ahmetturkan.gen.tr

HAYATTAN DERSLER

  • Yazıtipi boyutunu arttır
  • Varsayılan yazıtipi boyutu
  • Yazıtipi boyutunu azaltır
Home RİSALE-İ NUR KASTAMONU LAHİKASI KASTAMONU LAHİKASI S 140-178

KASTAMONU LAHİKASI S 140-178

e-Posta Yazdır PDF

sh: » (K: 140)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ كَلِمَاتِ الْقُرْاَنِ وَحُرُوفَاتِهَا

(95)

Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim Ve Hizmet-I Kur'aniye'de Kuvvetli, Fa'al, Sebatkâr Kardeşlerim!

Bugünlerde benimle altı adam, başta Marangoz Ahmed, âhirinde ben, mânevî ihtara binaen birer mes'eleye medar olmuşuz:

Birincisi: Fa'al, cidden çalışkan, Risale-i Nur ve Medrese-i Nuriye talebelerinden Marangoz Ahmed'in mektubunda, Eşref namında on yaşında bir masum çocuğun; köyünü, malını terkedip, iki gün mesafeden gelip, hiç yazı yazmadığı halde, on gün zarfında Risale-i Nur'u yazmağa muvaffak olması, Risale-i Nur'un bir kerameti olduğu gibi, Medrese-i Nuriye'nin de hârika bir çiçeğidir deniliyor.

Evet biz de deriz ki: Maddî bir kışta güzel çiçeklerin açılmasıyle, bir hârika-i kudret olduğu gibi; bu asrın mânevî ve dehşetli kışında, Sava Karyesinin, yâni Sava şeceresi bin güzel çiçekler ve Cennet meyveleri açması ve Isparta memleket bahçesi, binler gül-ü Muhammedî (A.S.M.) çiçekleri açması (Hâşiye); elbette hârika bir mu'cize-i rahmet ve bu memlekete hârika bir keramet-i inayet-i Rabbaniye ve Risale-i Nur talebelerine hârikulâde bir ikram-ı İlâhîdir diye itikad edip, Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükrederim.

Marangoz Ahmed'in mektubunda, Dârıviran Köyü'nün eski zamanın çalışkan talebelerini andıran fedakâr talebeler, bizi ve eski zaman talebelerini tahassürle yâd eden medreseden yetişme, Risale-i Nur talebelerine derin bir sürur verdi. Medrese-i Nuriye'nin hanımları, talebeleri; evrad-ı Kur'aniye ile dualarıyla, evradlarıyla çalışkan kalemlere mânevî yardımları çok

___________________

(Hâşiye): Ve her biri "sad berk" olarak, yani herbir çiçekte yüz parça yaprak.

sh: » (K: 141)

güzeldir. Bu havalideki hanımlara da tam bir ders olur. Cenâb-ı Hak onlardan ve o medresenin umum talebelerinden ve üstadlarından ebeden râzı olsun.

Ahmed'in rü'yası çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i İsa'nın (A.S.) kuvvetli sadasını işitmek, İsevîlerden kuvvetli bir imdad Hizb-ül Kur'an'a iltihak etmeye işaret olabilir.

İkinci Adam ve Mes'elesi: Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: "Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım?" Dedim: «Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme.» Çünki rivayette var. İmam-ı Şafiî'nin (R.A.) dediği gibi: «Haram nazar, nisyan verir.»

Evet ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda sû'-i istimalât ile israfa girer. Haftada birkaç def'a gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına za'f gelir.

Evet bu asırda açık-saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o sû'-i nazardan sû'-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeğe başlıyor. Herkes cüz'î, küllî o şekvadadır. İşte bu umumî hastalığın tezayüdüyle, hâdîs-i şerifin verdiği müdhiş bir haberin te'vili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: "Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur'an nez'ediliyor, çıkıyor, unutuluyor." Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur'an'a sed çekilecek; o hadîsin te'vilini gösterecek. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللَّهُ

Üçüncü Adam ve Mes'elesi: Bizlerle pek çok alâkadar bir zât çok defa dehşetli şekva ediyor ki: "Ben adam olamıyorum, gittikçe fenalaşıyorum, mânevî hizmetlerimin neticelerini göremiyorum." diye meded istiyor. Ona yazıyoruz ki: "Bu dünya dâr-ül hizmettir, ücret almak yeri değildir. Â'mâl-i sâlihanın ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi etmek demektir. O amel-i sâlihin ihlâsı kırılır, nuru gider. Evet o meyveler istenilmez, niyet edilmez.

sh: » (K: 142)

Verilse, teşvik için verildiğini düşünüp şükreder."

Evet bu asırda, bir-iki mektubda beyan edildiği gibi, o derece hayat-ı dünyeviye damarına dokunmuş ve yaralamış ve heyecana getirmiş ki; mübarek ve ihtiyar ve hoca ve ehl-i salâhat olan bir zat dahi, dünyada bir nevi hayat-ı uhreviye ezvakını istiyor; birinci derecede, zevk-i hayat onda hükmediyor.

Dördüncüsü: Bizimle alâkadar bir zât, pek çokların şekva ettikleri gibi; eskiden şiddetli bir tarikatta okuduğu evradındaki zevk ve şevkini kaybettiğini ve sıkıntı ve uyku galebe ettiğini müteessifâne şekva etti. Ona dedik: Maddî hava bozulduğu vakit nasılki sıkıntı veriyor, asabî sînelerde inkıbaz hali başlıyor; öyle de, bazan mânevî hava bozuluyor. Hususan mâneviyattan yabanileşmiş bu asırda ve bilhassa hevesat ve müştehiyat-ı nefsaniyeyi taammüm etmiş memleketlerde ve hususan şuhur-u muharreme ve şuhur-u mübarekede mânevî havayı tasfiye eden Âlem-i İslâmın intibah ve teveccüh-ü umumîsi, o mübarek şuhurun gitmesiyle tevakkuf etmesinden fırsat bulup havayı bozan dalâletlerin te'sirleri zamanında ve bilhassa kış tazyikatı altında, bir derece hayat-ı dünyeviye ve hevesat-ı nefsaniyenin tasallutlarının noksaniyetinden, ehl-i İslâm ve ehl-i îmanda, hayat-ı uhrevîyeye çalışmak iştiyâkı, baharın gelmesiyle hayat-ı dünyeviyenin ve hevesat-ı nefsaniyenin inkişafıyla o iştiyâk-ı uhreviyeyi gizlemesi ânında elbette böyle kudsî evradlarda zevk, şevk yerinde esnemek ve fütur gelir.

Fakat madem خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sırrıyla; meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı âmâl-i sâliha ve umur-u hayriye daha kıymetli, daha sevablıdır; o sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp, sabır içinde mesrurane şükretmek gerektir.

Beşincisi: Risale-i Nur'un bir talebesi, Risale-i Nur'a çalışamadığının bir sebebi, derd-i maişetin ziyadeleşmesi olduğunu söyledi. Biz de ona dedik: Risale-i Nur'a çalışmadığın için derd-i maişet sana şiddetlendi. Çünki bu havalide her talebe itiraf ediyor ve ben de ediyorum ki: Risale-i Nur'a çalıştıkça, yaşa-

sh: » (K: 143)

makta kolaylık ve kalbde ferahlık ve maişette sühulet görüyoruz.

Altıncısı: Bu biçare Said'dir. Herkesin arzu ettiği ve istediği ve ferahla kabul ettiği, şahsına karşı hürmet ve muhabbet ve sohbet, fakat Risale-i Nur'a taallûk eden noktalar haricinde bana ağır geliyor, beni sıkıyor, müteessir oluyorum.

Tahmin ediyorum ki, Risale-i Nur'un yüksek hâsiyetleri ve şakirdlerinin şahs-ı mânevîsinin pek büyük meziyetleri, şahsım gibi meslek-i aczde fazla ileri giden bir âciz ve biçârenin zaîf omuzuna o dağ gibi mânalar yüklense altında ezilir, sıkılır diye anladım. Bu âhirki iki mes'elede pek kısa kesmeye kâğıt mecbur etti. Nur, Gül ve Lütfü'nün kahraman varisleri, Mübarekler yüksek heyeti ve Medrese-i Nuriye ve masumlar ve ümmî ihtiyarların her birisine binler selâm ediyoruz.

Duanıza muhtaç, size müştak kardeşiniz

Said Nursî

* * *

(96)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu yeni hâdise-i taarruziyeden müteessir olmayınız. Çünki mükerrer tecrübelerle, Risale-i Nur inayet altındadır. Hiçbir tâife, şimdiye kadar böyle bir ehemmiyetli hizmette bizler kadar az meşakkatle kurtulan olmamış.

Hem geçen Ramazan'daki hastalığım ve Eskişehir'deki musibetimiz gibi çok vâkıalarla zâhirî sıkıntılı meşakkatli hâlât altında Risale-i Nur'un faidesine olarak inkişafatı ve daha te'sirli fütuhatı görülmüş. İnşâallah, bu sıkıntılı hâdise dahi, münafıkların aks-i maksuduyla, Risale-i Nur'un fütuhatını başka bir mecrada teshile vesile olur.

Beşinci Şua', yirmibeş sene evvel mesâili yazılan, yalnız bir-iki sahife tatbikat ilâve edilip Şualar'a giren Beşinci Şua' ellerine geçmesi ehemmiyetlidir. Fakat bunda da bir hikmet var. Belki onlara kendi mesleklerini bildirmek ve Cehennem'e gidenin mahiyetini bilmek için, fevkalâde iktidar haricinde bir

sh: » (K: 144)

kazâ-i İlâhîdir, diye Cenâb-ı Hakk'ın hikmetine ve înayetine ve hıfzına îtimad edip, merak etmeyiniz.

Hem siz, hem onlar bilsinler ki sadaka belâyı def'ettiği gibi; Risale-i Nur Anadolu'dan, hususan Isparta, Kastamonu'dan âfât-ı semaviye ve arziyenin def' ve ref'ine vesiledir. Evet Sabri'nin يَآ اَرْضُ ابْلَعِى...وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ âyetinden istihrac ettiği mâna, haktır ve mutabıktır.

Evet Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu'yu Cebel-i Cûdî hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebebdir. Çünki zaf-ı îmandan gelen tuğyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; îmanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlâhiye tarafından vesile oldu. Bu ehl-i dünya, bu Anadolu halkı Risale-i Nur'a girmeseler de ilişmesinler. Eğer ilişseler; yakında bekleyen yangınlar, tufanlar, zelzeleler ve taunların istilâsına uğrayacaklarınışünsünler, akıllarını başlarına alsınlar. Mâdem biz onların dünyalarına karışmıyoruz, onların da lüzumsuz bir halde bu derece âhiretimize karışmalarında onlara felâket getirmek ihtimali kavîdir.

İşte bu sekiz aydır, hususan bu heyecan veren bu hâdisenizle beraber; şimdi yanımdaki Feyzi ile Emin ve bütün bana temas eden dostlar şahiddirler ki, bu sekiz ay zarfında bir tek def'a, ne Harb-i Umumî'yi, ne siyaseti sormamışım. Ve odamdan işitilen radyoyu da, üç senedir dinlemedim. Halbuki benim, binler adam kadar dünyaya bakmak münasebet var. Demek bize ilişen, doğrudan doğruya îmana tecavüz eder. Onları, Cenâb-ı Hakk'a havale ediyoruz.

Hem ehl-i siyasete hiç münasebetimiz olmadığı halde, kat'î bilsinler ki; bu memlekette, bu asırda, milleti anarşilikten, tereddi ve tedenni-i mutlakadan kurtaracak yegane çaresi, Risale-i Nur'un esasatıdır. Bu hâdisede sıkıntı çeken mâsumlar ve üstadları bilsinler ki; ağır şerait altında bir saat nöbet, bir sene ibadet ve hakikî tefekkür-ü îmaniye ile bir saati, bir sene tâat hükmüne geçtiği gibi, inşâallah onların sıkıntıları da öyle sevaba medar olur. Onlar da, merak ve teessürle değil, ferah ve

sh: » (K: 145)

sürurla karşılamalı. Fakat Hazret-i Ali'nin (R.A) iki defa سِرًّا بَيَانَةً سِرًّا تَنَوَّرَتْ demesine binaen, biz her vakit tam ihtiyat ve tam sakınmak vaziyetini muhafaza etmekle mükellefiz.

Risale-i Nur'un mensubları, şuur ve ihtiyarları haricinde birbiriyle münasebetdar, birbirinin hâdiseleriyle alâkadar olduğuna bir delil de bugünlerde oldu. Şöyle ki:

Oradaki hâdisenin vukuundan bugüne kadar, buradaki muhtelif tabakalardaki talebelerin vaziyetleri, ehemmiyetli bir hâdise yüzünden değişmiş gibi çekinmek ve münafıkların nazarını kendilerine ve bizlere celbetmemek için bir tevakkuf devresi geçti. Ben de hayret ediyordum.

Hem Nazif gibi birkaç zâtın rü'yalarının tabirleri, sizin hâdiseniz olduğunu anladık.

Umum kardeşlerimize birer birer ve bilhassa musibetzedelere selâm ve dua ediyoruz. Cenâb-ı Hak onları çabuk kurtarıp vazifelerinin başına göndersin, âmin.

* * *

(97)

Aziz, Sıddık, Sarsılmaz, Yılmaz, Sebatkâr, Fedakâr Kardeşlerim!

Böyle şiddetli taarruzlara karşı sizi teşcie lüzum görmüyorum. Sizin kuvvetli metanetiniz ve Risale-i Nur'a gelen her hâdise-i elîmenin altında bir inayet ve rahmet bulunduğuna îtikadınız, teşciinize kâfidir, biliyoruz. Yalnız bir noktayı merak ediyorum. Elde edilen bütün Risale-i Nur, yalnız bir takım mıdır ve kimin imiş? Anlamak istiyorum. Her kiminse merak etmesin. Daha ehemmiyetli makamlarda onun hesabına fütuhat yaparlar, sevab kazandırır. Ona, bir takım Risale-i Nur tedarik edilebilir. Hem tevkif altında kimse var mı? Hem ona havale edilen hoca kimdir?

Sâniyen: Sabri ile Hâfız Ali'nin re'yi ile teshil-i muhabere için verdiği karar ile bazan Atabey yoluyla muhabereyi, onlar gibi biz de kabûl ettik. Lütfi'nin bir vârisi Abdullah Çavuş nâmiyle,

sh: » (K: 146)

adresiyle gönderilecek.

Sâlisen: Sabri'nin mektubunda, tevafuklu yazdığı Mu'cizat-ı Kur'aniye ve Risale-i Nur hakkındaki istihracı bizi fevkalâde mesrûr eyledi. Hasan Âtıf'ın bize yazdığı şaşaalı ve câzibedar Mu'cizat-ı Kur'an'ı esas yapıp, sair risalelerde, i'caz-ı Kur'an'ın nüktelerine dair mebahisi ona zeyiller şeklinde ilhak ettik, güzel bir surete geldi. Ezcümle: Âyet-ül Kübrâ'nın Kur'ana dair onyedinci mertebesi, Yirminci Söz ve Sûre-i Feth'in âhirki âyetin mu'cize olduğuna dair Yedinci Lem'a ve Fihriste'nin Rumuzat-ı Semaniye'ye dair mühim parçaları ve Kenz-ül Arş'ın iki nüktesi gibi parçalar o zeyillere girmiş. Aynen Mu'cizat-ı Ahmediye'nin zeyilleri gibi parlamış. Nurlar santralı Sabri, o yazdığı güzel Mu'cizat-ı Kur'aniyeyi inşâallah onlarla tam güzelleştirir.

Râbian: Merhum Lütfi'nin hakikî ve pek ciddî bir vârisi olan Abdullah Çavuş'un mektubu, onun derece-i sadâkat ve ihlâsını ve irtibatını gösterdi. Her vakit İslâmköy'lü Abdullah ile o Abdullah Çavuş'u duada beraber yâdediyordum. Elhak o makama lâyık olduğunu gösteriyor. İstediği Fihriste'nin musahhah son kısmı inşâallah ona gönderilecek. Fakat zannettiği gibi çok tashihat edilmemiş. Çünki taksîm-ül-âmâl suretiyle, o mübarek kardeşlerimin yazılarını, mübarek yâdigâr gördüm ve değiştirmeğe kıyamadım.

Hâmisen: Bugünlerde, o hâdisede, Risale-i Nur'un bir derece tevakkufuna ve dünyaya bakmağa ve yirmi senedir konuşmadığım adamlarla konuşmağa ve hizmet-i Kur'aniye noktasında memnu' olduğumuz siyasete temas etmeğe mecbur olacağım diye, endişeden gelen şiddetli bir teessürden, zâhir görülmez, mânen tehlikeli bir hastalık bana taarruz etti. Müstemir âdetimi bitemam yerine getiremediğimden, yine Ramazan hastalığı gibi, ben kardeşlerimden, yine manevî muavenetlerini çok rica ediyorum. Fakat merak etmeyiniz, yatakta değilim. Yalnız fazla yazılan nüshaları tashih edemiyorum.

Sâdisen: Risale-i Nur bir cephede tevakkuf etse de, başka cephelerde fütuhatı o tevakkufun yerini tutar. Hattâ bu hâdise münasebetiyle burada bir derece ihtiyata binaen tevakkufa ni-

sh: » (K: 147)

yet edip tervic ettiğimiz halde; bilâkis Isparta tevakkufuna karşı, buralarda inkişafat ile tezahür etti. اَلْحَمْدُ لِلَّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

En ziyade bize nezaretle, bizimle ve siyasetle alâkadar mühim bir memur yanıma geldi. Ona dedim ki:

"Bu onsekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiçbir gazete okumadım; bu sekiz aydır, bir def'a cihanda ne oluyor, diye sormadım; üç senedir buradan işitilen radyoyu dinlemedim; tâ ki kudsî hizmetimize mânevî zarar gelmesin. Bunun sebebi şudur ki: İman hizmeti, îman hakaikı, bu kâinatta herşeyin fevkindedir; hiç bir şey'e tâbi' ve âlet olamaz.

Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i îmaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi veya âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'an-ı Hakîm'in hizmeti bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiş.

Sizler ey ehl-i siyaset ve hükûmet! Evham edip bizlerle uğraşmayınız... Bilâkis teshilât göstermeniz lâzım. Çünki hizmetimiz, emniyet ve hürmet ve merhameti te'sis ile hem âsâyişi, hem inzibatı, hem hayat-ı içtimaiyeyi anarşilikten kurtarmağa çalışıp, sizin hakikî vazifenizin temel taşlarını tesbit ediyor, takviye ve teyid ediyor."

Sâbian: Hâfız Ali'nin mektubunda bazılara hitaben yazdığımız bir mektub ile ve hâdise-i hâzıra dair hafif geçeceğine ait son mektub, bugünden bir hafta evvel postaya verilmiş. Hâfız Ali, yoldaki o iki mektubu okumuş gibi mektubunu yazması, sıdkının bir lem'a-i kerameti olduğu gibi; aynı günde, -hiç vuku' bulmamış- yanıma ehemmiyetli büyük bir me'mur-u siyasî gelmesini Nazif'in arkadaşlarından Köroğlu Ahmed rü'yada aynen görüp, o me'murdan üç saat evvel rü'yayı bize hikâye edip tâbir istedi; tâbiri, tevilsiz çıktı.

Umum kardeşlerimize birer birer, hususan musibetzedelere selâm ve dua ederiz.

* * *

sh: » (K: 148)

(98)

Aziz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniye ve Îmaniyede Sebatkâr, Sarsılmaz, Yılmaz Arkadaşlarım Ve Bu Misafirhane-i Dünyada Şefkatkâr ve Fedakâr ve Vefadar Yoldaşlarım!

Bu def'a Nur fabrikasının sahibiyle ve tam bir muavini ve tam bir Hüsrev olan kahraman Tâhir'in beşaretli mektubları ve Medrese-i Nuriye'nin kahramanlarından Marangoz Ahmed'in ikinci rü'yası ve üçüncü rü'yanın âhirinde, malûm musibetin akibinde sarsılmayan fa'al Hâfız Mehmed'in çocuklara hatim duasını yapması ve Risale-i Nur'u okutması, üstümüzden dağ gibi mânevî ağırlıkları kaldırdılar. Cenâb-ı Hak sizleri ve onları âfât-ı mâneviye ve maddiyeden muhafaza etsin, âmin.

Marangoz Ahmed'in ikinci rü'yası, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm ile alâkadarlık ve sürurlu olduğu cihetinden rü'ya-yı sâdıka olduğuna, o Medrese-i Nuriye'nin civarlarındaki kardeşlerin ve hemşirelerin maddî hizmetleri canlı ve ruhlu bir suret alıp, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sünnet-i seniyesinin ihyasına medar olacağına işaret verdiği münasebetiyle, mektubunuzu almadan iki gün evvel gördüğüm bir rü'yayı beyan ediyorum. Şöyle ki:

Gördüm: Şimdiki reis veya şimdiki reisler, tanıdığım ehemmiyetli bir-iki hocaya, hilâfet rütbesini ve mes'elelerini tatbik etmeye ve hilâfet, o hocalara veya reislere hangisine verileceğini rü'yada anladım. Ve o netice-i kararları bana göstermek için, bana karşı geldiklerini gördüm. Sonra uyandım. Sabahleyin kardeşlerime söyledim. Dedim: Allahu a'lem, Isparta havalisinde, Risale-i Nur'un maddî mağlubiyeti içinde mânevî bir galibiyeti olmuş ki; büyük makamat-ı resmiyede en mühim mesail-i İslâmiye medar-ı bahs olacak. Biz Isparta'da o musibetin ne derece ileri gittiğini bilemediğimizden ve çoktan beri de ne hâl-i âlemden ve ne de resmî hâlden anlamayıp dinlemediğimiz halde, bu rü'yanın rü'ya-yı sâdıka olduğuna bir emare olan, beni bir gün baktırdı. O emare şudur ki:

Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir talebesi Ankara'dan gelip, ben sormadan dedi: "Reis (İ.S.), Kur'an'a yeni bir tefsir yazmayı

sh: » (K: 149)

emretmiş, o da yazıyormuş."

Hem söylemiş ki: Dâhiliye Vekili, yirmi senelik bir âdete muhalif olarak, "Dinsiz bir millet yaşayamaz" diye din lehinde beyanatta bulunduğunu ve Maarif Nâzırı da, âdâb-ı İslâmiye lehinde, eski prensiplerine muhalif olarak beyanatta bulunduğu gibi, ehemmiyetli bir değişikliği ihsas ettiğinden; kulağımı kapadığım sekiz aydan sonra, bu rü'ya hâtırı için, bu haberleri aldım. Bunun sebebini anlamak cidden arzu ettim. Birden ihtar edildi ki:

Ehl-i dalâlet, memur-u siyasiyeyi aldatıp, Risale-i Nur aleyhinde genişçe, buradan oraya kadar bir daire içinde taarruz edip, derece-i kuvveti anlamak istediler. Gördüler ki, sökülmeyecek, mağlûb edilmeyecek bir kuvvette gördüklerinden, ehemmiyetli büyük makamat-ı resmiyede, mahiyetini medar-ı bahs ve dikkat ettiklerinden, bilmecburiye bir nevi musalâhaya yol hazırlamak; ve şimdiye kadar hakikat ve hikmete muhalif olarak iyilikleri ölen reise ve fenalıkları millete, orduya vermek yerinde, o hatâ-yı azîmeye bedel, bütün fenalıkları ölene verip, kendilerini bir derece o dehşetli hatîattan kurtarmak çaresini aramağa, bir zemin teşkil etmeye çalışmış ki; hem rü'ya, hem bu haberler haber veriyor. Birinci, ikinci Hulûsi'lerin müşterek mektubları, bu iki rükn-ü mühimmenin gayretleri, sadâkatleri çelikten daha metîn olduğu her hâdise ile gösteriliyor.

Said Nursî

* * *

(99)

Azîz, Sıddık Sebatkâr Kardeşlerim ve Hakikî Vârislerim!

Bugünlerde Risale-i Nur'a sû'-i kasd edenlerin ve sizlere sıkıntı verenlerin haklarında, bana verdiği bir hiddet neticesinde bedduaya teşebbüs ettim. Birden Isparta'ya kıyamadım. Kaç defadır niyet ettim, Isparta'daki iyilerin yüzünden sû'-i kasdçılar kurtuldular. Kıyamadım, beddua yerine; "Yâ Rab! Mâdem Isparta Risale-i Nur'un bir Medreset-üz Zehrasıdır, sen oradaki fena memurları dahi ıslâh eyle ve hüsn-ü âkibet ver" diye dua eyledim ve ediyorum.

sh: » (K: 150)

Sâniyen: Bugünlerde Salâhaddin'in İstanbul'dan getirdiği Habbe, Katre, Şemme, Hubab gibi Arabî risalelere baktım. Gördüm ki: Yeni Said'in doğrudan doğruya harekât-ı kalbiyesinde müşahede ettiği hakikatlar, Risale-i Nur'un çekirdekleri hükmündedir. Zâten bunlar hem Şu'le ve Zühre, Risale-i Nur'un arabî parçalarıdır. Onlar, doğrudan doğruya benim nefsimin dersi olduğu için, Arabî ve kısa ibarelerle ifade edilmiş, başka adamlar nazara alınmamış.

O zaman başta Şeyhülislâm ve Dâr-ül-Hikmet âzaları ve İstanbul'un büyük âlimleri, tahsin ve takdirle karşıladılar. Bunlar Yeni Said'in eserleri olduğundan, Risale-i Nur'un eczalarıdırlar. Eski Said'in ise, Arabî risalelerinden yalnız İşârât-ül-İ'caz, Risale-i Nur'da en mühim bir mevki almış.

Hem her iki Said'in iştirâkiyle, bir tek Ramazan'da iki hilâl ortasında te'lif edilen ve kendi kendine, ihtiyarım haricinde bir derece manzum şeklini alan ve İşârât-ül-İ'caz kıt'asında elli-altmış sahife bulunan Türkçe olarak Lemeât namındaki risale dahi Risale-i Nur'a girebilir. Maatteessüf bir nüsha elde edemedim. Herkesin hoşuna gittiği için, matbu nüshaları kalmamış.

Hem Eski Said'in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Ta'likat'tan süzülen i'cazlı bir îcaz-ı hârikada, müdakkik ülemaları hayret ve tahsinle dikkate sevkeden, matbu "Kızıl Îcaz" nâmındaki risale-i mantıkîye Risale-i Nur'la bağlanmasına ve şâkirdlerinin âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm. Fakat çok derindir. Bugünlerde Feyzi'ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak.

* * *

(100)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim, Sebatkâr ve Hakikî Vârislerim!

Bugünlerde Risale-i Nur talebeleri hesabına gayet ehemmiyetli, endişeli bir suâl-i manevî kalbime ihtar edildi. Sonra anladım ki; ekser Risale-i Nur talebelerinin lisan-ı halleri bu

sh: » (K: 151)

suâli soruyor ve soracaklar. Birden bir cevab hatıra geldi, Feyzi'ye söyledim. Dedi: "Hiç olmazsa icmalen kaydedilsin."

Endişeli Suâl: Bu âhirzaman fitnesinde, açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalâlet, bîçare aç ehl-i îmanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı dîniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor.

Acaba, herşeyde hattâ kaht azabında ehl-i îman ve masumlar için bir vech-i rahmet ve kader-i İlâhî cihetinde adâlet olduğu, bunda ne tarzda olur? Ve ehl-i îman, hususan Risale-i Nur talebeleri bu musibete karşı îman ve âhiret hesabına ne cihetle istifade edip, nasıl davranacaklar ve mukavemet edecekler?

Elcevab: Şu musibetin en ehemmiyetli sebebi; küfran-ı nimet ve şükürsüzlük ve nimet-i İlâhiyenin kıymetini takdir etmemeklikten gelen bir isyan olduğundan, Âdil-i Hakîm nimetinin hususan gıda kısmının, hususan hayat noktasında en büyük nimet olan ekmeğin hakikî lezzetini ve çok ehemmiyetli kıymetini ve nimetiyet noktasında fevkalâde derecesini göstermekle, hakikî şükre sevketmek hikmetiyle, Ramazan gibi riyazet-i dîniyeye riayet etmeyen şükürsüz insanlara bu musibeti verip, aynı hikmet için adalet etmiş.

Ehl-i îman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi; bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i dîniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimiyet yapmağa çalışmaktır. Ve zaruret bahanesiyle, dilenciliğe ve hırsızlığa ve anarşiliğe yol açmasına meydan vermemektir. Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur'u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip zekâtla yardımlarına koşmaktır. Ve nefsini güzel yemeklerle şımartan, serkeş eden ve hevesat-ı rezile ve tuğyanlara sevkedip sarhoş eden gençler dahi, Risale-i Nur'un irşadıyla, bu hâdiseden merdane istifade ederek, fuhşiyat ve günahlardan ellerini bir derece çektiği ve nefislerinin zevklerini ve pisliklere karşı galeyanlarını kırdığı vesilesiyle tâate ve hayrata girip, o hâdiseyi kendi aleyhlerinden çıkarıp, lehlerinde istimâl etmektir.

sh: » (K: 152)

Ve ehl-i ibadet ve salâhat dahi, ekser insanların aç kaldığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl farkedilmeyecek bir tarza gelmiş ve şübheli mal hükmünde ve mânen müşterek olan erzak-ı umumiyeden helâl olmak için mikdar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum diye, bu mecburî belâya bir riyazet-i şer'iye nazarıyla bakmaktır. Kader-i İlâhiyeye karşı şekva ile değil, rıza ile karşılamaktır.

Umum kardeşlerime hususan musibetzedelere çok selâm ve selâmetlerine dua ediyorum.

Sabri kardeşim! Seni tevkil edip selâm gönderenlere, ben de seni tevkil ediyorum. Onlara birer birer selâm ediyorum. Senin bu defaki mektubun gerçi geç geldi, fakat birkaç noktada beni çok memnun etti. Sabri'nin elmas ve çelik gibi metanetini ve isabet-i fikrini gösterdi. Mâdem Hâfız Ali ile siz, Atabey yoluyla da muhabere etmeyi münasib görmüşsünüz. Atabey'de Abdullah Çavuş'un veya münasib gördüğünüz birisinin adresini bildiriniz. Abdullah Çavuş'un sizin nâmınıza istediği Onuncu Şua namındaki Fihriste'nin ikinci cildini yazdırdık ve Hizb-ül-Ekber-i Nuriye'yi Feyzi yazdı. Yakında inşâallah göndereceğiz.

Said Nursî

* * *

(101)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu def'a Sabri ve Hâfız Ali'nin mektubları, Risale-i Nur'un fevkalâde bir kerametini ve hârika kuvvetini gösteriyor. Medrese-i Nuriye'nin çalışkan ve gayyûr talebeleri birkaç gün zarfında, Hâfız Mehmed'in zâyi olan kitablarına mukabil umumunun yazılmasını ve ona verilmesini taahhüd edinmelerine, bu havalideki şâkirdleri fevkalâde mesrûr eyledi. Hâfız Ali'nin tahkikatına gelenlerin, "Mağazalarda kâğıt kalmadı. Risale-i Nur şakirdleri kâğıdı bitirdiler" diye demeleri ve Mehmed Zühdü'nün kitabları kendine iade edilmeleri, Risale-i Nur şakirdlerini müftehirane teşci ve teşvik eden bir hâdisedir. Sabri mektubunda, "İki-üç senedir Risale-i Nur, te'lif cihetinde tevakkuf devresini geçiriyor" diye hikmetini soruyor. Bunun

sh: » (K: 153)

cevabı uzundur. Hem te'lif, ihtiyarımız dairesinde değil. Hem Risale-i Nur şakirdlerinin te'liften hisseleri kalmak için, bazı ehemmiyetli esbab ve ârızalar mâni oldu.

Burada başta Âsiye olarak Ulviye, Lûtfiye gibi çok çalışkan hanım şakirdler, Medrese-i Nuriye'deki hemşirelerine ve selâm gönderen Sabri'nin refikasına hem kardeşlerine arz-ı hürmet ve selâm ve dua ederler.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ederiz.

* * *

(102)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Kahraman Tâhirî'nin ve Kâtib Osman'ın mektubları hakikaten benim için bir ilâç hükmüne geçti. Yarım maddî, yarım manevî endişe hastalığına bir tiryak hükmüne geçti. Cenâb-ı Hak onlardan ve sizlerden ebeden râzı olsun. Evet azm ve sebatınız ve ihlâs ve ciddiyetiniz, ehl-i dünyayı mağlûb etmiş ve ediyor. Yoksa bir tek Tesettür Risalesi'yle yüzyirmi adamı tevkif edenleri, yüzotuz risale ile bir tek adamı tevkif edemediklerinin sebebi: İhlâsınız ve metanetinizdir, hükmediyor.

Tâhirî'nin Hizb-ül Ekber ve Vird-ül A'zam'ı tab' için İstanbul'a gitmesini bütün ruhumuzla onu tebrik ve muvaffakıyetine dua ediyoruz. İstanbul'da Şefik'ten başka Risale-i Nur'la ciddî alâkadarlar çoktur, fakat adreslerini bilmiyorum. Yalnız Barla'lı Hacı Bekir ve İnebolu'lu icra dairesinde bulunan Hâfız Emin ve Güran'lı Mehmed Efendi'yi de Şefik vasıtasıyla bulabilir. İstanbul dostları münasebetiyle, meşhur bir vâiz benim ile görüşmek için gelmiş, görüşemeden gitmiş. Bir zata yazılan bir mektubun sureti size gönderiliyor; belki oradaki bazı adamlar, bu adam gibi o hitaba muhtaçtırlar.

* * *

(103)

İstanbul'a uğrayan Risale-i Nur şakirdleri senin gayret ve ciddiyetini ve te'sirli va'zını bize haber verdiler. Senin gibi metin ve hâlis bir zâtı, Risale-i Nur dairesinde görmek arzu

sh: » (K: 154)

ediyorlar. Ben de onlar gibi cidden seni Risale-i Nur dairesinde görmek istiyorum. Bilirsin ki, iki elif ayrı ayrı olsa iki kıymeti var; Bir çizgi üstünde omuz omuza verse, onbir kıymet aldığı gibi, senin te'sirli nasihatınla ihzar ettiğin hizmet-i îmaniye tek başıyla kalsa, şimdiki tehacümat-ı müttehideye karşı dayanması çok müşkil; Eğer Risale-i Nur'un hizmetine iltihak etse, o iki elif gibi onbir, belki yüzonbir kıymetinde ve kuvvetinde olacak ve karşıdaki ittifak etmiş dalâletlere karşı dayanacak.

Bu zaman ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahib olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini, o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa o buz parçası erir, zâyi olur; o havuzdan da istifade edilmez.

Hem mûcib-i taaccüb, hem medar-ı teessüftür ki; ehl-i hak ve hakikat, ittifaktaki fevkalâde kuvveti ihtilâf ile zâyi ettikleri halde; ehl-i nifak ve ehl-i dalâlet, meşreblerine zıd olduğu halde; ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde etmek için ittifak ediyorlar. Yüzde on iken, doksan ehl-i hakikatı mağlub ediyorlar.

* * *

(104)

Aziz Kardeşlerim!

Bu dakikada Hüsrev, Rüşdü, Re'fet, Isparta'nın Hâfız Ali'si askerlikten ne vakit geleceklerini merak ediyorum. Hususan Hüsrev'in kalemi, ne vakit Risale-i Nur'un fâtihane intişarına kavuşacak diye bilmek istiyorum. Onlara da selâmımı tebliğ ediniz. Şimdi bundan on dakika evvel, cesurca fakat kalemsiz iki adam, Risale-i Nur dairesine biri birisini getirdi. Onlara dedim ki: "Bu dairenin verdiği büyük neticelere mukabil, sarsılmaz bir sadakat ve kırılmaz bir metanet ister. Isparta kahramanlarının gösterdikleri hârikalar ve cihanpesendâne hidemât-ı nuriyenin esası, hârika sadâkatları ve fevkalâde metanetleridir. Bu metanetin birinci sebebi: Kuvvet-i îmaniye ve ihlâs hasletidir. İkinci sebebi: Cesaret-i fıtriyedir."

Onlara dedim: "Sizler cesaretle ve efelikle tanınmışsınız ve

sh: » (K: 155)

dünyaya ait ehemmiyetsiz şeyler için fedakârlık gösterirsiniz. Elbette Risale-i Nur'un kudsî hizmetinde ve cihana değer uhrevî neticelerine mukabil, merdâne ve fedakârâne cesaret ve metanet gösterip sadâkatınızı muhafaza edersiniz." dedim. Onlar da tam kabul ettiler.

* * *

(105)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniye'de Kuvvetli Arkadaşlarım!

Bu def'a kahraman Tâhir'i umumunuz nâmına gördüm ve onda bir Lütfü, bir Hâfız Ali, bir Hüsrev ve bir Said (fakat genç Said) müşahede ettim. Cenâb-ı Hakk'a çok şükrettim. Bu def'a onun kokusunu alıp, o daha gelmeden benim yanıma gelen komiser ve taharri adamları münasebetiyle; benden talebeler tarafından suâl edilen bir mes'ele, belki size de bir faidesi var diye gönderildi.

* * *

(106)

DAİMİ HİZMETİNDE BULUNAN RİSALE-İ NUR ŞAKİRDLERİ TARAFINDAN EDİLEN BİR SUALE CEVABDIR.

Sual: Bu kadar zamandır hizmetinizde bulunuyoruz. Dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete dair bir alâkanızı, merakınızı görmedik. Daima îman ve âhiret dersinden başka bir meşgalenizi görmüyoruz. Öyle anlamışız ki; bu onsekiz senedir vaziyetiniz böyle imiş. Nedendir ki; Isparta'da hiçbir şey yokken memleketi heyecana getirip sizi mahkemeye verdiler. Ve yüz arkadaşınızı, dört ay mahkeme tahkikatı neticesinde dünya ile, siyaset ile alâkaya dair bir şey bulamadılar. Yalnız kendilerini ve mahkemelerini ebedî mahcub edecek bir bahane buldular; ve yüzden, yalnız beş-on adama beş-altı ay ceza verdiler.

Hem burada altı seneden ziyade karakolun nezareti ve nazarı altında oturduğun, odanın pencereleriyle dâima senin her vaziyetin karakolca görüldüğü halde; bundan iki-üç ay ev-

sh: » (K: 156)

vele kadar her vakit gizli ve âşikâre seni tarassud, kaç def'a taharri etmeleri, dostları senden kaçırmak için tahkikatlarla sana en mühim ve karışık bir siyasetçi gibi bakmaları nedendir? Biz bundan hem müteessir, hem mütehayyiriz. Ancak iki-üç aydır yanınıza serbest gelebiliyoruz. Evvelde korkarak, gizli gelebilirdik. Bu mes'eleyi bize izah et.

Elcevab: Ben de sizin gibi, belki sizden çok ziyade bu vaziyetten hem hayret, hem taaccüb ediyor. Bu sualinizin izahlı cevabı, Yirmiyedinci Lem'a olan mahkemeye karşı Müdafaat Lem'asıyla, Onaltıncı Mektub risalesidir. Şimdilik kısaca bir-iki esas beyan ediyorum:

Birincisi: Âsâyişi temin ve idare memurları, inzibat polisleri ve komiserleri bize ve mesleğimize karşı değil tevehhümkârâne taarruz ve evhama düşmek, belki himayetkârâne teşvik ve teşci etmek vazifelerinin muktezasıdır. Çünki: Onların vazifelerinin temel taşı, hürmet, merhamet, helâl-haramı bilmekle, itâat düsturuyla hayat-ı içtimaiye emniyet dairesinde cereyan edebilir.

Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu esasları te'min ediyor. Neticesi de bilfiil görülmüş. Risale-i Nur'un en mühim merkezi Isparta ve Kastamonu olduğundan, sair memlekete nisbeten zâbıta memurları insafla dikkat etseler, Risale-i Nur'un onlara parlak yardımını görecekler.

Hem talebelerinde bu kadar kesret ve kuvvet ve hak ellerinde bulunduğu halde, âsâyişe hiçbir zararı dokunmadığını ve talebelerden bin adam, on adam kadar hayat-ı içtimaiyeye zarar vermediklerini, kalbi bozuk olmayan görür. Bu mes'elenin sırr-ı hikmeti budur ki:

Âlem-i insaniyette ve İslâmiyette üç muazzam mes'ele olan îman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı îman hakikatları olduğundan bu hakaik-i îmaniye-i Kur'aniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur'an'ın hakikatları, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan îmanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur'un has ve sâdık talebeleri, gayet

sh: » (K: 157)

şiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar.

Hattâ sizin bu kardeşiniz -siz de bilirsiniz- bu onsekiz senedir, o kadar muhtaç olduğum halde siyasete, hayat-ı içtimaiyeye temas etmemek için, hükûmete karşı bir tek müracaatım olmadığını ve bu sekiz-dokuz aydır küre-i arzın bu herc ü mercinden bir tek defa ne sual ve ne de merak etmek ve ne de anlamak ve ne de medar-ı sohbet etmediğimi hattâ şimdi sulh olmuş mu, harb bitmiş mi, İngiliz ve Alman'dan başka kimler harbediyor bilmediğimi, biliyorsunuz.

Hem herkesi geveze ve sersem eden ve üç seneden beri odamdan işitilen radyoyu, iki def'adan başka ne dinlediğimi ve ne de sorduğumu, benimle beraber olan sizler biliyorsunuz. Bu derece bu vaziyetlere karşı alâkâsız ve lâkayd bir adamın tâkib ettiği mesleğe taarruz eden ve evhama düşüp tarassudla sıkıntı veren, ne derece insaftan uzak düşğünü en insafsız da tasdik eder.

İkinci Esas: Ey kardeşlerim! Sizler biliyorsunuz ki; bizim mesleğimizde benlik, enaniyet, şan ü şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz. Onu ihsas eden hâlâttan şiddetle ictinab ediyoruz. Elbette burada, altı-yedi sene gözünüzle ve yirmi seneden beri tahkikatınızla anlamışsınız ki, ben şahsıma karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum.

Sizleri o noktada şiddetle tekdir etmişim. Benim haddimden fazla mevki vermeyiniz, diye sizden darılıyorum. Yalnız, Kur'an-ı Hakîm'in bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur hesabına, ben de onun bir şakirdi olmak haysiyetiyle ona karşı tasdikkârâne teslimi ve irtibatı, şakirane kabul ediyorum. İşte bu derece enaniyetten ve benlikten ve şan ü şeref nâmı altındaki riyakârlıktan kaçmayı düstur-u hareket ittihaz eden adamlara karşı ehl-i hükûmetin, ehl-i idare ve zâbıtanın evhama düşmeleri ne kadar mânasız ve lüzumsuz olduğunu divaneler de anlar.

Said Nursî

* * *

sh: » (K: 158)

(107)

Azîz, Sıddık, Sebatkâr Kardeşlerim!

Musibetzedelerin mânevî galebesi, beraeti; değil yalnız sizleri ve bizleri, belki bu memleketteki bütün ehl-i îmanı sevindirir bir mahiyettedir. Çünki Risale-i Nur'un hürriyetine meydan açtı. Şimdiye kadar, müsadere tevehhümüyle pek çok ihtiyata mecbur olmuştuk. Bu onsekiz senede ve bilhassa buradaki altı senede, risaleleri gizlemek hususunda pek çok zahmet çektim ve daima endişe ederek azab çekiyorduk.

Cenâb-ı Hakk'a Risale-i Nur'un hurufatı adedince hamd ü sena ve şükür olsun ki; bu def'a manevî galebesiyle o zâlîmane ve zulmetkârâne perdeyi parçaladı. Az bir zahmetle büyük bir ücret ve geniş bir fütuhata zemin hazırladı. Ve bu iki ay tevakkuf müddeti, aynen hapsimiz hâdisesi gibi, başka bir tarzda, daha geniş bir dairede Risale-i Nur'un intişarına vesile oldu. Sizleri ve bilhassa musibetzedeleri ve hususan Hâfız Mehmed'i tebrik ediyoruz ve geçmiş olsun deriz. Bir Tesettür Risalesi'yle yüz adamı, yüz gün tevkif eden ve onun gibi yüzer risalelerle bir tek adamı bir gün tevkif edemeyen bir mahkemeye hükmedip galebe çalan, sizlerin hârika sadâkâtınız ve fevkalâde ihlâsınız ve sarsılmaz metânetiniz ve kuvvetli tesanüdünüz olduğu bizce kat'iyet kesbetti, şübhemiz kalmadı. Cenâb-ı Hak sizden ebeden râzı olsun, âmin.

* * *

(108)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvelâ: Seksen küsur sene bir ömr-ü mânevîyi sizlere kazandıracak olan şuhur-u selâse-i mübarekeyi ve bilhassa bu geceki Leyle-i Regaib'i tebrik ediyoruz. Sizin beraetiniz ve mânen galebeniz, zalimleri şaşırttı. Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmânâne taarruzdan vazgeçip, dostâne hulûl edip, has talebeleri Risale-i Nur'un hizmetinden geri bırakmak için, memuriyet gibi bir meşgale buluyorlar veya terfian işi çok diğer bir memuriyete veya diğer bir meşgaleyi buluyorlar. Burada o neviden çok vâkıalar var. Bu taarruz bir cihette daha

sh: » (K: 159)

zararlı görünüyor.

Sâniyen: Burada lise mektebine tesirli bir nur girdi. O da Otuzikinci Söz'ün Birinci Mevkıfı, Otuzuncu Lem'a'nın İsm-i Adl ve Hakem Nükteleri, Tabiat Lem'ası hâtimesine kadar, Âyet-ül Kübrâ'nın "Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine giren herbir misafir..." diye başlayan Birinci Makam'ın başından ilham, vahiy mertebeleri hariç kalıp tâ onsekizinci mertebe olan kâinatın hudus hakikatı tâ imkâna kadar, yeni hurufla, bir ihtar-ı mânevî ile izin verdik. Daktilo (el makinası) ile kendilerine yazdılar. Siz de bu dört parçayı birden cild yapıp, yeni hurufla, ehl-i inkâra onikilik top güllesi gibi atabilirsiniz.

Ben bu sene çok zaif ve ihtiyar ve âciz bir halde bulunduğumdan, genç kardeşlerimden mânevî muavenetlerini bu mübarek şuhur-u selâsede rica ediyorum. Herbirisine birer birer selâm ve dâreynde selâmetlerine dua ediyoruz.

Said Nursî

* * *

(109)

(Bu mektub gayet ehemmiyetlidir)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Bugünlerde Kur'an-ı Hakîm'in nazarında îmandan sonra en ziyade esas tutulan takva ve amel-i sâlih esaslarınışündüm. Takvâ, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i sâlih, emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def'-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def'-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyet kesbetmiş.

Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme içinde amel-i sâlihin ihlâsla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.

Hem takvâ içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünki bir ha-

sh: » (K: 160)

ramın terki vâcibdir. Bir vâcibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vâcib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle, takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli âmâl-i sâlihadır.

Risale-i Nur şakirdlerinin bu zamanda en mühim vazifeleri, tahribata ve günahlara karşı takvayı esas tutup davranmak gerektir. Mâdem her dakikada, şimdiki tarz-ı hayat-ı içtimaiyede yüzer günah insana karşı geliyor; elbette takva ile ve niyet-i içtinab ile yüz amel-i sâlih işlemiş hükmündedir. Malûmdur ki; bir adamın bir günde harab ettiği bir sarayı, yirmi adam yirmi günde yapamaz ve bir adamın tahribatına karşı yirmi adam çalışmak lâzım gelirken; şimdi binler tahribatçıya mukabil, Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve te'siratı pek hârikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mu'cizevâri muvaffakıyet ve fütuhat görülecekti.

Ezcümle: Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet sarsılmış. Bazı yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve valideler hakkında dehşetli neticeler veriyor.

Cenab-ı Hakk'a şükür ki; Risale-i Nur bu müdhiş tahribata karşı, girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn'in tahribiyle, Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur'ân'înin tezelzülüyle de Ye'cüc ve Me'cüc'den daha müdhiş olarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.

Risale-i Nur'un şakirdleri, böyle bir hâdisede mânevî mücahedeleri, inşâallah zaman-ı Sahabedeki gibi az amelle, pek çok büyük sevab ve âmâl-i sâlihaya medar olur.

Azîz kardeşlerim! İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlâs kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirâk-i â'mâl-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin â'mâl-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, li-

sh: » (K: 161)

sanlariyle herbirinin takva kal'asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir. Ve bilhassa fırtınalı tehacüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardımına koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe'nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, îman ve sadakat şartlarıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmidört saatte, iştirâk-ı â'mâl-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz def'adan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.

Bu kere Kâtib Osman kardeşimizin gayet cami ve çok müjdeli mektubu buhavalide bir bayram yaptırdı. Birbirimizi tebrike sevk eyledi. Cenâb-ı Hak ondan vesizden ebeden razı olsun. Ve onun sisteminde sebatkâr çok şakirdleri yetiştirsin.âmin.

Gül veNur ve Mübarekler ve Medresi-i Nuriye hey'etleri ve ümmî ihtiyarlar vemâsumlar başta olarak umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize selâm ve selametve saadetlerine dua ediyoruz.

SaidNursî

***

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ اْلقُرْآنِ وَاَسْرَارِهِ

(110)

(Hizb-ül Kur'an-ül Âzam'ın) tab'ına muvaffakiyet Risale-i Nur'un inşâallahfütuhatına ve mu'cizeli Kur'an'ın tab'ına bir pişdardır. Sizleri tebrik ediyoruz. Buşuhûr-u mübarekede o Hizb-i A'zam'ın kazandıracağı sevabın bir misli defter-ia'mâlinize girecekler. Bu büyük mânevî kâr ona sarf olunan mal ve vakit vehizmetten çok ziyadedir. Kahraman Tâhir bu hizmette, elhak muvaffakıyetle tamiktidarını gösterdi. Her bir nüshanın satıldığı vakit, hediyesi kaç kuruşise, bize bildiriniz. Hem bu havaliye göndereceğiniz miktarı sşu adresle gönderiniz.(Çankırı'da komisyoncu Mustafa İpek vasıtasiyle Kastamonu'da

Sh:»(K:162)

Nasrullah Cami şadırvanında Çaycı Emin'e) gönderilecek. KahramanTâhirin yazdığı tarzdaki tab' çok müşkilatlı olmuş. Bu kadar müşkilatiçinde vuku' bulmamış bir tarzda tevafuklu çıkması bir eser-i inayettir. Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun.

Tâhir'in Onuncu Sözün mülhakatiyle Küçük Ali'nin yazdığı lâhikalıtarzda «münasibmidir?» diye sormasına deriz: «Evet münasiptir.» Yalnızism-i Hayy'dan aldığı parçanın haşre ait ve münasip olmayan bir parçasıgirmiş. Hem daha başka risalelerde haşre ait müessir parçalar bulsanız ilhakedersiniz.

Hem Mu'cizat-ı Kur'aniyye olan Yirmi Beşinci Söz âhirleri acelelik belasıylamücmel kaldığına bedel, ona zeyl ve lâhika olmak için Sabri'ye bir kaç ay evvelyazdığım bir mektubdaki kendi yazdığı nüshasına «ilave et» demiştik.

Hem Hasan Âtıf'ın bana yazdığı Mu'cizat-ı Kur'aniyye'ye, Kur'an'ınmu'cizatına ait bazı parçaları burada biz ilhak ettik. Siz de Kur'an'ın i'cazıylemünasebettar mühim nükteler ve Yirminci Söz, Sure-i Fethin âhir ayeti ve Rumuz-uSemaniye'ye ait Fihristenin yazdığı parçaları gibi tensip ve tensikinizle ilhak etseniziyi olur. Tâ ki Mu'cizat-ı Ahmediyye risalesi gibi Onuncu Söz, Yirmi Beşinci Sözlâhikalarıyla tam tekemmül etsin ve o üç erkân-ı îmaniyye tam kuvvetlerini,haşmetlerini mülhidlere göstersin. Onsekizinci Lem'a'nın Fihristesi ise yazmasısizlere aittir. Siz yazınız bize de gönderiniz.

Kardeşimiz Marangoz Ahmed'in Medrese-i Nuriye'nin başlarından olan HafızMehmed'in tam beraeti ve bütün risalelerini teslim alması onun dediği gibi bir keramet-iNuriye'dir, biz de tasdik ediyoruz. Rü'yasında Hz.Ali (R.A.) etrafımızdaki yılanlarıöldürmesi, tabiri pek zahir bir rü'ya-yı sâdıkadır. Hocanın sualine verdiğizerafetli cevap ve temsili bir teşbih cihetiyle, o rü'yanın bir ma'na-yı işarîsialtına girebilir. Yoksa böyle sarih şeylere ma'nası budur denilse münasip olmaz.

Orada bulunan umum kardeşlerimize selâm ve dua eder ve dualarınızı isteriz.

Kardeşiniz

SaidNursî

* * *

sh: » (K: 163)

(111)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Dün Emin bu havaliye gelen bir kolordu münasebetiyle, istemediğim ve Rus'un harbe devamını bilmediğim halde; Rusya'nın Kafkas'la ittisali kesilmesini söyledi. Ben onun sözünü kesip susturduğum halde, kalbim ehemmiyetle bir alâka gösterdi.

Sonra bugün namazda ve tesbihatında iken, mânevî tarzda denildi ki: Küre-i Arz'da çarpışan, mücadele eden cereyanlardan her halde birisi İslâmiyete ve Kur'an'a ve Risale-i Nur'a ve mesleğimize tarafdar olacak; bu noktadan ona karşı merakla bakmak gerektir. Bakmamak için bir-iki mektubda yazdığım sebebler çendan kalbe, akla kâfidir; fakat meraklı ve hevesli olan nefse kâfi gelmiyor diye kalbime geldi.

Aynen tesbihatta ihtar edildi ki: ehemmiyetli sebebi ise: Bakmakta bir tarafa tarafgirlik hissi uyanır; tarafgir nazarı, tarafdar olduğu taraf cereyanın kusurunu görmez, zulmüne rıza gösterir belki alkışlar. Hâlbuki küfre rıza, küfür olduğu gibi, zulme razı olmak dahi zulümdür. Elbette zemin yüzünde bu dehşetli düelloda, semavatı ağlatacak zulümler ve tahribat oluyor; çok mâsum ve mâzlumların hukukları kayboluyor, mahvoluyor. Mimsiz gaddar medeniyetin zâlîmane düsturu olan, "Cemaat için ferd feda edilir, milletin selâmeti için cüz'î hukuklara bakılmaz" diye, öyle dehşetli bir zulüm meydanı açmış ki, kurûn-u ûlâ vahşetlerinde de emsali vuku bulmamış. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın adalet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkını cemaata feda etmez; "Hak, haktır; küçüğe büyüğe, aza çoğa bakılmaz" diye kanun-u semavî ve hakikî adalet noktasında Risale-i Nur şakirdleri gibi hakikat-ı Kur'aniye ile meşgul adamlar, zaruret olmadan lüzumsuz, yalnız hevesli bir merak için, netice itibariyle faidesi bulunan ve netice daha gelmeden evvel lüzumsuz bakmak ve zâlîmane tahribatlarını alkışlamak suretiyle İslâmiyet ve Kur'an lehine hizmet edeceği o cereyanın harekâtını fikren takib etmekle meşgul olmak münasib olmadığı için; nefis de, akıl ve kalbe tâbi olup merakını bırakmış diye anladım.

sh: » (K: 164)

İkinci Mes'ele: Risale-i Nur'un Isparta'da kat'i galebesi, zındıkları şaşırttı. Fakat bazı mütemerrid ve muannid ve ölen herifin ruh-u habîsi hükmünde bazı zındıklar, o mağlubiyete karşı gelmek fikriyle, baştan aşağıya kadar Kur'an ve Peygamber (A.S.M.) aleyhinde, fakat perde altında, aynen münazara-i şeytaniye bahsinde hizb-üş-şeytanın, Peygamber (A.S.M.) ve Kur'an hakkında mesleklerince söyledikleri tâbiratı başka bir tarzda o zındık herif istimal etmiş.

Onun gibi yahudi, mütemerrid ve dinsiz feylesoflarından ve Avrupa'nın zındıklarının eskiden beri Kur'an ve Peygamber'in (A.S.M.) hâlâtından medar-ı tenkid buldukları noktaları, bu İslâm ismi altındaki zındık, kurnazcasına, safdil Müslümanlara ve Risale-i Nur'u görmeyenlere dinlettirmek ve göstermek için öyle bir tarzda gitmiş ve küfrünü gizlemeye çalışmış ki; şeytanette, şeytandan ileri gitmiş. Beni çok müteessir etti.

Kardeşimiz Sabri'nin mektubunda, «muannid mülhidlerin, Risale-i Nur'un cereyanına karşı kurdukları çürük ve vâhi hud'aları, örümcek ağı ve yuvası gibi kuvvetsiz ve o şeytanet perdeleri kıymetsiz ve mukavemetsizdir, Risale-i Nur'a karşı yırtılır ve yırtılacak.» dediği gibi; bu zındık ve muannid ve mütemerrid ve ölen herifin ruh-u hâbisi olan zındığın yazdığı ve zâhiren Müslümanlara Türkçülük lehinde, fakat hakikatta Kur'an ve Peygamberin (A.S.M.)'ın azamet ve haşmet-i mâneviyelerini kırmak ve hiçe indirmek ve âdileştirmek niyetiyle yazılan bu matbu eser de, Mu'cizat-ı Kur'an ve Mu'cizat-ı Ahmediye'ye (A.S.M.) karşı örümcek ağı da olamaz, parçalanır. Fakat binler teessüf ki; Risale-i Nur'u görmeyenlere kat'î zarar verdiği gibi, Risale-i Nur'u görenler de merak edip, "Acaba ne var?" demekle, sâfi kalblerini bulandırır. Lâakall vesvese ve evham verir.

Risale-i Nur'un kahraman şakirdleri böyle şeylere karşı müteyakkız davranmak ve faaliyetlerini ziyadeleştirmek lâzım geliyor. Fena şeyle zihnen meşgul olmak da, fena olduğu için kısa kesiyorum. Sakın ona ehemmiyet vermekle halkları meraklandırıp baktırılmasın. Belki ehemmiyetsiz, dinsizcesine, yalnız esma-i mübareke ve âyât-ı mübarekenin bazı meâli için-

sh: » (K: 165)

den hariç kalmak itibariyle ehemmiyetsiz bir paçavradır, bilinsin. Bu herifin ne derece haddinden tecavüz ettiğini bu temsilden anlayınız. Meselâ: Çok uzak bir mecliste, mütehassıs ve müdakkik âlimlerin okudukları ve tedkik ettikleri bir kitaba ve ders aldıkları bir zâta, pek uzak bir mesafede bakmak isteyen ve görmeyen bir ebleh, o âlimlerin aksine hüküm verip onları tenkid eden, divanece hezeyan eder.

Cenâb-ı Hak ehl-i îmanı ve Risale-i Nur şakirdlerini böylelerin şerrinden muhafaza eylesin, âmin.

Said Nursî

* * *

(112)

Azîz Kardeşlerim!

Sizin fevkalâde sebat ve ihlâsınızın galebesi ve o musibeti def'inden sonra, ehl-i dünya cepheyi değiştirdi. Zındıkanın desiseleriyle bu havalide bizlere karşı perde altında maddî ve mânevî tahşidatı başlamış. Gayet dikkatle ve şeytancasına, şâkirdlerin hakikî kuvvetleri olan tesanüdü bozmağa çalışıyorlar. Sizlere risaleleri iade ettikleri halde, kurnazcasına dolaplar çevriliyor. Biz sizin bir şûbeniz hükmünde olduğumuz halde, bizi asıl ve merkez telâkki ediyorlar. Hâfız-ı Hakikî Cenab-ı Hak'tır. İnşâallah hiçbir zarar edemeyecekler.

Fakat bu şuhur-u mübârekenin eyyam ve leyâli-i mübarekesinde hâlis dualarınız ile bize yardım ediniz. Birşey yok. Fakat mümkün oldukça ihtiyatlı ve dikkatli olunuz. Hazret-i Ali (Radıyallahü Anhü) ve Gavs-ı Geylânî (Kuddise Sirruhu) gibi kahramanların mânevî te'minatı قُلْ وَ لاَ تَخَفْ ve وَلاَ تَخْشَ hitabları, bize her vakit cesaret ve kuvve-i mânevî veriyor.

Kâtib Osman'ın mektubunda, kahraman Lütfi'nin bahadır biraderi Burhan'ın, risalelerin kurtulmasına çok hizmet ettiğini yazıyor. Zâten o cesur kardeşimizin eskiden de bu çeşit hizmetleri vardı. Hem ona, hem Risale-i Nur'un kurtulmasına çalışanlara ve medhali bulunanlara, hattâ mahkeme reisine ve insaflı âzâlarına hem dua, hem teşekkür ediyoruz. Münasip

sh: » (K: 166)

görülse, mahkeme reisine hususî teşekkürümüzü beyan edersiniz.

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ هذِهِ الشُّهُورِ الثَّلاَثَةِ

(113)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvelâ: Sizin geçmiş Leyle-i Mi'rac ve gelecek Leyle-i Beratınızı tebrik ediyoruz ve makbul dualarınızı rica ediyoruz.

Sâniyen: Yirmibeşinci Söz olan Mu'cizat-ı Kur'aniye'nin nısf-ı âhiri, acelelik belâsıyla gayet mücmel kalmasına bedel; size evvelce yazdığım gibi, bazı lâhikaları onun âhirinde ilhak etmiştik. Şimdi en mühim bir parça, yirmi sene evvel tab'edilen Lemeât'ta gördük. Onun da Mu'cizat-ı Kur'aniye zeyilleri içine derci pek münasib görüldü. Kahraman Tahirî'nin bana getirdiği bir nüsha Lemeât'ı çok kıymetdar gördüm. Eğer bir nüsha daha o havalide varsa, siz de o parçayı nüshalarınızın âhirine yazarsınız. Zâten Lemeât, kendisi de hârikadır. Ramazan-ı Şerif'te yirmi gün zarfında, nesir bir surette, tekellüfsüz birden yazılmış. Sonra baktık, sehl-i mümteni' gibi bir nesr-i manzum ve bir nazm-ı mensur suretini almış. İçinde bu parça daha hârikadır. Lemeât'ta o parçanın serlevhası: "Îycâz ile beyan i'caz-ı Kur'ân."

"Bir zaman rü'yada gördüm ki: Ağrı Dağı altındayım. Birden dağ patladı, dağ gibi taşları âleme dağıttı, sarstı cihanı."

Bundan da, «Tarz-ı nazar ikidir; biri zulmetdar, diğeri ziyadar» serlevhasına kadar.

Eğer Lemeât sizin elinize geçmemişse, o parçayı buradan size göndereceğiz.

Sâlisen: Hem lâtif, hem güzel, zarif bir hâdiseyi söyliye-

sh: » (K: 167)

ceğim: Bu memlekette Risale-i Nur'a erkeklerden ziyade fedakârâne yapışan ihtiyare hanımlar ve ihtiyare hükmünde mâsume genç hanımlar, eski zaman sırmalı ve yaldızlı gelinlik cihazatının içinde kıymetdar parçaları Risale-i Nur'un eczalarının cildleri üstüne çekip, bütün risaleler altun yaldız ile cildlemiş gibi bir tarza girdi. Risale-i Nur'un mânen güzelliğine ve Hüsrev ve Tâhirî ve Ali'lerin ve Hasan Âtıf ve Âsım gibi kardeşlerimizin yaldızlı yazılarının cemaline, cildi üstünde de şirin bir güzellik daha ilâve ettiler. Hâfız Ali'nin mektubunda yazdığı Ümmühan ve Şâhide değerinde, burada Risale-i Nur'a bütün kuvvetiyle çalışan çok hemşirelerimiz var. Meselâ Âsiye, Sâniye, Ulviye, Lütfiye, Aliye gibi Risale-i Nur'un şakirdleri, oradaki hemşirelerine ve kardeşlerine selâm ve dua ediyorlar.

Biz de onlar gibi, umum kardeşlerimize birer birer selam ve dua ederiz. MâşâallahSalahaddin Çelebi, şarkda, Kars'da garbdaki Isparta kahramanlarına omuz omuza verip,fütühat yapıyor. Pederi Nazife yetişmeğe çalışıyor. Baba oğul, hakikatenRisale-i Nurun iki kahramanıdırlar.

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ شَهْرِ شَعْبَانَ وَ رَمَضَانَ

(114)

Aziz, Sıddık, Mübarek, Metin Kardeşlerim!

Sizin Leyle-i Berat'ınızı ve gelen Leyali-i Ramazan-ı Mübareke'nizi tebrik ederiz. Cenâb-ı Hakk'a yüzbinler şükür olsun ki, Risale-i Nur kendi kendine tevessü' ediyor. Her tarafta fütuhatı var. Ehl-i dalâletin hileleri onu durdurmuyor, bilâkis çok dinsizler teslim-i silâh ediyorlar. Hâfız Ali'nin dediği gibi, korkuları pek ziyadedir. Şimdi dinsizlik taassubiyla değil, korku cihetiyle ilişiyorlar. O korku, Risale-i Nur lehine dönecek inşâallah.

Nur fabrikasının sahibi, bu def'aki mektubundaki hârika ve

sh: » (K: 168)

yüksek duası, onun fevkalâde ihlâs ve sadakatinin bir tereşşuhatı nazarıyla baktığımızdan, bin derece haddimden ziyade hüsn-ü zannını Risale-i Nur hesabına kabul edip, duasına âmin deriz. O Nur fabrikasının mektubu, Hasan Âtıf'ın mektubuyla Leyle-i Berât akşamında elimize geçti. O gecemize, bereketli ve mübarek bir tebrik nev'inde telâkki eyledik.

Hasan Âtıf'ın mektublarına uzun bir mektubla cevap vermek onun hakkıdır.Fakat onun tam kanaat getirdiği terk-i şahsiyet ve teveccüh eyledi şahsiyet-imânevî-i Nuriye hususi mektuba ihtiyaç göstermiyor. Halis, muhlis Âtıf'ın uzunmektublarında, üç ehemmiyetli cihet gördük.

Birincisi: Bu aciz kardeşiniz nasılki esrâr-ı gaybiye-i Kur'aniyeye tevâfukanahtarı ile bir zaman müteveccih oldum. Kaç def'a kapı açıldı, fakat ondaistihdam edilmedim kapandı. Çünki hakaik-ı îmaniyeye hizmet ciheti yüz def'aihtiyaç noktasında müreccih olduğundan o meraklı, zevkli olan tevafukat-ıgaybiyye o vazife-i hakikîye mani' olmasından o yolu bıraktık.

Aynen öyle de; Hasan Âtıf'ın gayet sâfi kalbi ve gayet ince hissiyatı ve gayethâlis sadakatı onu Risale-i Nur'un hazinesine garib bir tevâfuk anahtariyle girmeyeçalışıyor. Gayet zevkli bir hakikatı hissediyor. Fakat hissiyatını kuvvetlişeylerle bağlayıp ifade edemiyor. Halbuki onun fevkalâde herkesin nazar-ıistihsânını kendine celb eden kalemi ve sadâkat ve ihlâsı en ehemmiyetli vazifeolan Risale-i Nur'un neşrindeki hizmetine bir derece zarar verdiğinden o da benim gibi ozevkli, meraklı yolda çok meşgul olmasa daha ziyâde ondan istifâde edilir.

İkinci Cihet : Hakikaten Âtıf fıtraten Risale-i Nur'a ve meşrebine ve hizmetineve tam talebe olmasına ve sırr-ı ihlâs ile fenâ fil-ihvan düsturuna tammüstaiddir. Fakat pek hassas ve ince düşünceleri vardır. Hattâ epey dikkatleancak hissedebiliyorum.

Üçüncü: Müstesna ve parlak hattı ile beş-on mühim düsturları vevecîzeleri Risale-i Nurdan intihab edip, on parça kağıtlara yazıp göndermiş. Bizde o mübarek vecîzeleri odamızda her gelenlere Âtıf'tan bir ders-i nuriye almak ve Âtıf'a hâyır

Sh:»(K:169)

kazandırmak için duvara astık. Odamıza tezyin ettik.

Aziz kardeşlerim!

Bu mübarek Ramazan'da dahi geçen Ramazan gibi, bu âciz ve zaîf kardeşinize, mânevî ve uhrevî sa'y ve çalışmanızdan zekât mikdarınca vermenizi ve onun hesabına bir mikdar çalışmanızı ve ziyade hüsn-ü zannınız ile ona tahmil ettiğiniz ağır yüke o cihette yardımınızı pek çok rica ederim.

Derd-i maîşet sersemliğiyle, ekser halk âhiret işlerine ikinci derecede bakmalarından, ehl-i dalâlet istifade edip onları avlıyorlar. Risale-i Nur şakirdleri kanaat ve iktisad düsturlarıyla bu mânevî hastalığa da mukabele ederler, inşâallah.

Umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize birer birer selâm ve dua ederiz.

Kardeşiniz

Said Nursî

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

(115)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Sizin mübarek Ramazan-ı Şerîfinizi tebrik ediyoruz. Cenâb-ı Erhamürrâhimîn bu Ramazan-ı Mübareke'nin hürmetine Rahmeten-lil-Âlemîn olan Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ümmetine rahmetiyle imdad eylesin! Âmin.

Âsâr-ı Gadab-ı İlâhî olan âfât ve dalâletlerden muhafaza eylesin! Âmin. Ve Risale-i Nur şakirdlerini neşr-i envâr-ı Kur'aniyede muvaffak eylesin! Âmin. Hizb-ül A'zam-ı Kur'ânî'nin gelmesini iştiyakla bekliyoruz.

Sâniyen: Hâfız Ali'nin mektubunda, kahraman Süleyman Rüşdü'nün gelmesini tebşir ediyor. Biz de ona, "Binler safalarla geldin" deyip ve üç cihetle onu ve mâsumlarını tebrik

sh: » (K: 170)

ediyoruz. Ve Hasan Âtıf'ın, Demirci Mehmed nâmını verdiği Bedevî kardeşimize yazdığı uzun mektubu buradaki kardeşlerimize ihlâs noktasında ehemmiyetli te'siri var. İhlâs Risalesi'nin sırrını ve düsturlarını yerleştirmeye çalışması, bizi çok mesrur eyledi. Cenâb-ı Hak onun gibi hâlis kardeşleri çoğaltsın. Ve Âtıf'ın o mektubunda Medrese-i Nuriye'deki kahramanlardan kıymetdar bir-iki yüksek ihtiyarın, Risale-i Nur'a parlak irtibatları bizi sürur yaşıyla ağlattırdı.

Bu def'a evvelce size gönderilen gençler îkaznâmesinin bir tetimmesi olarak, bu havalideki tehlikeli vaziyette bulunan gençlere bir ihtarnâme nâmında bir fıkra gönderiyoruz. Tâ ki Risale-i Nur'un genç şakirdlerinin gittikleri istikamet ve iffet ve ittiba'-i sünnet-i seniye, gençlik noktasında ne kadar kıymetdar bulunduğunu ve hakikî ve zevkli gençlik ise o tarzdaki bahtiyarların gençlikleri olduğunu bir kat daha isbat edip, hakikî genç Türkler kimler olduğunu göstersin.

Umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize selâm ve dua ederiz. Ve mübarek dualarını bu mübarek Ramazan-ı Şerif'te ve bire bin kazancı kazandıran eyyam ve leyâli-i mübarekede rica ediyoruz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz

Said Nursî

* * *

(116)

BİRKAÇ BİÇARE GENÇLERE VERİLEN BİR TENBİH, BİR İHTARNAMEDİR.

(Bu def'adan evvelce size gönderilen gençler îkaznâmesinin bir tetimmesidir.)

Bir gün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için te'sirli bir ihtar almak istediler. Ben de eskiden Risale-i Nur'dan meded isteyen gençlere dediğim gibi onlara dedim ki:

Sizdeki gençlik kat'iyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zâyi olup başınıza hem dünyada, hem

sh: » (K: 171)

kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve tâatte sarfetseniz, o gençlik mânen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebeb olacak.

Hayat ise, eğer îman olmazsa veyahut isyan ile o îman te'sir etmezse; hayat, zâhirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünki insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler, gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise; eğer dalâlet ve gaflete düşş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz'î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir.

Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağışer. Belki ehl-i dalâletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı; bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalâleti noktasında ma'dumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, îtikadsızlığı cihetiyle yine ma'dumdur. Ve ademle hâsıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyor.

Eğer îman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar îmanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur. Zaman-ı hâzır gibi ruh ve kalbine îman noktasında ulvî ve mânevî ezvakı ve envar-ı vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatın, İhtiyar Risalesi'nde Yedinci Rica'da izahı var. Ona bakmalısınız. İşte hayat böyledir.

Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı îman ile hayatlandırınız ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz. Her gün ve her yerde ve her vakit vefiyatların gösterdikleri dehşetli hakikat-ı mevt ise, size başka gençlere söylediğim gibi bir temsil ile beyan ediyorum:

Meselâ, burada gözünüz önünde bir darağacı dikilmiş,

sh: » (K: 172)

onun yanında bir piyango fakat pek büyük bir ikramiye biletleri veren dairesi var. Biz buradaki on kişi alâküllihâl, ister istemez, hiç başka çare yok, oraya davet edileceğiz, bizi çağıracaklar. Ve çağırma zamanı gizli olmasından her dakika, ya "Gel idam ilâmını al, darağacına çık!" veyahut "Gel, milyonlarla altunu kazandıran bir ikramiye bileti sana çıkmış gel, al!" demelerini beklerken, birden kapıya iki adam geldi. Biri yarı çıplak güzel ve aldatıcı bir kadın, elinde zâhiren gayet tatlı, fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor. Diğer biri de; aldatmaz ve aldanmaz ciddî bir adam, o kadının arkasından girdi. Dedi ki: "Size bir tılsım, bir ders getirdim. Bunu okursanız, o helvayı yemezseniz, siz o darağacından kurtulursunuz.. Bu tılsım ile emsalsiz ikramiye biletini alırsınız.

İşte bakınız bu darağacında zaten gözünüzle görüyorsunuz ki, bal yiyenler oraya gidiyor ve oraya girinceye kadar da o helvanın zehirinden dehşetli karın sancısı çekiyorlar ve o büyük ikramiye biletini alanlar çendan görünmüyorlar ve zâhiren onlar da o darağacına çıkıyorlar. Fakat onlar asılmadıklarını, belki oradan kolayca ikramiye dairesine girmek için basamak yaptıklarını milyonlar, milyarlar şahidler var, haber veriyorlar.

İşte pencerelerden bakınız.. En büyük memurlar ve bu işle alâkadar büyük zâtlar yüksek sesle ilân ediyorlar, haber veriyorlar ki; O darağacına gidenleri aynelyakîn gözünüz ile gördüğünüz gibi, bu ikramiye biletini tılsımcılar aldıklarını hiç şek ve şübhe getirmez, görür gibi, gündüz gibi kat'î biliniz." dedi.

İşte bu temsil gibi zehirli bir bal hükmünde olan gayr-ı meşru dairedeki gençliğin sefahetkârâne zevkleri, hazine-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesikası olan îmanı kaybettiği için, darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümat kapısı olan kabrin musibetine, aynen zâhiren göründüğü gibi düşer ve ecel gizli olduğu için genç, ihtiyar farketmiyerek her vakit ecel cellâdı, başını kesmek için gelebilir.

Eğer o zehirli bal hükmünde olan hevesat-ı gayr-ı meşruayı terkedip, tılsım-ı Kur'ânî olan îman ve feraizi elde etmekle o fevkalâde mukadderat-ı beşer piyangosundan çıkan saadet-i ebediye hazinesi biletini alacağına, yüzyirmidört bin Enbiya Aley-

sh: » (K: 173)

himüsselâm ile beraber hadd ve hesaba gelmiyen ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat ve ehl-i tahkik müttefikan haber veriyorlar ve âsârını gösteriyorlar.

Elhâsıl: gençlik gidecek. Sefahette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette, binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sûiistimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla, ya hastahanelere veya taşkınlıklariyla hapishanelere veya sefalethanelere veya manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz.

Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı halinden, gençlik sâikasiyla israfat ve sûiistimâlden gelen hastalıktan «eninler» «eyvahlar» işittiğiniz gibi, hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençlik saikasıyla gayr-ı meşru dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüfatlarını işiteceksiniz. Ve kabristanda mütemadiyen oraya girenler için kapılarıılıp kapanan o âlem-i berzahta, ehl-i keşfelkuburun müşahedatıyla ve bütün ehl-i hakikatın tasdikıyla ve şehadetleriyle ekser azabların, gençlik sû'-i istimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz.

Hem nev'-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile "Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zâyi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız." diyecekler.

Çünki beş-on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve âhirette cehennem ve sakar belâsını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ sırrıyla hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir. Cenâb-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın câzibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin. Âmin...

* * *

sh: » (K: 174)

(117)

Azîz, Sıddık, Risale-i Nur Şakirdleri Kardeşlerim!

Risale-i Nur şakirdlerinin zaif kısımlarına zarar veren, hâtıra gelmeyen, ihtiyar bir zât tarafından bir itiraz münasebetiyle ve o gibi itirazların esasını kesecek bir hakikatı beyan etmeye mecbur oldum. Evvelce birisine dediğim gibi, bunu tekrar ediyorum:

Hem mucib-i taaccüb, hem medar-ı teessüftür ki: Ehl-i hakikat, ittifaktaki fevkalâde kuvveti zâyi ettikleri ve zâyi' ile mağlub oldukları halde; ehl-i nifak ve dalâlet, meşrebine zıd olduğu halde, ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde etmek için ittifak ediyorlar. Yüzde on iken, doksan ehl-i hakikatı mağlub ediyorlar. Ve en ziyade medar-ı taaccüb ve medar-ı hayret şudur ki:

En ziyade muavenet ve teşvik beklediğimiz ve onlar da o yardıma İslâmiyetçe ve meslekçe ve vazifeten mükellef oldukları bize yardımı yapmayıp, bilâkis yanlış anlamasına binaen, Risale-i Nur'un hizmetine fütur verecek bir tarzda, mevki-i içtimaiyelerinin ehemmiyetine istinaden itiraz etmişler. Bir hakikate dair beyanata itiraz etmişler.

Ben bilmiyorum hangi mes'eledir, hangi âyete dairdir. Olsa olsa, gayet mahrem kısmından olan Birinci Şuâ nâmında İşârât-ı Kur'aniye'den bir mes'eleye dair olacaktır. Bu âciz kardeşiniz, hem o eski dost zâtâ hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki: Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın feyziyle Yeni Saîd hakaik-i îmaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatça bürhanlar zikrediyor ki değil müslüman üleması, belki en muannid Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir.

Amma Risale-i Nur'un kıymet ve ehemmiyetine işarî ve remzî bir tarzda Hazret-i Ali (R.A.) ve Gavs-ı A'zâm'ın (K.S.) ihbârâtı nev'inden, Kur'ân-ı Mu'ciz-ül-Beyan'ın dahi bu zamanda bir mu'cize-i mânevîyesi olan Risale-i Nur'a nazar-ı dikkati celbetmesine mânâ-yı işarî tabakasından rumuz ve îmaları, i'câzının şe'nindendir ve o lisan-ı gaybın belâgât-ı mu'cizekârânesinin muktezasıdır.

sh: » (K: 175)

Evet Eskişehir hapishanesinde dehşetli bir zamanda ve kudsî bir teselliye pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, mânevî bir ihtarla: "Risale-i Nur'un makbuliyetine dair eski evliyâlardan şahid getiriyorsun. Halbuki وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ sırrıyla en ziyade bu mes'elede söz sahibi Kur'andır. Acaba Risale-i Nur'u Kur'an kabûl eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?" denildi. O acib sual karşısında bulundum.

Ben de Kur'andan istimdad eyledim. Birden otuzüç âyetin mânâ-yı sarîhinin teferruatı nev'indeki tabakattan mana-yı işârî tabakasından ve o mânâ-yı işârî külliyetinde dâhil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu ve duhulüne ve medar-ı imtiyazına bir kuvvetli karine bulunmasını bir saat zarfında hissettim. Ve bir kısmı bir derece izah ve bir kısmını mücmelen gördüm. Kanaatımda hiçbir şekk ve şübhe ve vehim ve vesvese kalmadı. Ben de ehl-i îmanın îmanını Risale-i Nur'la muhafaza niyetiyle o kat'î kanaatımı yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim. Ve o risalede biz demiyoruz ki; âyetin mânâ-yı sarihi budur, tâ hocalar (fîhi İİnazarun) desin.

Hem dememişiz ki, mânâ-yı işârînin külliyeti budur. Belki diyoruz ki: mânâ-ı sarîhinin tahtında müteaddid tabakalar var. Bir tabakası da mânâ-yı işârî ve remzîdir ve o mâna-yı işârî de bir küllîdir. Her asırda cüz'iyatları var. Risale-i Nur dahi bu asırda o mâna-yı işârî tabakasının külliyetinden bir ferddir ve o ferdin kasden bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ülema mabeyninde câri bir düstur-u cifrî ve riyazî ile karineler, belki hüccetler gösterilmiş iken, Kur'ânın âyetine veya sarahatine değil incitmek, belki i'caz ve belâgâtına hizmet ediyor. Bu nevi işârât-ı gaybiyeye itiraz edilmez. Ehl-i hakikatın nihayetsiz işârât-ı Kur'aniyeden hadd ü hesaba gelmeyen istihracâtlarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez.

Amma benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istib'ad edip itiraz eden zât, eğer buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ

sh: » (K: 176)

gibi çam ağacını halkeylemek azamet ve kudret-i İlahiyeye delil olduğunu düşünse, elbette bizim gibi acz-i mutlak ve fakr-ı mutlakta ve böyle ihtiyac-ı şedîd zamanında böyle bir eser zuhuru, «Vüs'at-i rahmet-i İlâhiyyeye delildir.» demeye mecbur olur.

Ben sizi ve mu'terizleri Risale-i Nur'un şeref ve haysiyetiyle temin ediyorum ki: Bu işaretler ve evliyanın îmalı haberleri, remizleri, beni dâima şükre ve hamde ve kusurlarımdan istiğfara sevketmiş. Hiçbir vakitte hiçbir dakika nefs-i emmareme medar-ı fahr ve gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediğini, size bu yirmi sene hayatımın göz önünde tereşşuhatıyla isbat ediyorum.

Evet bu hakikatla beraber insan kusurlardan, nisyandan, sehivden hâli değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, risalelerde hatalar da olmuş. Fakat Kur'an'ın hurufât-ı kudsiyesinin yerine beşerin tercümesini ikame perdesi altında, noksan huruflarla yeni hat altında tahrifkârâne ehl-i dalâletin tevilât-ı fâsideleri âyâtın sarâhatını incitmelerine bakmıyor gibi; bîçâre mazlûm bir adamın kardeşlerinin îmanını kuvvetleştirmek için bir nükte-i i'caziyeyi beyan ettiği için hizmet-i îmaniyesine fütur verecek derecede itiraz, elbette değil öyle zâtlar, belki zerre mikdar insafı bulunan itiraz edemez.

Benim şahsım için mucib-i hayrettir ki: O itiraz eden zât, benim silsile-i ilimde en mühim üstadım olan Şeyh Fehim'in (K.S.) bir tilmizi ve en ziyade merbut olduğum İmam-ı Rabbânî (R.A.)'ın bir talebesi olduğu halde; herkesten ziyade, kusurlarıma, eski karışık hayatlarıma, taşkınlıklarıma bakmayarak bütün kuvvetiyle imdadıma koşmak lâzım iken; maatteessüf ondan tereşşuh eden bir itiraz, bazı zaîf arkadaşlarımıza fütur ve ehl-i dalâlete bir sened hükmüne geçtiğini çok teessüfle işittik.

O ihtiyar zâttan, çabuk bu sû'-i tefehhümü izale etmek için tamire çalışmasını; hem duasıyla, hem te'sirli nasihatıyla yardımını bekleriz. Bunu da ilâveten beyan ediyorum:

Bu zamanda gayet kuvvetli ve hakikatlı milyonlar fedakâr-

sh: » (K: 177)

ları bulunan meşrebler, meslekler bu dehşetli dalâlet hücumuna karşı zâhiren mağlubiyete düştükleri halde; benim gibi yarım ümmî ve kimsesiz, mütemadiyen tarassud altında, karakol karşısında ve müdhiş, müteaddid cihetlerle aleyhimde propagandalar ve herkesi benden tenfir etmek vaziyetinde bulunan bir adam, elbette dalâlete karşı galibane mukavemet eden ve milyonlar efradı bulunan mesleklerden daha ileri, daha kuvvetli dayanan Risale-i Nur'a sahib değildir. O eser onun hüneri olamaz ve onunla iftihar edemez.

Belki doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakîm'in bu zamanda bir mu'cize-i mânevîyesi rahmet-i İlahiye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşıyla beraber o hediye-i Kur'aniyeye el atmışlar. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi ona düşş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil, Risale-i Nur'un öyle parçaları var ki; bazı altı saatte, bazı iki saatte, bazı bir saatte, bazı on dakikada yazılan risaleler var. Ben yemin ile te'min ediyorum ki, Eski Said'in kuvve-i hâfızası beraber olmak şartıyla o on dakikalık işi on saatte fikrimle yapamıyorum. O bir saatlik risaleyi, iki gün istidadımla, zihnimle yapamıyorum ve o altı saatlik risale olan Otuzuncu Söz'ü ne ben, ne de en müdakkik dindar feylesoflar altı günde o tahkikatı yapamaz ve hâkezâ...

Demek biz müflis olduğumuz halde, gayet zengin bir mücevherat dükkânının dellâlı ve birer hizmetçisi olmuşuz. Cenâb-ı Hak fazl ve keremiyle, bu hizmet-i kudsiyede hâlisane, muhlisâne bizi ve umum Risale-i Nur şakirdlerini daim muvaffak eylesin, âmin.

Said Nursî

* * *

(118)

Sûre-i İhlâs nüktesi, parçasıyla, bir kaç gün sonra göndereceğimizi'caz-ı Kur'ân'a dair parça, ikisi Yirmi Beşinci Söz'ün zeyillerinin âhirine girecek.

Eski Said'in âsarından İşârât-üI'caz tefsiri Risale-i Nur'a girmesimünasebetiyle, Risale-i Nur dairesinde Yeni Said'in ve arkadaşlarının fıkralarıiçinde onun da (Eski Said'in) bir iki fıkrası girmek hakkını kazandığındanyirmi üç sene evvel, Ra

Sh:»(K:178)

mazan-ı Şerifte, Fâtihanın âhirine aid birden ehemmiyetli îmani birfıkrası, Lâhikanın üçüncü parçasının başına girdi. Fakat o gayetmuhtasar konuştuğu için, tam dikkatle anlaşılabilir. İkinci fıkrası Sûre-iIhlâs'ın bir nükte-i i'caziyesine aitdir.

 

REKLAMLAR

Web Site Tasarımı

Yönetim Panelli Website Tasarımlarınız için

0532 307 60 09

 

 

İSTATİSTİKLER

OS : Linux c
PHP : 5.3.29
MySQL : 5.7.43
Zaman : 00:30
Ön bellekleme : Etkisizleştirildi
GZIP : Etkisizleştirildi
Üyeler : 31076
İçerik : 1251
Web Bağlantıları : 2
İçerik Tıklama Görünümü : 2247566

Haberler

MADEM O' VAR HER ŞEY VAR.....

BEDİÜZZAMAN.................