gönderdiğim mektub gibi- muhabereler ile tesirli bir surette çalışıyor; tam bir Abdurrahman'dır.

***

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Kardeşiniz

Said Nursî

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

(140)

Bu zamanda hususan bu sıralarda, Risale-i Nur'un şakirdleri tam bir metanet ve tesanüd ve dikkat etmeye muhtaçtırlar. Lillâhilhamd Isparta ve havalisi kahramanları demir gibi bir metanet göstermesiyle, başka yerlere de hüsn-ü misâl oldu.

Ey Hüsrev! Te'sirli ve güzel mektubunu aldım. Vazifenin

Sh:»(K:227)

başına geçmen, bizi fevkalâde mesrur etti. Binlar safalar ile geldin. Sen, birbuçuk sene maddî kalemin işlemediğinden merak etme. Senin yerine ve kerametli kaleminin yadigârı olan Mu'cizat-ı Ahmediye'nin biri vilâyât-ı şarkıyede fa'alane geziyor.

Diğer son yazdığın nüsha da, İstanbul'da senin yerinde çalışıp, inşâallah fütuhat yapar. Senin yazdığın mu'cizeli iki Kur'an-ı Azîmüşşan'ın bu havalide hususan Ramazan-ı Şerif'te sana kazandırdıkları sevabları ve tahsin ve tebriklerini, inşâallah yakında tab'a girmesiyle, âlem-i İslâm'dan senin ruhuna yağacak rahmet dualarınışün, Allah'a şükret

Hâfız Ali'nin mektubunda, İslâmköyü'ndeki hocalara muhabbete ve dostluğa karar vermesi bizi memnun eyledi. Evet İslâmköyü, nasılki Risale-i Nur'a pek ziyade alâkadarlıkta imtiyaz ve sebkat kazanmış. Öyle de ben orada iken, sair hocalara nisbeten İslâmköyü hocaları dahi daha ziyade insaflı ve Risale-i Nur'u takdir ettiklerini gördüğümden, bu havalideki hocaların lâkaydlıklarına karşı onları hüsn-ü misal gösteriyorum. İnşâallah onlardan zarar gelmez. Ben İslâmköyü'nü Nurs Köyü gibi biliyorum, o hocalara da akrabam nazarıyla bakıyorum, onlara da selâm ediyorum. Evet onların insafı ve Risale-i Nur'a karşı dostluklarıyla, Nur Fabrikası o köyde dağdağasız teessüs etti tahmin ediyorum.

Ey Sabri kardeş! Başın sağ olsun. Cenâb-ı Hak o validemizi mağfiret eylesin! Âmin. Benim, karabet-i nesebiyeyi ihsas eden parmaklarındaki nişan ve bu yedi-sekiz sene Abdülmecid'den daha hararetli fa'alâne kardeşlik vazifesini yaptığınızdan, elbette senin merhume validen benim de validemdir. Onu da, validem yanına mânevî kazançlarıma ve duâlarıma hissedar ediyorum. Cenâb-ı Hak sana sabr-ı cemil ihsan ve o merhumeyi de garîk-i rahmet eylesin! Âmin.

***

Kardeşiniz

Said Nursî

Sh:»(K:228)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

(141)

Risale-i Nur, tarikât değil hakikattır. Âyât- Kur'aniyeden tereşşuh eden bir nurdur. Ne şarkın ulûmundan ve ne de garbın fünunundan alınmış değil. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın bu zamana mahsus bir i'caz-ı mânevîsidir. Menfaat-ı şahsiye yoktur. Risale-i Nur'un -hiç olmazsa- Söz ve Mektublarını tamamıyla okuyunca bir çok hakikatlar tezahür edeceğinden, bugünkü düşüncenizden, yani Risale-i Nur'u yazmakta çekinmek ve çekilmekten derhal teberri' edeceksiniz.

Muhterem değerli kardeşim! Derhal yazmaya başlayınız, korkmayınız..... Hizmet-i Kur'an, inşâallah muhafaza edecektir. Diğer Efendi'yi ziyarete gidenlere ve Risale-i Nur'u yazan o havalideki kardeşlerimize geçmiş olsun (Hâşiye). Hâfız-ı Hakikî inşâallah muhafaza edecektir. İmam-ı Ali (R.A.)ın تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ سِرًّا بَيَانَةً * تُقَادُ سِرَاجُ السُّرْجِ سِرًّا تَنَوَّرَتْ emrine inkıyâd etmek îcab ettiğinden, Risale-i Nur'u gizli okumak, gizli yazmak, gizli neşretmek lâzımdı. O kardeşlerimizin bu emre riayet etmemesinden ileri geldiğinden, hafif şefkat tokadı yediklerinden tekrar geçmiş olsun.

Hiç merak etmesinler, hiçbir şey yapılmaz ve yapamaz ve göremezler. Bu hâdiseden müteessir olup çekinmeyiniz. Bilakis çalışmanızı ziyadeleştirin ki, tecrübe-i meydan-ı imtihanda muvaffak olunuz. Risale-i Nur'a sık sık ilişirler, fakat bir halt edemezler. Çünki Gavs-ı Azam (R.A)ve İmam-ı Ali (R.A.) gibi zâtların himayeleri ve duaları berekâtına, Hâfız-ı Hakikî hıfzeder. اَلْحَمْدُ لِلَّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Ruhânî inkıbaz inşâallah geçe

--------------------------------

(Hâşiye): Kardeşimiz Salâhâddin burada, Isparta'da olduğu gibi, bunlara da Risale-i Nur'u aramak için evlerini taharri edip sıkıştırdıkları zaman, hıfz-ı İlâhî ile birşey bulamadıkları zamanki hâdiseye işaret ediyor.

Feyzi

Sh:»(K:229)

cektir. Risale-i Nur لِلَّذِينَ اَمَنُوا هُدًى وَشِفَآءٌ sırrına mazhardır. Ondan istimdad et. Risale-i Nur talebeleri birbirinin ibadetinden hissedar olduklarından, daimî virdleri olan bu âyet-i azîme size de şifa verir. Risale-i Nur'u yazınız. İhtiyata riayet ediniz!

Bütün kardeşlerime selâm ve hürmetler. Risale-i Nur'a çalışmanızı tekrar tavsiye ederim, kardeşlerim

Salahaddin

* * *

(142)

KARA DAÐ'IN BİR MEYVESİ

Bir âyetin mana-yı işarîsinin külliyetinden bir ferdi, Teşrin-i sâni otuzuncu gün, bin üçyüz ellisekizde , Karadağ başına çıkıyordum. "İnsanların, hususan Müslümanların bu teselsül eden helâketleri ve hasaretleri ne vakitten başladı, ne vakte kadar devam eder?" hatıra geldi. Birden, her müşkilimi halleden Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, Sure-i ( وَالْعَصْرِ ) þþyi karşıma çıkardı. Dedi: "Bak!" Baktım. Her asra hitab ettiği gibi, bu asrımıza daha ziyade bakan وَالْعَصْرِ * اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ âyetindeki اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ (şedde ve tenvin sayılır) makam-ı cifrîsi bin üçyüz yirmidört (1324) edip, hürriyet inkılabıyla başlıyan tebeddül-ü saltanat ve Balkan ve İtalyan Harbleri ve Birinci Harb-i Umumî mağlubiyetleri ve dehşetli muahedeleri ve şeair-i İslâmiyenin sarsılmaları ve memleketin zelzeleleri ve yangınları ve İkinci Harb-i Umumî'nin zemin yüzünde fırtınaları gibi, semavî ve arzî musibetlerle hasâret-i insaniye ile اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِى خُسْرٍ âyetinin bu asra dahi bir hakikatı, maddeten aynı tarihiyle gösterip, bir lem'a-i i'cazını gösteriyor. اِلاَّ الَّذِينَ اَمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ (Âhirdeki ( ت ) ,( ه ) sayılır,

Sh:»(K:230)

Şedde sayılır) ise, makam-ı cifrîsi bin üçyüz ellisekiz olan bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihini göstermekle o hasaretlerden bâhusus manevî hasaretlerden kurtulmanın çare-i yegânesi,

îman ve a'mâl-i sâliha olduğu gibi ve mefhum-u muhalifiyle, o hasâretin de sebeb-i yegânesi küfr ü küfran, şükürsüzlük; yani îmansızlık, fısk u sefahet olduğunu gösterdi. Sure-i وَ الْعَصْرِ nin azametini ve kudsiyetini ve kısalığıyla beraber gayet geniş ve uzun hakaikın hazinesi olduğunu tasdik ederek, Cenâb-ı Hakk'a şükrettik.

Evet Âlem-i İslâm'ın, bu asrın en büyük hâsâreti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumî'den kurtulmasının sebebi: Kur'andan gelen îman ve a'mâl-i sâliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri; ve zenginlere gelen hasaret ve zayiatın sebebi de, «zekat» yerinde ihtikâr etmeleridir. Ve Anadolu'nun bir meydan-ı harb olmamasının sebebi; اِلاَّ الَّذِينَ اَمَنُوا kelime-i kudsiyesinin hakikatını fevkalâde bir surette yüzbin insanın kalblerine tahkikî bir tarzda ders veren Risale-i Nur olduğunu, pek çok emareler ve şakirdlerinden binler ehl-i hakikat ve dikkatin kanaatları isbat eder.

Ezcümle: Emarelerden biri, Risale-i Nur'a sıkıntı veren veyahut hizmetinden çekilen pek çok adamların tokat yemeleri gibi; bu sene, bu memleketin etrafında umumî bir tarzda Risale-i Nur'un intişarına sıkıntı verip şimdiki bir nevi tevakkuf devresi vermek hatasıyla, şimdiki umumî sıkıntının bir sebebi olduğunu göstermesidir.

Said Nursî

SURE-İ VE-L'ASR'IN DAÐ MEYVESİ NAMINDAKİ

NÜKTESİNE BİR HAŞİYEDİR

(143)

Sh:»(K:231)

اَلصَّالِحَاتِ deki ت, âhirdeki "tâ"lar ekseriyetçe vakfa rast gelmesiyle cifirce ه sayılabilir, اِلاَّ beraberdir. Bu noktada (1358) bu zamanımızı gösterir. Ve telâffuzca ه okunmadığından ت kalabilir. Bu noktadan, şeddeler sayılmazsa ve( اِلاَّ )beraber değil, ikiyüz küsur sene zamana kadar îman ve âmel-i sâlih ile beraber bir taife-i azîme, hâsârat-ı azîmeye karşı mücahedeye devam edeceğine işaret edip, Fâtiha'nın âhirinde صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ bin beşyüz kırkyedi (1547) veya bin beşyüz yetmişyedi (1577) gösterdiği zamana; hem لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ حَتَّى يَاْتِىَ اللَّهُ بِاَمْرِهِ birinci cümle, bin beşyüz makamıyla âhirzamanda bir taife-i mücahidînin son zamanlarına; ve ikinci cümle bin beşyüzaltı makamıyla, galibane mücahedenin tarihine; ve üçüncü cümle bin beşyüz kırkbeş makamıyla pek az bir farkla, hem Fâtiha'nın, hem Ve-l-Asrı Sûresi'nin iki cümlesinin gaybî işaretlerine işaret edip, tevafuk eder. Demek bu hadîs-i şerîfin üç cümlesinden herbirisi, bin beşyüz tarihine ve mücahedenin ne kadar devam edeceğine dair işaretlerine, aynen bu اَلَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ şedde sayılmazsa, bin beşyüz altmışbir makamıyla, hem وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ (şedde sayılır fakat بِالصَّبْرِ lâmdır) bin beşyüz altmış makamıyla iştirâk edip, o tâife-i azîmenin mücahedatları ne kadar devam edeceğini mânâ-yı işârî ve cifrî ile gösterirler. Ve Fâtiha ve hadîsin irâe ettikleri tarihe, makam-ı ebcedleriyle takarrüb

Sh:»(K:232)

edip, farklı bir derece tevafuk ederler ve mânâlarıyla da tam tetabuk ederek, parlak bir lem'a-i i'caziye-i gaybiyeyi gösteriyorlar.

* * *

(144)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Eski Said çok zaman Medreset-üz Zehra'yı gaye-i hayâl ederek çalışmış. Cenâb-ı Hak kemal-i merhametinden, Isparta'yı o Medreset-üz-Zehra hükmüne getirdi. Ve nahiyemiz olan küçücük Isparta'nın mahdud akraba ve ahbab yerine, mübarek Isparta Vilâyetini verip binler kardeşi ihsan eyledi. Belki muhtemeldir ki, o küçük Isparta'nın aslı, bu büyük Isparta'dan gitmiş. Benim vatan-ı aslim, bu Isparta olmak caizdir. Hattâ Isparta'lı kim olursa olsun, başkalara nisbeten benimle ve Risale-i Nur'la fazla alâkadar görüyorum. Hattâ buradaki bütün zâbitan içinde biri müstesna, en ziyade bize ve Risale-i Nur'a ciddî alâkadar, bu hâmil-i mektub Isparta'lı Hilmi Bey'i gördüm. Onu Risale-i Nur'un has şakirdleri içinde kabûl eyledik.

Isparta'da ve Sav'daki taarruz bir derece umumîdir. Risale-i Nur'un intişar ettiği her tarafta bu sıralarda, şimdiye kadar bir plân dahilinde Risale-i Nur'un fütuhatına karşı tecavüz var. Bir derece şevk ve neş'eye zarar verdi, bir devre-i tevakkuf açtı. Şimdiki kahtlığa o tevakkuf sebebiyet veriyor. Fakat Cenâb-ı Hakk'a şükür, Isparta ve havalisi kahramanları çelik gibi metanet göstermeleri, sair yerlerin de kuvve-i mâneviyelerini takviye ediyorlar. Bazı ihtiyatsız ve dikkatsizlerin yüzünden cüz'î zararlar olduğundan, ihtiyat ve dikkat her vakit lâzımdır. Barla'da Risale-i Nur'un muvakkat ta'tili sebebiyle yağmursuzluk başladığı gibi ve Risale-i Nur'un müdahalesiyle yağmurun Barla etrafındaki daireye mahsus olarak gelmesi ve Isparta'nın Risale-i Nur'a karşı iştiyaklarıyla, Hüsrev'in dediği gibi yağmur fevkalâde bir surette imdada gelmesi gibi, pek çok emarelerle ve burada Risale-i Nur münasebetiyle vücuda gelen yüz hâdiselerin delâletiyle deriz ki: Bu Anadolu'ya ayn-ı rahmet olan Risale-i Nur'a karşı, bu acib zamanda böyle umumî ve geniş bir taarruzla ve bazı yerlerde ta'tile mecbur olması, bu kaht ve galayı ve bu acib ihtikârı ve bereketsizlik ve açlığı netice

Sh:»(K:233)

verdiğine bize kanaat verdi. Şimdi yanımdaki Emin ve Feyzi gibi sair arkadaşlarım da aynı kanaattadırlar.

Umum kardaşlarımıza selam ve dua ve dualarını istiyoruz.

Kardeşiniz

Said Nursî

* * *

(145)

RİSALE-İ NUR ŞAKİRDLERİ TARAFINDAN SORULAN SUÂLE CEVABDIR.

Suâl: Geçen sene sizden sormuştuk ki; elli gündür merak edip dünya cereyanlarına bakmadınız ve sormadınız, o zaman bize bir cevab verdiniz. Gerçi o cevab hakikattır ve kâfidir. Fakat Risale-i Nur'un intişarı ve hizmeti ve âlem-i İslâmiyetin menfaati noktasında bir derece bakmanız lâzım iken, şimdi onüç ay oluyor aynı hâl devam ediyor. Merak edip hiç sormuyorsunuz.

Elcevab: اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ âyetine en a'zam bir tarzda şimdiki boğuşan insanlar mazhar olmalarından, onlara değil tarafdar olmak veya merakla o cereyanları takib etmek ve onların yalan, aldatıcı propagandalarını dinlemek ve müteessirane mücadelelerini seyretmek, belki o acib zulümlere bakmak da caiz değil. Çünki zulme rıza zulümdür; tarafdar olsa, zalim olur. Meyletse وَ لاَ تَرْكَنُوا اِلَى الَّذِينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ âyetine mazhar olur.

Evet hak ve hakikat ve din ve adalet hesabına olmadığına ve belki inad ve asabiyet-i milliye ve menfaat-i cinsiye ve nefsin enaniyetine dayanan dünyada emsali vuku bulmayan gaddarâne bir zulüm hesabına olduğuna kat'î bir delil şudur ki:

Bin masum çoluk-çocuk, ihtiyar, hasta bulunan bir yerde, bir-iki düşman askeri bulunmak bahanesiyle, bombalarla onları mahvetmek ve tabakat-ı beşer cereyanları içinde, burjuvaların en dehşetli müstebidleri ve sosyalistlerin ve bolşeviklerin en müfritleri olan anarşistlerle ittifak etmek ve binler, milyonlar

Sh:»(K:234)

mâsumların kanlarını heder etmek ve bütün insanlara zarar olan bu harbi idâme ve sulhu reddetmektir.

İşte böyle hiçbir kanun-u adalete ve insaniyete ve hiçbir düstur-u hakikata ve hukuka muvafık gelmeyen boğuşmalardan, elbette âlem-i İslâm ve Kur'an teberri eder. Yardımcılıklarına tenezzül edip tezellül etmez. Çünki onlarda öyle dehşetli bir fir'avunluk bir hodgâmlık hükmediyor; değil Kur'an'a, İslâm'a yardım, belki kendine tâbi ve âlet etmekle elini uzatır. Öyle zalimlerin kılınçlarına dayanmak, hakkaniyet-i Kur'aniye elbette tenezzül etmez.

Ve milyonlarla mâsumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Hâlık-ı Kâinat'ın kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur'an'a farz ve vâcibdir. Gerçi zındıka ve dinsizlik, o boğuşanların birisine dayanıp ehl-i diyaneti ezer. O zındıkanın tazyikinden kurtulmak, onun aksi cereyanına tarafdar olmak bir çaredir. Fakat şimdiye kadar o tarafdarlık, bir menfaat vermeyerek çok zararları dokunmuş.

Hem zındıka, nifak hâsiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip, sana düşman eder. Senin tarafdarlık cihetiyle kazandığın günahlar, faidesiz boynunda kalır. Risale-i Nur şakirdlerinin vazifeleri îman olduğundan, hayat mes'eleleri onları çok alâkadar etmez ve merakla baktırmaz. İşte bu hakikata binaen, değil onüç ay, belki onüç sene (Hâşiye) dahi bakmasam hakkım var. Sizler baktınız: Günahlardan başka ne kazandınız? Ben bakmadım, ne kaybettim?

İkinci Suâl: İşârât-ı Kur'aniye Risalesi'nde, Fâtiha'nın âhirinde sırât-ı müstakîm ashabı ki, َالَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ âyetiyle târif edilen taife içinde, hem لاَ تَزَالُ طَآئِفَةٌ مِنْ اُمَّتِى ilâ âhir... hadîsinin âhirzamanda gösterdikleri mücâhidler içinde ve

_____________________

(Hâşiye): Hem tam yedi senedir aynı hal devam etti. Ne merak etti ve ne de sordu ve ne de bildi.

Sh:»(K:235)

hem Ve-l'Asrı Suresi'nin اِلاَّ الَّذِينَ اَمَنُوا dan başlayan üç cümlenin mânâ-yı işârîsinde hususî bir surette bir ferdi, Risale-i Nur'un has şâkirdleri olduğuna sebeb nedir ve vech-i tahsisi nedir?

Elcevab: Sebebi ise; Risale-i Nur, yüze yakın din tılsımlarını ve hakaik-i Kur'aniyenin muammalarını hall ve keşfetmiştir ki; her bir tılsımın bilinmemesinden çok insanlar şübehata ve şükûke düşüp, tereddüdlerden kurtulamayıp, bazan îmanını kaybederdi. Şimdi bütün dinsizler toplansalar, o tılsımların keşfinden sonra galebe edemezler. Yirmisekizinci Mektub'daki İnâyât-ı Seb'ada bir kısmına işaret edilmiş. İnşâallah bir zaman o tılsımlar, müstakil bir risalede cem' edilecek.

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

(146)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Kahraman Tâhirî ve Hâfız Mustafa'nın yaptıkları hizmet çok güzeldir. Onların tedbirleri isabetlidir, haktır. Nur fabrikasının divanında verdiğiniz kararlar, ne olursa kabûlümüzdür. İşârât-ı Kur'aniye tevabi'leriyle beraber çok güzel. Yalnız Seyyid Şefik'e giden mektub, şahsına ait kısmı girmeyecekti. Lâhika'dan aldığınız parçalar da çok güzel. Büyük Ali sisteminde, küçük ve ikinci Ali'nin manidar fıkrası iyidir, fakat muhtasardır. En evvel gençlere ait üç-dört dersin ki, Hâfız Mustafa'ya vermiştik el makinasıyla, mümkünse eski hurufla, değilse yeni hurufla (Hâşiye) Nur fabrikasının divanındaki heyet münasib görse

_______________________

(Hâşiye): Risale-i Nur'un bir vazifesi; huruf-u Kur'aniye'yi muhafaza olduğundan, yeni hurufa zaruret derecesinde inşâallah müsaade olur.

Sh:»(K:236)

ve hal müsaade etse, yazılsın. Bize de bazı nüshalar gönderilsin. Mübareklerin İşârât-ül İ'caz'larına bedel bir nüshamı posta ile gönderdik. Cuma gününe rast gelen bu bayram, çok kıymetdar olan hacc-ül-ekber olduğundan, hacca bu sene gidenler çok kazanmışlar. Cenâb-ı Hak bizi de onların hayırlı dualarına hissedar eylesin, âmin. Tekrar be-tekrar o bayramınızı ve umum Risale-i Nur şakirdlerinin bayramlarını ve Nur ve Gül fabrikalarının heyetlerini ve medrese-i nuriye şakirdlerinin ve üstadlarının ve Barla sıddıklarının ve masumlarının ve ümmi ihtiyarların, ricalen ve nisaen umumunun birer birer bayramlarını tebrik ediyoruz.

Said Nursî

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ مَاكَتَبْتُمْ وَطَبَعْتُمْ

(147)

Azîz, Sıddık, Muktedir, Müteyakkız Kardeşlerim!

Sizin mübarek leyali-i aşerenizi ve Kurban Bayramınızı tebrik ederiz. Nur fabrikası sahibi Hâfız Ali'nin haşr-i cismanî hakkındaki hatırına gelen mes'ele ehemmiyetlidir ve mektubun âhirindeki temsili gayet güzel ve manidardır. O hâtıra ile Dokuzuncu Şua'ın Mukaddeme-i Haşriye'den sonraki dokuz bürhan-ı haşriyeyi istiyor diye anladım. Fakat maatteessüf bir-iki senedir te'lif vazifesi tevakkuf etmiş. Resail-in Nur'un mesaili; ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir ihtiyarla değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtârât ile oluyor. Bu dokuz berahine şimdi ihtiyac-ı hakikî kalmamış ki, te'life sevkolunmuyoruz.

Evet erkân-ı îmaniye içinde "Îman-ı Billah" ve "Îman-ı Bilyevm-il âhir" Âlem-i İslâmiyet'in iki kutbu ve iki güneşidir.

Birincisi; Risale-i Nur, tamamıyla bürhanlarını izah etmiş.

İkinci kutub ise; kısmen müstakil olarak Onuncu Söz,

Sh:»(K:237)

Yirmi Dokuzuncu Söz, Yirmi Sekizinci Söz, hususan cismanî lezzetlerin isbatında ve Mukaddeme-i Haşriye gibi risalelerde gayet kuvvetli haşr-i cismanîyi isbat etmiş, muannidleri de susturmuş. Ve îman-ı billâh gibi, bu dünyadaki mevcudat zâhir bir surette onu göstermediğinden kısm-ı ekserîsi ise, sair erkân-ı îmaniye içinde haşri kuvvetli bir surette isbat eder. Ezcümle: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın hakkaniyetini isbat eden bütün hüccetleri, ikinci derecede haşr-i cismânîyi, binler âyât-ı Kur'aniyenin tasvir ve izahatlarıyla isbat ediyor. Acaba, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın mu'cizâne Cennet'in lezâiz-i cismaniyesinden bahisleri ve izahları derecesinden daha başka bir izaha lüzum kalır mı?

Hem Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın hakkaniyetini isbat eden bütün mu'cizeleri ve hüccetleri ikinci derecede haşr-i cismanîyi ve Cennet ve Cehennem'in lezâiz ve âlâm-ı cismânîsini hârika belâgatıyla tasvir ve izah ediyor. Ve o izahtan sonra, daha izaha ihtiyaç kalır mı?

Hem Cenâb-ı Hakk'ın vücub-u vücudunu ve rahîmiyet ve hakîmiyetini ve ilim ve kudretini ve hafîziyetini ve sıfât-ı kudsiyesini isbat eden bütün bürhanlar, hüccetler, bir cihette haşri isbat ettiği gibi; rububiyetin muktezası olan irsal-i Rusül ve inzal-i Kütüb cihetiyle, hem Risalet-i Muhammediye'yi (A.S.M.) istilzam; hem Kur'an, O'nun konuşması ve kelâmı olmadığını ve kelâmullâh olduğunu isbat etmekle, haşr-i cismanîyi tafsilâtıyla bu iki noktadan yine isbat ediyor.

Elhasıl: Risale-i Nur'da îman-ı billâh ve îman-ı bilyevm-il âhir olan iki kutb-u îmanî, tam birbirine müsavi gelecek bir derecede isbat edilmiş. Yalnız bu kadar var ki, haşr-i cismanî kısmen sarîhan ve kısmen zımnî ve tebaî isbat edilmiş. Çünki bu âlem-i şehadet, Sâniini gayet sârih ve zâhir gösteriyor; ve haşri zımnî ve perdeli haber verir. İnşâallah bir zaman, Risale-i Nur'un şâkirdlerinden birisi veya birkaç tanesi, o dokuz makamı ve berahini te'lif edecek ve Mukaddeme-i Haşriye'nin başındaki âyât-ı a'zamın dokuz fıkrasının hazinelerini, Risale-i Nur'da münteşir haşr-i cismanî berahiniyle ve kalblerine gelen sünuhat ve ilhamat ile açıp; Do-

Sh:»(K:238)

kuzuncu Şua'ı, Onuncu Söz'den daha parlak, daha kuvvetli bir tarzda tekmil edecek.

Bütün kardeşlerimize birer birer selâm ve bayramlarınızı tebrik ediyoruz.

Said Nursî

* * *

(148)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sırrıyla; çok tecrübelerin neticesinde, çok def'a zâhirî muvaffakıyetsizlik, hakkımızda birer inâyet perdesi olduğuna bir emaresi, belki bir delili de; bu sene biz, her tarafta bir nevi taarruz, o taarruzdan bir nevi cüz'î tevakkuf, hem matbaaların kapıları şimdilik Risale-i Nur'a -hattâ yeni hurufla dahi- kapanması hayırdır. Birkaç cihette inayettir ve himayettir.

Evvelâ: Bu sene -perde altında- insanlar, eşedd-i zulüm ile rızık hakkında bir dehşetli ameliyat; ve kader-i İlâhî hakîmane bir adaletle, çoktan beri teraküm eden zekâtları ve cizyeleri almak ve hadden çok ziyade tecavüz eden hırsı ve ihtikârı tokatlamak için, umumî bir ameliyat-ı cerrahiye hengâmında, elbette yalnız îmana ve âhirete hasr-ı nazar eden ve vazife noktasında hayat-ı içtimaiyeye çok bakmayan ve ihlâs-ı tâmmı kazanmak için hiçbir maksada âlet ve hiçbir dünyevî cereyana tâbi olmıyan Risale-i Nur'un parlak ve kuvvetli hizmeti, tesettür perdesi altından çıkıp âşikâr bir tarzda olsaydı, her halde birinci ameliyat-ı insaniye ona ilişecekti. Ve ikinci ameliyat-ı kaderiye rızık ve mide üzerine olması cihetiyle; ya insanların nazarlarını o hizmetten çevirecekti, mideleriyle meşgul edecekti veyahut o hizmetin ihlâsını bir derece kırıp, maişet derdinin bir hissesi onda bulunacaktı.

Sâniyen: Yazılmasına şimdilik lüzum yok.

Sâlisen: İzharına bu zamanda izin yok... Fakat mâdem şakirdlerin gayret ve şevk ve himmetleri şimdiye kadar matbaalara ihtiyaç bırakmamışlar. İnşâallah o kudsî hizmete devam

Sh:»(K:239)

edip, o elmas kalemler ile neşr-i envar edecekler. Mâdem bütün bütün mesleğimize muhalif olan yeni hurufu, bir-iki risale için kabûl ettiğimiz halde matbaacılar çekindiler, o hayr-ı azîmi kaybettiler. Siz o iki risaleyi bizim hesabımıza, kahraman kardeşlerimizden yirmi-otuz zâtâ tevzi' ederek, yirmi-otuz nüshayı eski hurufla yazdırınız. Yazan kalem sahiblerine dâimî hasenat kazandıran o pek büyük hayrı, siz kazanınız. Eğer yeni hurufla, el makinasıyla o iki risaleden yazılmış nüshalar varsa, bize bazı nüshalar gönderiniz.

* * *

(149)

İşarat-ı Kur'aniye ve üç Keramet-i Aleviye ve Keramet-i Gavsiye Hakkındaki Sikke-i Gaybiye Risalesi'ne bir tenbih ve ihtardır.

Bu gayet mahrem risaleler, nasılsa muannid bir nâmahremin eline bu risalelerden birisi geçmiş. Gayet sathî ve inad nazarıyla bir-iki yerine haksız bir itiraz ile ehemmiyetli bir hâdiseye sebebiyet verdiğinden; bu mecmua, Risale-i Nur'un has talebelerine belki ehass-ı havassa mahsus olduğu halde ve benim vefatımdan sonra intişarına müsaade olmasıyla beraber; şimdi mezkûr hâdisenin sebebiyle herkese değil, belki ehl-i insaf ve Risale-i Nur'la alâkadar ve talebelerinden bulunanlara, haslardan birkaç şakirdin tensibiyle gösterilebilir fikriyle yazdık.

İkinci Nokta: Bu risale (Sikke-i Gaybiye) baştan aşağıya kadar bir tek neticeye bakar. Bine yakın emarelerle, Risale-i Nur'un makbuliyetine bir imza basıldığını isbat ediyor. Böyle bir tek dâvaya bu derece kesretli ve ayrı ayrı cihetlerde binler emareler ve îmalar onu göstermesi ilmelyakîn değil, belki aynelyakîn, belki hakkalyakîn derecesinde o dâvayı isbat eder.

Üçüncü Nokta: Bu risaleyi mütalâa eden zatlar, inceden inceye, hususan cifrî hesabatına meşgul olmağa lüzum yok. Hem bir kısmı anlaşılmasa da zararı yok. Hem umumunu okumak da lâzım değil. Hem Keramet-i Gavsiye'nin âhirinde, ikiyüz yirmidördüncü sahifede, Şamlı Hâfız Tevfik'in fıkrasından

Sh:»(K:240)

başlayıp âhire kadar mütalâadan sonra ve baştaki mukaddemeyi de okuduktan sonra istediği parçayı okusun.

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

(150)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Hem Kâtib Osman'ın hem mübareklerden İbrahim'in, hem Nur fabrika sahibinin, hem Hulusi-i Sâni'nin mektubları bir-iki günde geldiler. Merak ile mahzun kalbimizi müferrah eylediler. Kâtib Osman'ın mektubunda, hususî selâmlarını gönderdiği zatların, hususan kahraman Rüşdü, Zühdü Bedevi ve Nuri kardeşlerimize hassaten ve umuma selâm ve selâmetlerine dua. Ve Hüsrev'in yakında gelmesinin tebşiri, onun hakkındaki merakımızı izale etti. Mâşâallah Kâtib Osman da, Hüsrev gibi mûcib-i merak noktaları yazıyor. Onun mektubunu getiren Halıcı İbrahim demiş ki: "Sıddık Süleyman Rüşdü buraya gelmek ihtimali var." O kahraman kardeşim yakînen bilsin ki ben, ondan ziyade ona müştakım. Fakat o her gün, has dairesinin birinci safında mânen yanımızda bulunuyor, mânevî kazançlarımıza da hissedar oluyor. Bizim mesleğimizde sohbet-i suriye ehemmiyeti azdır.

Hem bu dehşetli ameliyat-ı dâhiliye hengâmında ve yol masrafı çok ziyade olduğundan, gelmek münasib olmuyor. Ve vehham ehl-i dünya, burada ziyade bize dikkat ediyorlar. Hattâ bu bayramda kapımı ziyaretçilere kapadık.

Hâfız Ali'nin mektubunda Rüşdü'nün bir teşebbüsü var ki; gençlere ait dört-beş parça ders ki, Hâfız Mustafa'ya vermiştim ki tab' etsin. Cenâb-ı Hakk'a şükür, sizin kesretli kalemleriniz matbaaya ihtiyaç bırakmıyor. Eğer kolayca, ucuzca mümkün olsa, eski veya yeni hurufla yaparsınız.

Hâfız Ali'nin mektubunda, Risale-i Nur'a karşı kemal-i

Sh:»(K:241)

mahviyetle kemal-i ihlâsı ve irtibatı, onun eskiden beri takdir ettiğim bir hasiyet-i mümtazesini göstermekle beraber, benim gibi bir bîçareyi de şefaatçi yapıp, ben de onun kemal-i samimiyetini şefaatçi yapıp, duasına âmin derim.

Mübarek köyünden, mübarekler cemaatinden, mübarek İbrahim'in bereketli mektubunu okudum. Beni memnun eden çok sözler var içinde. Ve bilhassa benim başıma yağan yağmurdan rü'yada içmesi ve biraderzadesi Osman'ın ileride Risale-i Nur'a talebe olması, kendini okutması bizi mesrûr eyledi. Cenâb-ı Hak öyle mübarekleri o köyde çoğaltsın.

Umum kardeşlerimize birer birer selam.

(151)

Azîz Kardeşlerim!

Bu mektub bir derece mahremdir. (İngiliz siyasetine taraftar olanlaragösterilmesin.) Büyük Hâfız Ali'nin hususî medresesinde bir hemşiremizin intak-ı bilhak nevinden «galib cereyanın ileri gitmemesinin bir sebebini, Risale-i Nurşakirdlerinin siyasete bakmamaları ve çarpışmadan gelen zülumlere hissedarolmamak için merakla harekâtlarını İslâmiyet menfaati noktasında dualarıile takip etmedikleridir.» demesi, hem Hâfız Ali'nin Hüsrev'le görüşmesi veÜstadımız bizi siyasetten men'ediyor, zarardır demesine mukabil, bir kardeşimizneyle sabittir diye istifsarı ve onüç aydan beri harbin vaziyetini nazaraalmadığımın sebebini soran buradaki kardeşlerime verdiğim cevaba HâfızAli'nin istihsanı münasebetiyle, kaidemize muhalif olarak bir-iki dakika siyasete bakıpbir-iki kelime beyan ediyorum.

Evvelâ : Buradaki bir kısım Risale-i Nur şakirdleri Âlem-i İslâm'daçok müstemlekâtı bulunan bir devlet (İ.N.G.L.Z), bu Anadolu haricindekimüslümanlara yalnız kendi menfaati için bir derece dinlerine ilişmiyor veyailişemiyor, diye o devletin hariç İslâm'lara tatbik ettiği (siyasete bütün bütünmuhalif bir siyaseti takib ettiği) bu memlekette faaliyette bulunan propagandasınakapılıp o cereyana taraftarlıkla Risale-i Nur'un safvet ve

Sh:»(K: 242)

hâlisiyetine zarar verdiğinden o siyasî şakirdlere dedim:

O devlet ( İ.N.G.L.Z.) bu memleketteki hükümete, müstemlekâttakimüslümanlara ısınmamak ve iltihak etmemek için, eskiden beri bu vatandadinsizliği tervic etmiş, şimdiki ilhad dahi onun ifsad komitesinin eseridir.

Hatta o yüzde beş-on dinsizin hatırını saydı, mesleklerini (rejimlerini)resmen takdir ederek, yüzer milyon İslâm'ın hatırlarını kırdı. Ve mağlubolduğu halde, inat ve menfaati için sulhu reddetti. Küre-i Arz'a ateş verdi. Ve buâlem-i insaniyetin her tarafında sönmez yangını oldu.

İşte madem siz bu vatanın evlâdısınız, burada onun propagandasınakapılmayınız. Ve siyasete karışmayınız. Eğer hariçte olsanız oradakimüsaadekâr siyasetine tarafdarlık gösterseniz, eğer lüzum olursa ve Risale-i Nurdahi müsaade etse belki zarar olmak. Yoksa zarar ve hatar ve hatadır.

Amma öteki galib cereyan ise, ne vakit Kur'an ve Risale-i Nur'a ve bize veİslâm'lara yardım etse ve Kur'an'ın hakikatına hizmete bilfiil teşebbüs eylese,siz de o vakit Kur'an ve Risale-i Nur hesabına onun harekâtını merakla ve dua ilebakabilirsiniz. Yoksa şimdiden tarafgirane bakmak ile tahribatındaki zulümlere hissedarolmak ihtimali var. Ve hariç Âlem-i İslâm'ın mânevî cereyanlarını muhalifolur.

SaidNursî

* * *

(152)

Azîz Kardeşlerim!

Risale-i Nur'un hakkaniyetine ve ehemmiyetine dair bir imza-yı gaybî hükmünde olan yazdığınız Mecmua-i İşârât'a, Lâhika'dan intihab ettiğinizden iki misli daha ilâve etik. Eğer siz de kendinize öyle bir mecmua yazmışsanız, ilâve ettiğimiz mikdarı size de göndereceğiz. Bu mecmuanın gösterdiği kıymet Risale-i Nur'da bulunduğunu, bu zamanın dehşetli fırtınaları isbat ediyor.

Evet kardeşlerim, Hazret-i İsa Aleyhisselâm İncil-i Şerifte

Sh:»(K:243)

demiş ki: "Ben gidiyorum... tâ size tesellici gelsin." -Yâni Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm gelsin,- demesiyle Kur'an'ın beşere gayet büyük bir neticesi, bir gayesi, bir hediyesi; tesellisidir.

Evet bu dehşetli kâinatın fırtınaları ve zevâl ve tahribatları içinde ve bu boşluk nihayetsiz fezada herşey ile alâkadar olan insan için hakikî teselliyi ve istinad ve istimdad noktalarını yalnız Kur'an veriyor. En ziyade o teselliye muhtaç bu zamandır. Bu asırda en ziyade kuvvetli bir surette o teselliyi isbat eden, gösteren Risale-i Nur'dur. Çünki zulümat ve evhamın menbaı olan tabiatı, o delmiş geçmiş, hakikat nuruna girmiş. Onaltıncı Söz gibi ekser parçalarında, hakaik-i îmaniyenin yüzer tılsımlarını keşf ve izah edip, aklı inkârdan ve tereddüdlerden kurtarmış. İşte bu hakikat içindir ki; bu çok usandırıcı ve dehşetli zamanda, usandırmayacak bir tarzda, çok tekrar ile beraber, aklı başında olanları Risale-i Nur'la meşgul ediyor. Re'fet Bey'in mektubunda dediği gibi, "Risale-i Nur'un en bâriz hâsiyeti, usandırmamak. Yüz def'a okunsa, yüzbirinci def'a yine zevkle okunabilir." Pek doğru demiş. Risale-i Nur'un tercümanı, hakikî vazifesinin haricinde dünyadaki istikbaliyata arasıra bakması, bir derece zâhirî bir müşevveşiyet verir. Meselâ: Bundan otuz-kırk sene evvel diyordu: "Bir nur gelecek, bir nuranî âlemi göreceğiz" deyip; o mânâyı, geniş bir dairede ve siyasette tasavvur edilmiş.

Hem bundan ondört, onbeş sene evvel, "Dinsizliği çevirenler müdhiş semavî tokatlar yiyecekler" diye; büyük, geniş, küre-i arz dairesindeki bu dehşetli hâdiseyi, dar bir memlekette ve mahdud insanlarda tasavvur etmiş. Halbuki istikbal, o iki ihbar-ı gaybiyeyi tasavvurunun pek fevkinde tefsir ve tâbir eyledi.

Evet Eski Said'in "Bir nur âlemi göreceğiz" demesi, Risale-i Nur dairesinin mânâsını hissetmiş; geniş bir dâîre-i siyasiye tasavvur ettiği gibi, Sırr-ı اِنَّآاَعْطَيْنَا nın remziyle, onüç ondört sene sonra, "Dinsizliği, zındıklığı neşredenler, pek müdhiş tokatlar yiyecekler." deyip; o hakikatı dar bir dairede tasavvur

Sh:»(K:244)

etmiş. İstikbâl, o iki hakikatı tam tâbir ve tefsir etti.

Evet başta Isparta Vilayeti olarak Risale-i Nur dairesi, birinci hakikatı pek parlak ve güzel bir surette gösterdiği gibi; ikinci hakikatı da, medeniyet-i sefihenin tuğyanını ve maddiyyunluk (Hâşiye) tâununun aşılamasını çeviren ve idare eden ervah-ı habîsenin başlarına gelen bu dehşetli semavî tokatlar, geniş bir dairede, o sırr-ı اِنَّآاَعْطَيْنَا nın hakikatını, tam tamına isbat etmiş.

Risale-i Nur kat'î bürhanlara istinaden hükümleri; sair hakaikte aynı aynına, te'vilsiz, tabirsiz hakikat çıkması ve yalnız işârât-ı tevafukiye ve sünuhat-ı kalbiyeye itimaden beyanatı, böyle dünyevî olan mesâil-i istikbaliyede neden bazan tabir ve te'vile muhtaç oluyor? diye hatırıma geldi.

Böyle bir cevab ihtar edildi ki: «Gaybî istikbal-i dünyevîde ve dünya işlerinde başa gelen hâdisâtı bildirmemekte; Cenâb-ı Erhamürrâhimîn'in çok büyük bir rahmeti saklandığını ve gaybı gizlemekte çok ehemmiyetli bir hikmeti bulunduğu cihetle, gaybî şeyleri haber vermekten yasak edip, yalnız mübhem ve mücmel bir surette, ya ilham veya ihtar ile bir emareyi vesile ederek, keşfiyatta ve rü'ya-yı sâdıkada bir kısım gaybî hakikatları ihsas eder. O hakikatların hususî suretleri vuku'undan sonra bilinir.»

Kardeşlerim! Bu def'a Hilmi Bey ile gelen Re'fet ve Rüşdü'nün mektubları bizi çok sevindirdi. Zâten Hüsrev, Re'fet, Rüşdü Risale-i Nur'a intisabda eskiden beri beraber bulunmalarından, ben birisini tahattur etsem, üçü birden hâtıra geliyor. Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür ki, bu dehşetli fırtınalar onları ve sizleri sarsmadı. Mâşâallah, Re'fet şimdi de eski sadâkatını ve tam alâkasını tamamıyla muhafaza ettiğini anladık. Bir-iki senedir ondan hiçbir mektub ve hizmet-i Kur'aniyedeki vaziyetinden bir haber alamamıştım, merak ederdim. Bu defa mektubunda, "Ne vakit bir araya gelsek, Sözler'den birini açıp okuyoruz... tatlı tatlı istifade edip, üstadımızla görüşüyoruz." demesi, bizi sürur ile şükre sevketti. Sadakatta nâmdar Rüşdü'nün mektubunda merak ettiğim noktaları beyan etmesi ve hiz-

_________________________

(Hâşiye): Evet maddiyyunluk tâununun hastalığı nev'-i beşere bu dehşetli sıtmayı ve küre-i arza bu titremeyi vermiştir.

Sh:»(K:245)

met-i Nuriye tevakkuf etmemesi ve sizlere sıkıntı olmaması, bizi çok mesrur eyledi.

Lâtif bir tevafuk: Ahmed Nazif'in bu def'a çok meşgaleler içinde yazdığı, yalnız Ondokuzuncu Mektub'da [Mu'cizat-ı Ahmediye (A.S.M.)] tevafukatın mecmuu, dokuzbin sekizyüz otuzüç adede bâliğ olduğunu gördük. O mektubdaki Mu'cizat-ı Ahmediye'nin (A.S.M.) bir kerametidir diye hükmettik.

* * *

(153)

Risale-i Nur Şakirdlerinden Emin ve Feyzi'nin bir

fıkrasıdır.

Hem Risale-i Nur'un kasabalara ve cemaatlere berekete medar olması.. ve ona zarar edenlere tokat gelmesi gibi; şahıslara da, pek zâhir bir surette hem bereket ve hüsn-ü maişet (ona çalışanlara); ve gaybî tokatlar, onun aleyhinde çalışanlara gelmesi.. bu havalide çok hâdiseleri var. Biz kendi nefsimizde; çalıştığımız zaman pek zâhir bir surette bir hüsn-ü maişet, bir inayet gördüğümüz gibi, Risale-i Nur veya şakirdleri aleyhinde çalışanlara şiddetli tokatlar geldiğini görüyoruz. Ezcümle:

Risale-i Nur'un erkânından birisi, kat'î bir surette haber veriyor ki: Üç-dört adam, dünya servetinin hatırı için toplanıp, münafıkane tedbir kurdukları hengâmda; üç gün sonra o üç-dört adamın haneleri ve birinin dükkânı yanıp, herbiri binler lira zayiatla tokat yediler.

Hem bir dessas casus adam, Risale-i Nur şakirdleri aleyhinde çalışıyordu ki, onları hapse attırsın. Bir gün -serbest olarak- "Ben bir ipucu bulamadım ki, bunları hapse soksam. Eğer bir ipucu bulsam, onları hapse sokacağım." diye ilân ettiği vakitten iki gün sonra bir iş yapıp, Risale-i Nur şakirdleri yerinde, o adam iki sene hapse girdi.

Hem bedbaht, muannid bir adam, Risale-i Nur aleyhinde hem şakirdlerinin bir rüknü aleyhinde mütecavizane bulunduğu hengâmda, bir-iki gün sonra meyhaneye gidip içe içe çatlamış, orada ölmüş. Bu neviden çok hâdiseler var. Demek

Sh:»(K:246)

Risale-i Nur dostlara tiryâk olduğu gibi, düşmanlara da sâika oluyor.

* * *

(154)

Risale-i Nur Şakirdlerinden Hâfız Tevfik, Mehmed Feyzi, Emin, Hilmi, Kâmil'in fıkralarıdır.

Gavs-ı Âzam'ın üstadımız hakkında

فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ fıkrasıyla, inâyet ve teshile mazhar olduğuna; ve tevâfuk, Risale-i Nur'un kerametinin bir mâdeni bulunduğuna pek çok emarelerden, bu bir-iki gün zarfında, küçük ve lâtif, fakat kat'î kanaat veren cüz'î hâdiseler tevafukunda gözümüzle gördüğümüz inâyet-i Rabbaniyenin nümunelerinden beş-altısını beyan ediyoruz ki, onlar bu iki gün zarfında beraber vuku bulmuş:

Birincisi: Dün Üstadımıza, Risale-i Nur'a ait üç hizmet lâzım geldi. Kimse de yok. Biz de uzaktayız. Merdivenden inip, bir çocuğu bulup, bizlere göndermek niyetiyle kapıyı açtı. Risale-i Nur'un o hizmetini görecek fevkalâde bir tarzda, dakikasıyla üç şakirdi kapıya geldiler.

İkincisi: İki seneden ziyade Risale-i Nur'un mühim parçaları, Risale-i Nur'un berekâtıyla hanesi yangından kurtulan Hâfız Ahmed kendine yazdırıp, başka bir kaza ve nahiyede bulunan bir-iki zat onları istinsah için aldılar. İki seneden beri ellerinden kaçırıp, mahcubiyetlerinden haber vermedikleri için hem biz, hem Hâfız Ahmed merak, hem hiddet ediyorduk. O kitablar bugün geldiği aynı vakit, dün aynı saatte; üstadımıza, beş seneden beri her birkaç gün zarfında kolaylık için bir parça yemek pişirmek ile hatırını soruyordu. İki seneden beri o âdeti terketmişti. Hem komşuluktan da başka yere nakletmesiyle, iki senedir o âdet terkedilmiş iken, yine dün aynı saatte, iki sene evvelki aynı âdetiyle, o zâtın hanesinden aynen eskisi gibi küçücük bir hatır sormak nev'inde oğlu getirdi. Üstadımız dedi: "İki sene evvelki âdete lüzum kalmamış, siz de komşuluktan gitmişsi-

Sh:»(K:247)

niz." dedi. Bugün aynı vakitte, o Hâfız Ahmed'in yazdırdığı kaybolan kitablar, mükemmel bir surette istinsah ile beraber geldi. Bizde şübhe kalmadı ki, bu lâtif tevafuk da, Risale-i Nur hakkındaki inayetin bir cilvesidir.

Üçüncüsü: Üstadımız, -aynı- yine bugün Emin'e dedi: «Üç-dört aydır her hafta karyesinden buraya gelen hane sahibesi gelmedi, kirasını dört aydır almadı. Herhalde cevab gönderin gelsin, alsın." dediği aynı dakikada, dört aydan beri yanına gelmeyen o hane sahibesi kapıya vurdu, geldi. Beş aylık kirasını aldı. Üstadımız, bu hâdise-i inâyetten memnuniyeti için, uzak bir nahiyeden gelen, yuvarlak, hiç görmediğimiz ve burada bulunmayan bir küçük ekmeği o hane sahibesine verdi. Aynı vakitte yirmi dakika zarfında, burada bulunmayan aynı ekmekten, iki sene Risale-i Nur'un iki kitabını alıp mütalaasının mânevî ücretinden binde bir ücret olarak geldi. Ve bir parçacık aşure çorbasını dahi yine o ev sahibesine verdi. Aynen o aşurenin on misli kadar, lâtif üç ekmek, yine iki sene iki kitabın okunmasına binde bir ücreti diye geldi. Gözümüzle gördük.

Hem yine üstadımız, bugün o hane sahibesine, yedi senedir adını bilmediği için "İsmin nedir?" diye sormuş. O da demiş: Hayriye'dir. Hayriye isminde olmak tevafukuyla, iki saat sonra, Hayri namında Risale-i Nur'un bir şakirdi, haberimiz yokken İstanbul'a gitmiş. Hem ticaret münasebetiyle iki mühim şakirdler dahi gidip geç kaldılar. Maddî, manevî fırtınalar münasebetiyle üstadımız onları, hem oradaki mühim bir şakirdi çok merak ediyordu. Bugün o Hayri, iki saat Hayriye'den sonra geldi; o üç şakird hakkındaki merakı izale ettikten sonra, dört aydan beri devam eden tefarik namında üstadımızın bir kokusu bugün bitmişti. Hayri'nin elinde bir küçük şişe... Dedi: "Size tefarik getirdim." Biz de bu küçük, latif tefarikteki tevafuka Bârekallah dedik.

Bu iki gün zarfında bu küçücük nümuneler gibi, üstadımız Mu'cizat-ı Ahmediye'nin tashihatıyla meşgul olduğu için, bunlardan başka çok nümuneleri görmüş. Madem iki günde böyle inayetin cilvelerini görüyoruz. Risale-i Nur dairesi içinde dikkat edilse herkes -kendi nefsinde- hizmeti derecesinde böyle nümuneleri görebilir.

Sh:»(K:248)

Risale-i Nur Şâkirdlerinden

Gözümüzle gördük.

Hâfız Tevfik Mehmed Feyzi Emin Hilmi Kâmil Hayri

Evet Evet Evet Evet Evet Evet

Evet. Ben de tasdik ediyorum.

Said Nursî

* * *

(155)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu şiddetli kışta ve manevî, dehşetli ayrı tarz bir kışta ve nev-i beşer içtimaî hayatında müdhiş, kanlı diğer tarz bir kışta çırpınan bîçarelere, rikkat-i cinsiye ve şefkat-i nev'iye cihetinden gayet derecede bir hüzün ve elem hissettim.

Çok yerlerde beyan ettiğim gibi, yine Erhamürrâhimîn ve Ahkemülhâkimîn olan onların Hâlık-ı Kerîm ve Rahîm'in hikmet ve rahmeti, benim kalbimin imdadına yetişti. Mânen denildi ki: "Senin bu şiddetli teessürün, o Hakîm ve Rahîm'in hikmetini, rahmetini bir nevi tenkid hükmüne geçer. Rahmet-i İlâhiyeden ileri şefkat olunmaz. Hikmet-i Rabbaniyeden daha mükemmel hikmet, dâire-i imkânda olamaz. Âsiler cezalarını; mâsumlar, mazlumlar zahmetlerinden on derece ziyade mükâfatlarını alacaklarınışün! Senin dâire-i iktidarın haricinde olan hâdisata, Onun merhamet ve hikmet ve adaleti ve rububiyeti noktasında bakmalısın!" Ben de o lüzumsuz, şiddetli elem-i şefkatten kurtuldum.

Otuz sene evvel aşairlerde gezerken böyle sual ettiler: «Acaba şu zaman ve dehrin şikâyetindeki, hattâ büyük zâtlar ve evliyalar dahi felekten ve zamandan şikâyet ediyorlar. Ondan, Sâni'-i Zülcelâl'in san'at-ı bediine itiraz çıkmaz mı

Cevab: Hayır ve asla!.. Belki manası şudur: Güya şikâyetçi der ki: «İstediğim emir ve arzu ettiğim şey ve teşehhi ettiğim hal; hikmet-i ezeliyenin düsturiyle tanzim olunan âlemin mahiyeti müstaid değil ve inayet-i ezeliyenin pergariyle nakşolunan feleğin kanunu müsaid değil ve meşiet-i ezeliyenin

Sh:»(K:249)

matbaasında tab'olunan zamanın tabiatı muvafık değil ve mesâlih-i umumiyeyi te'sis eden hikmet-i İlahiye razı değildir ki; şu âlem-i imkân, Feyyaz-ı Mutlak'ın yed-i kudretinden, şu ukûlümüzün hendesesiyle ve tehevvüsümüzün iştihasıyla istediğimiz herbir semeratı koparsın. Verse de tutamaz, düşse de kaldıramaz.» Evet, bir şahsın tehevvüsü için büyük bir daire-i muhita hareket-i mühimmesinden durmaz.

İşte otuz sene evvelki cevaba Risale-i Nur dahi zelzeleler bahsinde, böyle küçük bir Hâşiye ilhak ediyor ki, herbir unsurun, maddî ve mânevî kış ve zelzele gibi hâdiselerin yüzer hayırlı neticeleri ve gayeleri varken; şerli ve zararlı bir tek neticesi için onu vazifesinden durdurmak, o yüzer hayırlı neticeleri terketmekle, yüzer şer yapmak, tâ bir tek şer gelmesin gibi hikmete, hakikata, rububiyete münafî olur. Fakat küllî kanunların tazyikinden feryad eden ferdlere, inâyât-ı hâssa ve imdâdât-ı hususiye ile ve ihsânât-ı mahsusa ile Rahmânürrahîm her bîçârenin imdadına yetişebilir. Dertlerine derman yetiştirir. Fakat o ferdin hevesiyle değil, hakikî menfaatiyle yardım eder. Bazan, dünyada istediği bir cama mukabil, âhirette bir elmas verir.

* * *

(156)

Feyzi ile Emin Diyorlar ki:

Üstadımızın ve Risale-i Nur'un ciddî hakaikleri içinde en tatlı bir fâkihesi tevafuk olduğu için, kardeşlerimize yine bu iki gün zarfında küçük bir-iki tevafuku, size bundan evvelki tevafuka Hâşiye olarak yazıyoruz:

Evet nasılki kelimatta ve kelimat-ı mektubede tevafuk; bir kasd, bir inâyet-i hususiyeyi gösteriyor. Bazan hârika olup keramet derecesine çıkıyor. Bazan lâtif bir zarafet veriyor. Aynen öyle de, Risale-i Nur'a ait ve üstadımıza ait hâdisatta da aynen kasdî ve inayetkârâne tevafuku, akvaldeki o ef'alde dahi görüyoruz. Ezcümle: Size yazılan, dört ay gelmiyen hane sahibesi için Emin kardeşimize dedi: "Haber gönder" tekellümünde, onun Sh:»(K:250)

kapı çalması tevafuk ettiği gibi; aynı cümleyi, iki def'a okunduğu zaman, "Emin'e dediği" kelimesi okunduğu ânında, aşağıki kapıyı Emin açtı. Gelmek zamanı gelmeden geldi.

İkinci gün, yine başka bir adama okunduğu vakit, "Emin'e dediği" kelimesini okuduğu vakit, aynı anda yukarı kapıyı Emin açtı, gelmek âdetine muhalif olarak geldi, girdi. Bu iki tevafuk, hane sahibesinin tevafukuna tevafuku gösteriyor ki; en cüz'î işlerimiz de tesadüf değil, kasdî tevafuktur.

Hem dört ay evvel bir parça tarhana getiren Risale-i Nur şakirdlerinden Fuad'ın İstanbul'a gidip, otuz gün te'hirinden geç kalmasından endişe ettiğimiz aynı günde, onun tarhanası bittiği aynı günde gelmesi, tevafuk etti.

Hem aynı günde, bir parça tereyağı, (biz ve üstadımız da bunun bereketini hissediyorduk) bittiği dakikada onun mikdarına tevafuk edip, zannımızca aynı yerde, aynı mikdar, aynı zamanda geldiği gibi; hem buralarda köylerde, kül içinde yapılan bir çörek, üstadımızın hoşuna gittiği için sabah-akşam ondan yiyip ve onbeş gün devam edip, bittiği aynı günde, aynı çörekten, onun akrabasından birisi getirdi. Bu tevafukun hâtırı için geri çevirmedi, kabul etti. Mukabiline bir teberrük verdi. Gözümüzle bu lâtif tevafuktaki şirin inayet-i İlâhiyenin cüz'î cilvelerini gördük ve anladık ki, kör tesadüf işimize karışmaz.

Mânidar tevafuk, Risale-i Nur'un kelimatında ve hurufatında olduğu gibi, ona temas eden harekât ve ef'alde de öyle mânidar tevafuklar var. İnâyete temas ettiği için, en cüz'î birşey de olsa kıymeti büyüktür. Böyle uzun yazmak ve ziyade ehemmiyet vermek israf olmaz. Çünki, mânâsı olan inâyet ve iltifat-ı rahmet muraddır. Ve bu bahis dahi, mânevî bir şükürdür.

Risale-i Nur şâkirdlerinden

Emin, Feyzi

* * *

 

Son Güncelleme: Cuma, 03 Mayıs 2024 01:54  

REKLAMLAR

Web Site Tasarımı

Yönetim Panelli Website Tasarımlarınız için

0532 307 60 09

 

 

İSTATİSTİKLER

OS : Linux c
PHP : 5.3.29
MySQL : 5.7.43
Zaman : 01:54
Ön bellekleme : Etkisizleştirildi
GZIP : Etkisizleştirildi
Üyeler : 31076
İçerik : 1251
Web Bağlantıları : 2
İçerik Tıklama Görünümü : 2247597

Haberler

 

Eydirme gül yüzünü

Boyun bükmeye değmez…

Gülerken ağladığını,

Mutlu olanlar bilemez…

Saçlarına düşse de,

Yüreğine ak düşmez…

Hep gül dostum,

Bizim gibiler ölmez…