ahmetturkan.gen.tr

HAYATTAN DERSLER

  • Yazıtipi boyutunu arttır
  • Varsayılan yazıtipi boyutu
  • Yazıtipi boyutunu azaltır
Home RİSALE-İ NUR KASTAMONU LAHİKASI KASTAMONU LAHİKASI SAYFA 110*139 ARASI

KASTAMONU LAHİKASI SAYFA 110*139 ARASI

e-Posta Yazdır PDF

 

sh: » (K: 110)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ثَوَابَاتِ قِرَائَةِ حُرُوفَاتِ الْقُرْاَنِ الَّتِى قَرَاْتُمُوهَا بِنِيَّتِنَا فِى رَمَضَانَ

(72)

Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim!

Hâfız Ali'nin bu def'aki mektubunda çok mübarek duaları beni ve bizi en derin ruhumuzdan mesrur edip şükre sevketti. Ve her musibetzedeye ve hüzün ve kederlere düşenlere mâna-yı işarîsiyle mededres ve halâskâr ve şifa ve medar-ı sürur olan اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ ve اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا her musibetzedeye baktığı gibi, bu geçen hastalık cihetiyle bize de baktığını yazıyor. Evet Hâfız Ali o noktayı tam görmüş. Ben de tasdiken derim ki: Eğer o hastalık yirmi derece tezâuf etseydi, bizlere kazandırdığı neticeye nisbeten yine ucuz düşerdi ve rahmet olurdu. Fakat Hâfız Ali'nin kendi üstadı hakkında, benim haddimden pek çok ziyade isnad ettiği meziyet ve mâsumiyeti; onun mâsum lisanıyla hakkımda medih olarak değil, belki bir nev'i dua olarak tasavvur ediyoruz.

Hem Hâfız Ali'nin, Sav gibi yerler, karyeler ve Isparta, birer Medrese-i Nuriye hükmüne geçmesi ve Risale-i Nur'un sâdık şakirdleri hârikulâde olarak günden güne yükselmeleri ve tenevvür etmeleri, bizleri belki Anadolu'yu belki Âlem-i İslâm'ı mesrur ve müferrah eden bir hakikatlı haber telâkki ediyoruz.

Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdık'ın haber verdiği "Mânevî fütuhat yapmak ve zulümatı dağıtmak, zaman ve zemin hemen hemen gelmesi" diye fıkrasına, bütün ruh u canımızla rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur şakirdleri ise: Vazifemiz hizmettir, vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber; kemmiyete değil, keyfiyete bakmak; hem çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettir-

sh: » (K: 111)

meğe sevkeden dehşetli esbab altında Risale-i Nur'un şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerini kırması ve yüzbinler biçârelerin îmanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakikî mü'min talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdık'ın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuat ile isbat etmiş ve inşâallah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki; inşâallah hiçbir kuvvet Anadolu'nun sînesinden onu çıkaramaz. Tâ âhirzamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahibleri, yani Mehdi ve şakirdleri (Hâşiye) Cenâb-ı Hakk'ın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip, Allah'a şükrederiz.

Hâfız Ali'nin kıymetdar bir kardeşimiz olan Aydın'lı Hasan Âtıf hakkında medhi ve tafsili bizi minnetdar etti. O kardeşimiz de haslar içinde her sabah yanımızdadır.

* * *

(73)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Sizi tebrik ediyoruz, hakikaten müdakkik hâfızlarsınız. Hüsrev'in yazdığı Kur'an'da incecik sehivlerini bulmanız, hıfzınızın kuvvetine tam delalet ediyor. Bizler size minnetdar olduk ve teşekkür ediyoruz. Cenab-ı Hak sizlerden ebeden razı olsun. Bu münasebetle Risale-i Nur'un kahramanı olan Hüsrev, Risale-i Nur'un hizmetinde gösterdiği hârikaları, nümune olmak için bir kısmını beyan edeceğiz. Şöyle ki:

Bu zât, dokuz-on sene zarfında dörtyüz risale kadar dikkatli ve tevafuklu olarak Risale-i Nur'dan yazdığı gibi; hâfız olmadığı halde yazdığı iki mükemmel Kur'an ile ve üçüncüsü -müteferrik surette- gözle görünür bir nevi i'caz-ı Kur'anı gösterir bir tarzda üç Kur'anı yazmış; tam mukabele edilmeden bize gelmiş; biz de mukabele etmeden size göndermiştik. Sizler de kemal-i dikkatle hareke ve harflerde gördüğünüz kırk-elli sehiv, Hüsrev'in kaleminin ne derece hârika olduğunu gösterir. Çünki her Kur'an'ın üçyüzbin altıyüz yirmi harfinde, o kadar hareke ve sükûnlarında yalnız kırk-elli sehiv bulunması, o kalemin isabette hârika olduğunu göste-

__________________

(Hâşiye): Bu cümle Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken bizzat kendileri kontrol ve tashihden geçirdikleri 1958 de Ankara'da basılan (Tarihçe-i Hayatı Meslek ve Meşrebi) adlı kitabının 219. sahifesinde mevcuddur. (Nâşir)

sh: » (K: 112)

rir. Çünkü her Kur'an'ın üçyüz bin altıyüz yirmi harfinde o kadar hareke ve sükûnlarında yalnız kırk-elli sehiv bulunması, o kalemin isabette hârika olduğunu gösterir.

Lâtiftir ki; Hüsrev'in sehvini bulan bir zat, iki harfte bir sehiv etmiş. Hüsrev yüzbin harfte bir sehiv etmiş. Tashih eden, iki harfte noktayı bırakıp sehiv etmiş. Demek o dikkatli hâfızın o sehvi, Hüsrev'in o sehvini afvettiriyor.

Hem bu Hüsrev'in kalemi gibi; fikri, kalbi de o nisbette hârika diyebiliriz. Risale-i Nur'a karşı irtibatı ve iştiyakı ve kanaatı gittikçe terakki ve inkişaf ediyor. Hiçbir hâdise onu sarsmıyor, fütur vermiyor.

Hem onun bir hârikası odur ki: Risale-i Nur'a beş sene yabanî kaldığı halde birden intisab edip, bir ay zarfında on dört risaleyi Risale-i Nur'dan yazmış.

Hem Kur'anın gözle görülen bir nevi lem'a-i i'câziyeyi, beş-altı mushafta işaretler yaptım, hatt-ı arabî-i Kur'anîleri mükemmel olan kardeşlerime taksim ettim. Bunların içinde hatt-ı arabî-i Kur'an'da Hüsrev onlara yetişemediği halde, birden umum o kâtiblere ve hatt-ı arabî muallime tefevvuk eyledi. Ve hatt-ı arabîde, en mümtaz kardeşlerimizden on derece geçti. Umumen onlar tasdik edip: "Evet bizden geçti, biz ona yetişemiyoruz" dediler. Demek Hüsrev'in kalemi, Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan'ın ve Risale-i Nur'un mu'cizevari kerametleri ve hârikalarıdır.

Kardeşiniz

Said Nursî

(74)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu def'a gelen Halil İbrahim'in Risale-i Nur'a gayet kuvvetli irtibatını ve gayetyüksek derece-i takdirini ve fevkalâde sadakat ve ihlâsını gösteren mektubulâhikaya girdi. Benim bedelime ona yazınız ki, daima onu Risale-i Nur'un ehemmiyetlibir rüknü ve gayet kuvvetli ve emniyetli bir sahibi olarak, dâima nazarımızdakıymetini muhafaza ediyor, belki terakki ediyor.

Sh:»(K:113)

İnce Mehmed ve Hâfız Mehmed, emin gibi Risale-i Nur'a alâkadar olanlarıda, Risale-i Nur'un has talebeleri içinde hergün pek çok def'alar dua ve mânevîkazançlarda hissedardırlar. Hem size hitab ettiğimiz zaman daima Halil İbrahim veHulûsi içiniz-de düşünüp öyle konuşuyorum.

* * *

(75)

EVVELCE, HAYAT-I DÜNYEVİYEYİ HAYAT-I UHREVİYE-

YE TERCİH ETMEYE DAİR YAZILAN İKİ PARÇAYA

TETİMMEDİR

Bu acib asrın hayat-ı dünyeviyeyi ağırlaştırması ve yaşamak şeraitini ağırlatması ve çok etmesi ve hâcât-ı gayr-ı zaruriyeyi, görenekle tiryaki ve mübtelâ etmekle hâcât-ı zaruriye derecesine getirmesiyle, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksad ve gayesi yapmıştır. Onunla hayat-ı dîniye ve ebediye ve uhreviyeye karşı ya sed çeker veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hatâsının cezası olarak öyle dehşetli bir tokat yedi ki, dünyayı başına Cehennem eyledi.

İşte bu dehşetli musibette, ehl-i diyanet dahi büyük bir vartaya düşüyorlar ve kısmen anlamıyorlar.

Ezcümle: Ben gördüm ki; ehl-i diyanet belki de ehl-i takva bir kısım zâtlar, bizimle gayet ciddî alâkadarlık peyda ettiler. O bir-iki zâtta gördüm ki; diyaneti ister ve yapmasını sever, tâ ki hayat-ı dünyeviyesinde muvaffak olabilsin, işi rastgelsin. Hattâ tarikatı keşf ü keramet için ister. Demek âhiret arzusunu ve dinî vezâifin uhrevî meyvelerini, dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki, saadet-i uhreviye gibi saadet-i dünyeviyeye dahi medar olan hakaik-i dîniyenin fevâid-i dünyeviyesi, yalnız müreccih (tercih edici) ve teşvik edici derecesinde olabilir. Eğer illet derecesine çıksa ve o amel-i hayrın yapmasına sebeb o faide olsa, o ameli ibtal eder; lâakall ihlâsı kırılır, sevabı kaçar.

Bu hasta ve gaddar ve bedbaht asrın belâ ve vebâsından ve zulüm ve zulmetinden en mücerreb bir kurtarıcı, Risale-i Nur'un mizanları ve muvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğu-

sh: » (K: 114)

nu kırkbin şâhid vardır. Demek Risale-i Nur'un dairesine yakın bulunanlar, içine girmezse, tehlike ihtimali kavîdir.

Evet يَسْتَحِبّوُنَ اْلحَيَاةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلاَخِرَةِ işaretiyle bu asır, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye, ehl-i İslâm'a da bilerek severek tercih ettirdi.

Hem bin üç yüz otuz dört tarihinden başlayıp, öyle bir rejim ehl-i İslâm içine de sokuldu. Evet عَلَى اْلاَخِرَةِ cifir ve ebced hesabıyla 1333 veya dört ederek, aynı vakitte eski harb-i umumî'de İslâmiyet düşmanları galebe çalmakla, muahede şartlarını, dünyayı dine tercih rejimi mebdeine tevafuk ediyor. İki-üç sene sonra bilfiil neticeleri görüldü.

* * *

(76)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu şiddet-i soğukta sizden haber almadığım için merak eyliyorum. Size, bu soğuğun bana verdiği şefkatli bir endişeden çıkan arkadaki mes'eleyi gönderiyorum. Belki size de faidesi olur.

Hem buraca faidesi görülen haşre dair parçaları Onuncu Söz'ün âhirinde toplayıp, bir lâhikası hükmüne gelmiştir. Birinci parça, Dokuzuncu Şua olan mukaddeme-i haşriye, Onuncu Söz'ün arkasında yazılacak; ve bunun arkasında, o mukaddeme-i haşriyenin birinci makamının yerinde ve bedeline Otuzuncu Lem'anın İsm-i Hayy'a dair Dördüncü Remiz yazılacak. Bunun arkasında, İkinci Şuâ olan Tevhid Risalesinin haşri isbatına dair hâtimesinin başından, tâ "Bu haşrin dört mes'elesi şimdilik yeter. Yine sadedimize dönüyoruz." cümlesine kadar yazılacak. Sonra bunun arkasında İhtiyarlar Lem'asının Beşinci Ricasının ortasından başlayan, "Evet, nass-ı hadîs ile nev'-i beşerin en mümtaz şahsiyetleri olan yüz yirmi dört bin Enbiyanın ilâ âhir.." tâ Altıncı Rica'ya kadar yazılacak. Eğer haşre îit, sair risalelerde bunlar gibi parçalar varsa, münasib görseniz ilâve

sh: » (K: 115)

edersiniz. Bunların heyet-i mecmuasının te'siri büyüktür.

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

(77)

(Gayet ehemmiyetlidir)

Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçârelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu.

Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semâviye, mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa'da Rusya'daki çoluk-çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

O musibet-i semâviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehîd hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

Onbeşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem'den kurtarır. Çünki âhir zamanda mâdem fetret derecesinde din ve dîn-i Muhammedi'ye Aleyhissalâtü Vesselama bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhir zamanda Hazret-i İsa'nın (A.S.) dîn-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek.

Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaifler, müstebid büyük zalimlerin cebr ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar.

sh: » (K: 116)

Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber; yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrahimîn'e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem-i şefkatten teselli buldum.

Eğer o felâketi gören zâlimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzâr eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.

Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı dîniyeyi ve mukaddesat-ı semâviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın mânevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir.

(78)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Sav medrese-i Nuriyesi'nin kahraman bir talebesi olan Marangoz Ahmed'in onun ve Savamedresesinin safvet ve ihlâsını ve kuvvet ve irtibatlarını gösteren mektubundabir-iki noktayı merak ediyorum. Bir-iki cihetle çok mesrur oldum. Mûcib-i merak birisi;Sav'da Risale-i Nur'u yerleştiren mübarek Hacı Hâfızlar beraber çalışan veondan ders alan Hâfız Mehmed kimdir. O zat bence hizmet cihetinde pek ehemmiyetligöründü.

İkincisi; o mektubda küçük talebelerden Hüseyin namındaki zât HâfızAli'nin bir-iki def'a ondan bahsettiği ondört yaşında iken ve hastalıkla beraberfevkalâde Risale-i Nur'la meşgul olan kıymetdar çocuk mudur?

Eski Said'in ondört yaşındaki garip vaziyetini bana ihtar ettiği için merak ettim.Bizi mesrur eden bir cihet ise, Risale-i Nur'un dairesine masum çocukların çokluklagirmesiyle sahife-i amâlimize onların reddedilmez duaları ve âmâl-i sâlihaları girmesidir.

Sh:»(K:117)

Üçüncüsü; Sav medresesi etraf köylerine nurları neşretmesi ve onlarınmasum çocuklarını da Hâfız Mehmed'in daire-i dersine celb etmesidir, diyemektubunda Ahmed yazıyor. Hem onun mektubunda Risale-i Nur'un okunmasınıHüsrev'in hastalığına ilaç olduğu gibi pek çok def'alar da hattâ geçenmüthiş hastalığımda gelen doktora okudum, hem ona hem bana ilaç olduğunugördük. Evet mânevî devâ olduğu gibi bazan maddî ilaç da oluyor.

***

(79)

Risale-i Nur'un santralı olan Sabri'nin mektubunda iki nokta nazar-ı dikkati celbetti.

Birincisi: Risale-i Nur'un yüksek talebelerine ve erkânlarına izin ve icazetnoktasıdır. Madem Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi onları çok zamandairesinde muhafaza edip çalıştırmıştır. Elbette o sebatkâr hâlislere icazetvermiş, izin onlarla beraberdir. Ben de ondan icazet alıyorum. Bu nokta şimdilik yeter.

İkinci Nokta: Hüsrev ve Süleyman Rüştü her vakit berâberdüşündüğüm gibi Sabriyle, Sıddık Süleyman da aynen öyledir. Mektublaveya hayâlen Sabriyle konuşsam dâima Süleyman da beraberdir. Bu def'amektubunda Süleyman'dan ve Risale-i Nur mescidinin müezzini Şem'in'inselâmını yazması münasebetiyle benim için çok ehemmiyetli bulunanBarla'daki dostlarımı, hususan Risale-i Nur'un başkâtibi Şamlı Hâfız veTevfik'i tahassürle tahattur ettirdi. Acâba o dostlarımdan vefat edenler kimlerdir,onlardan sağ olanlara selâm ve vefat edenlere dua..

(80)

Kardeşlerim!

Bugünlerde Rumuzat-ı Semaniye'ye ait iki risaleyi ehemmiyetli talebelere, bir yere gönderdim. Yol kapandı, gitmedi. O iki risaleyi tekrar dikkatle mütalâa ettim. Fikren dedim ki: "Bu zevkli, güzel, meraklı, şirin bir maksada giden bu tevafuklu yolda ne için sevkedilmeden perde indi, başka yolda sevkedil-

sh: » (K: 118)

dik, çalıştırıldık."

Birden ihtar edildi ki: "O gaybî esrarı açacak olan meslekten yüz derece daha ehemmiyetli ve kıymetli ve umumî ihtiyaca medar ve herkes bu zamanda ona şiddetle muhtaç ve İslâmiyetin temel taşları olan hakaik-i îmaniye hazinesine hizmet etmeye ve istifadeye zarar gelecekti. En büyük ve en yüksek maksad olan hakaik-i îmaniyeyi, ikinci derecede bırakacaktı. Onun için idi."

Sure-i اِذَا جَآءَ نَصْرُ اللَّهِ remzinde, esrar-ı gaybiye gösterildi; birden kapandı, perde indi.

Hem bu sır içindir ki, o yolda fazla istihdam edilmedik, yalnız o meslek-i tevafukiyenin tereşşuhatından Risale-i Nur'un hakkaniyetine bir imza ve cezaletine bir zînet ve huruf-u Kur'âniyenin intizamından ve vaziyetlerinden tezahür eden bir nevi i'caz çıktı. Daha o yolda çalıştırılmadık.

Umum kardeşlerimize ve Risale-i Nur'da ders arkadaşlarıma birer birer selâm ve dua ederiz ve dualarını rica ederiz.

* * *

(81)

Aziz, Sıddık, Mübarek, Mâsum Kardeşlerim!

Sizin çok mübarek ve nazarımızda çok kıymetdar ve benim nazarımdaCennetin وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ tarafından ebedî ve Firdevsî bir hediye-i kudsiye gibi geçen ve gelen iki bayramı, Cennetin şekerlemeleri ve tatlıları gibi tatlılaştıran ve zînetlerin venakışların yetmiş tarzlarını giyen hurilerin hulleleri ve libasları gibi, mânevîmeclisimizin zinetlendiren kalem hediyenizi aldık. Bu hediye, Risale-i Nur hizmetinoktasından ne derece ehemmiyetli olduğunu bu günlerde başıma gelen verü'yama giren bir hâdise ile anlayınız Şöyle ki:

Bu çok kıymetdar mânevî hediyeyi almazdan üç gün evvel, aynenhediyeniz Kastamonu'ya geleceği anında rü'yada görüyorum ki; terfi- makam verütbe içinde bizlere bir ferman-ı

Sh:»(K:119)

şâhâne mânevî bir canibden geliyor kemal-i hürmetle ellerinde tutup bizegetiriyordular. Biz baktık ki; o ferman-ı âlî, Kur'an-ı Azîmüşşân olarakçıktı. O halde bu mâna kalbe geldi:

«Demek Kur'an yüzünden Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsi ve bizşakirdleri, bir terfi ve terakki fermanını âlem-i gaybdan alacağız.»

Şimdi tâbiri ise, o fermanı temsil eden mâsumların kalemiyle manevî tefsir-iKur'ân'ı aldığımızdır. Bu rü'yanın şimdiki tâbiri çıkmadan bir-ikisaat evvel Feyzi ile Emin'i gösterdikleri tâbir dahi haktır ve ehemmiyetlidir.

Hem bu medar-ı sürur ve ferah olan hediye-i nûraniyeyi bir hiss-i kablelvuku' ilebenim ruhum tam hissetmiş, akla haber vermemiş idi ki; o gelmeden iki gün evvel, Feyzive Emin'in fıkrasında beyan edilen, rü'yayı gördüğüm gecenin gününde,sabahtan akşama kadar; ve ikinci günü de, kısmen hiç görmediğim bir tarzda birsevinç, bir sürur hissedip mütemadiyen bir bahane ile ferahımı izhar edip, otuz-kırk def'a tebessüm ile güldüm.

Hem ben ve hem Feyzi, taaccüb ve hayret ettik. Otuz günde (Hâşiye) bir def'agülmeyen, bir günde otuz def'a gülmek bizleri hayrette bıraktı. Şimdianlaşıldı ki; o sürur, o sevinç mezkûr mânevî fermanı temsil edenmâsumların ve ümmîlerin kalemlerinin yazıları nesl-i âtînin sahaif-ihayatlarına, Âlem-i İslâmın sahife-i mukadderatına ve ehl-i îman istikbalinindefterlerine neşr-i envar edeceklerinin ve o mâsumların hâlis ve sâfi amelleri vehizmetleriyle sahife-i âmâlimizde hasenatlarını yazıp kaydetmesinin, Risale-i Nurşakirdlerinin mukadderatını mes'ûdâne idamesinin haberini veren, o daha gelmiyenhediyeden geliyordu. Benim, o azîm yekûnden hisseme düşen binden bir cüz'üruhan hissedilmiş, beni mesrurane heyecana getirmiş idi.

Evet, böyle yüzer mâsumların makbul amelleri ve reddedilmez duâları sairkardeşlerimin defterlerine geçmesi misillû,

-----------------

(Hâşiye): Evet, hiç bir vakit Üstadımızı bu kadar neş'eli görmemiştik.Sebebini bilmediğimizden hayret ediyorduk.

Emin,Feyzi

Sh:»(K:120)

benim gibi bir günahkârın sahife-i âmâline dahi girmesi, binler sürur vesevinç verebilir. Böyle karanlık bir zamanda, bu ağır şerait altında böylemâsumane ve kahramanâne çalışmak için biz,hem o mâsumları veümmîleri ve muallimlerini tebrik, hem peder ve validelerini tebrik, hem köylerini, hemmemleketlerini, hem milletlerini, hem Anadolu'yu tebrik ederiz.

Mübarek mâsumların ve ümmîlerin herbirisine birer hususîteşekkürnâme ve tebriknâme yazmak elimden gelseydi yazacaktım; öyle isearzumu bilfiil yazılmış gibi kabul etsinler. Ben onların isimlerini bir daire suretindeyazacağım, dua vaktinde bakacağım. Hem onları Risale-i Nur'un has şâkirdleridairesine dâhil edip, bütün mânevî kazançlarıma hissedar edeceğim.

Benim tarafımdan onların peder ve validelerine veya akrabalarına veüstadlarına selâmlarımızı tebliğ ediniz. Cenâb-ı Hak onları veevlâdlarını dünyada ve âhirette mes'ud eylesin, âmin.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ederiz ve dualarını Kur'an'ınmedh ü senasına mazhar olan bu leyâli-i aşr olan on gecelerde rica ediyoruz. Emin'inve Feyzi'nin rü'yaya dair fıkralarını da leffen gönderiyoruz.

(82)

Isparta'daki Kardeşlerimize;

Latif bir rü'yanın, kadere ait bir mes'eleyi şuhud derecesinde bize kanaat verdiği gibi, o latif rü'yanın ciddî ikinci parçası, bizlere manevî bir müjde ve beşaret verdiği cihetle, siz kardeşlerimize beyan ediyoruz. Şöyle ki:

İki gün evvel Üstadımız rü'yada görüyor ki; ben yani Feyzi ile beraber gezmeye çıkıyoruz. Giderken, birden ben Üstadıma söylüyorum ki: (Buradan ben ayının tesbihini toplayacağız.) Üstadım da bakıyor ki, beyaz ipler gibi dolaşmış birşey görüyor. Bu acib güldürecek sözümden ve ayıya tesbih isnad etmek vaziyetimden çok şiddetli gülerek uyanmış. Uyandıktan sonra da gülmüş. Akşama kadar hiç görülmemiş bir tarzda, yirmi-otuz

sh: » (K: 121)

def'a o hâdise-i nevmiyeyi gülerek benimle mülatafe etti. Münasebet olmayan bazı şeyler ile tâbire çalıştıksa da, tâbire münasebet tutmadı.

Sonra ikinci gün, âdet-i müstemirrede, kendi tecrübesiyle, rü'ya-yı sâdıkanın kısmen aynı günde, kısmen ikinci günün aynı saatinde bana benzeyen bir dost -ki, rü'yada Üstadıma benim suretimde görünmüş- Üstadımızın yanına geldi dedi ki: "Ayının yağını toplayanlardan alıp ve müezzin ve tesbih yapan bir adamın tavsiyesiyle mühim bir adama, her sabah hastalık için yutmasını nasıl görüyorsun?" Üstadımız da, rü'yada güldüğü gibi aynen öyle gülmüş. Birden rü'ya hatırına gelip bu acib ve aynı aynına tâbiri kemâl-i taaccüb ve hayretle karşılayıp, ona demiş: "Sakın istimal etmesin."

Yirmisekizinci Mektub'un rü'yaya ait Birinci Risalesi'nin Altıncı Nüktesi'nde; rü'ya-yı sâdıka, kader-i İlâhinin herşeyi ihâta ettiğine bir hüccet-i katıa hükmünde. Üstadımız binler tecrübe ile gördüğü gibi, aynen bu vâkıa dahi bizlere şuhud derecesinde kat'î isbat etti ki; hâdisat, vücuda gelmeden evvel mukadderdir, mâlumdur, muayyendir. Kader-i İlâhînin mizanıyla geliyor diye, bu rükn-ü îmaniye bize gayet lâtif ve kat'i bir nümune oldu.

Hem aynı rü'yanın ikinci tabakasında Üstadımız görüyor ki; Risale-i Nur'un heyetine bir ferman geliyor. Birden geldi, o kudsî ferman Kur'an çıktı. Bunun tâbiri, aynı günün aynı tecrübe saatinde, Kur'an'ın Hizb-ül-Ekber'i -ümid edilmediği bir vakitte, malûm Âsiye Hanım'ın hanesinde etrafı tezyin edilen Hizb-ül-Ekber'i- yüz senelik bir güzel kab içinde, o kabın üstünde sırma ile padişahların mühim fermanlarında turra-i şâhâne işlenmiş olduğunu gördük. Üstadımız dedi ki: Ferman geldi diye Kur'an çıktı. Şimdi de, Kur'an'ın Hizb-ül-Ekber'i geldi. Üstünde ferman turrası bulunduğundan, Risale-i Nur'un heyetine beşaretli ve medar-ı feyz ü terakki bir Ferman-ı Rabbanî hükmüne geçeceğini rahmet-i İlâhiyeden isteriz. Bu tâbirden sonra ikinci günü, sizin çok kıymetdar hediyeniz, hakikî tâbirini güneş gibi meydana çıkardı.

Risale-i Nur talebelerinden ve daimî hizmetçilerinden

Emin ve Küçük Hüsrev olan Feyzi

* * *

sh: » (K: 122)

(83)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Bütün ruh-u canımla bayramınızı tebrik ederim. Ve bu bayramımı çok mübarekleştiren mübarek mâsumların ve muhterem ümmî ihtiyarların ve üstadlarının bu def'a gönderdikleri kıymetdar risaleleri beş cild olarak güzelce cildlettirdik, tanzim ettik.

İnşâallah onlardan çok istifade edilecek. O mübarek mâsumların ve muhterem ümmîlerin mâsumane ve hâlisane yazdıkları risaleler, Risale-i Nur'un kerametine yazıları da bir keramet ilâve ettiğini ve en güzel yazılardan ziyade te'sirli olduğunu hissediyoruz.

Hattâ Feyzi'nin güzelce cildlettiği çocukların tevafuklu mecmuasını getirdiği vakit kuluncum ziyade ağrıyordu. Dedim: "Aman kardeşim! Benim kuluncumu tut, pek ağrıyor." Birden o mecmuayı açtık, baktım; birden öyle bir şifa oldu ki, kuluncumu unuttuk. Sonra tahattur ettik, hayret ettik. Hem o risaleleri yazanların isimlerini, hem yaşlarını, o beş mecmuanın başlarında medar-ı ibret ve onlara dua ettirmek için dercedeceğiz. Onları ve hususan üstadlarını ve peder ve validelerini benim tarafımdan birer birer, hem bu hizmetlerini hem bayramlarını tebrik ediniz.

Hem Isparta hakkında benim büyük ümidimi fiilen isbat ettikleri için, bana büyük bir teselli verdikleri için, ölünceye kadar minnetdarlığımı onlara ve Mübarekler Hey'etine ve Medrese-i Nuriye ve Nur ve Gül fabrikası sahiblerine tebliğ ediniz.

Namaz tesbihatının sırrına göre: Nasılki namazdan sonra tesbih ve zikir ve tehlil ile bir hatme-i muazzama-i Muhammediye (A.S.M.) ve zikir ve tesbih eden ve rûy-i zemin kadar geniş bir halka-i tahmidat-ı Ahmediye (A.S.M.) dairesine tasavvuran ve niyeten girmek medar-ı füyûzat olduğu gibi; ben ve biz de, Risale-i Nur'un geniş daire-i dersinde ve halka-i envarında ders alan ve dua eden ve çalışan binler masum lisanların ve mübarek ihtiyarların duâlarına ve âmâl-i salihalarına hissedar olmak ve dualarına âmin demek hükmünde olarak, onlarla tayy-ı mekân ederek, hayalen omuz omuza, diz dize bulunmak

sh: » (K: 123)

hayaliyle ve niyetiyle ve tasavvuruyla kendimizi fevkalhad bahtiyar biliyoruz. Hususan âhir ömrümde böyle kıymetdar, mâsum, mânevî evlâdları ve yüzer küçük Abdurrahman'ları bulmak, benim için dünyada bir Cennet hayatı hükmüne geçiyor.

Geçen Ramazan-ı Şerif'te, hastalığım münasebetiyle, herbir kardeşim benim hesabımla birer saat çalışmalarının pek büyük neticelerini aynelyakîn ve hakkalyakîn gördüğümden; böyle duaları reddedilmez mâsumların ve mübarek ihtiyarların ve bahtiyar üstadlarının, benim hesabıma arasıra lisanen ve kalben duaları ve çalışmaları, kalemleriyle yardımları, benim Risale-i Nur'a hizmetimin uhrevî bir netice-i bâkiyesini dünyada dahi bana gösterdi. اَلْحَمْدُ ِللَّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

* * *

(Çok ehemmiyetlidir)

(84)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Bugünlerde gayet sâdık ve dikkatli bir kardeşimizin ihtiyatsızlığından küçük bir tokat yemesi münasebetiyle, hem bu dört ay müddetçe, binler adam kadar alâkadar olduğum halde; ahval-i âlemden, siyaset ve harbden kat'iyen bir haber almayıp ve istemeyip ve merak etmez bir tarzda bulunmamdan, Feyzi ve Emin gibi has kardeşlerimin hayretleri ve istifsarları sebebiyle bir hakikattan, çok def'a beyan ettiğim gibi yine bir parça ondan bahsetmek lüzum oldu. Şöyle ki:

Hakaik-i îmaniye, herşeyden evvel bu zamanda en birinci maksad olmak ve sâir şeyler ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalmak ve Risale-i Nur'la onlara hizmet etmek en birinci vazife ve medar-ı merak ve maksud-u bizzat olmak lâzım iken; şimdiki hâl-i âlem hayat-ı dünyeviyeyi hususan hayat-ı içtimaiyeyi ve bilhassa hayat-ı siyasiyeyi ve bilhassa medeniyetin sefahet ve dalâletine ceza olarak gelen gadab-ı İlahînin bir cilvesi olan harb-i umumînin tarafgirane, damarları ve âsabları tehyic edip bâtın-ı kalbe kadar, hattâ hakaik-i îmaniyenin elmasları derecesine o zararlı, fâni arzuları yerleştirecek derece-

sh: » (K: 124)

sinde bu meş'um asır öyle şırınga etmiş ve ediyor ve öyle aşılamış ve aşılıyor ki; Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemalar, belki de velîler; o siyasî ve içtimaî hayatın râbıtaları sebebiyle, hakaik-i îmaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cereyanların hükmüne tâbi olarak hemfikri olan münafıkları sever, kendine muhalif olan ehl-i hakikatı belki ehl-i velâyeti tenkid ve adâvet eder, hattâ hissiyat-ı dîniyeyi o cereyanlara tâbi yaparlar.

İşte bu asrın bu acib tehlikesine karşı, Risale-i Nur'un hizmet ve meşgalesi, şimdiki siyaseti ve cereyanlarını o derece nazarımdan iskat etmiş ki; bu harb-i umumîyi bu dört ayda merak etmedim, sormadım.

Hem Risale-i Nur'un has talebeleri, bâki elmaslar hükmünde olan hakaik-i îmaniyenin vazifesi içinde iken, zâlimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerine fütur vermemek ve fikirlerini onlar ile bulaştırmamak gerektir.

Cenâb-ı Hak bize nur ve nuranî vazifeyi vermiş; onlara da, zulümlü zulümatlı oyunları vermiş. Onlar bizden istiğna edip yardım etmedikleri ve elimizdeki kudsî nurlara müşteri olmadıkları halde, biz onların karanlıklı oyunlarına vazifemizin zararına bakmağa tenezzül etmek hatâdır. Bize ve merakımıza, dairemiz içindeki ezvak-ı mâneviye ve envar-ı îmaniye kâfi ve vâfidir.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve bayramlarını tebrik ederiz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz

Said Nursî

* * *

sh: » (K: 125)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ قَطَرَاتِ الثَّلْجِ

(85)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Tekrar bayramlarınızı bu havalideki kardeşlerimiz ile beraber tebrik ediyoruz. Sizin beş-altı mektubunuza mukabil beş-altı mektub yazmak hakkınızdır; fakat benim ümmîliğim için kusura bakmazsınız. Bir kısa mektub ile iktifa ediyorum.

Evvelâ: Hüsrev'in mektubu, Risale-i Nur'a hizmet edemediği için teessüfüne mukabil ona yazınız ki: Hüsrev'in câzibedar yazıları ve nüshaları onun yerinde pek parlak bir surette hizmet ediyorlar; ve Hulûsi'nin Yirmiyedinci Mektub'a giren mektubları dahi onun bedeline çalışıyorlar; vazifesini kısmen görüyorlar. Ve merhume validesine -mahsus- dua edilecek.

Ve Aydınlı Hasan Âtıf'ın, Hâfız Ali'nin mektubunun Hâşiyesinde yazdığı, misli görülmemiş şu dua: "Yâ Rab! Güldür Said'i, tâ gülmesinden güller açılsın" diye pek garib fıkrası, Risale-i Nur'a onun sadâkat ve ihlâsının acib bir kerametidir ki; otuz günde bir defa gülmeyen o bîçâre Said, bir günde otuz def'a güldüğünün yazılması ve size o mektubun gönderilmesi zamanına tam tamına tevafuk ediyor.

Marangoz Ahmed'in, cidden beni sürurla ağlattıran ve çok meraklarımı izale eden Risale-i Nur'un mübarek şakirdlerinin kerametkârane, bir gecede oraya gelen mektubları lâzım gelen yerlere göndermek için yazmaları, beni fevkâlâde mesrûr ve müteşekkir eden mektubu, bir kitab kadar ve on mektub yerinde kabûl ettik.

Merhum ve kıymetdar ve çok vefakâr ve fedakâr ve sekiz sene bana hizmet eden bir kardeşimiz Marangoz Mustafa Çavuş yerine, Cenâb-ı Hak rahmetiyle, kahraman Marangoz Ahmed'i verdi.

sh: » (K: 126)

Nur ve Gül fabrikasının sahibi Hâfız Ali'nin mektubları, çok ince ve çok yüksek hissiyatını ve kerametkârâne ihlâsının derecelerini gösterdiğinden, pek uzun bir mukabele ister. Fakat şimdilik bu kadar deriz: O, umumun hesabına bizlerin bayramını tebrik ettiğine, biz de onu tevkil edip, umumumuz namına herbir kardeşimize tebriki tekrar ediyoruz.

Mübarekler, Tâhir ile beraber; Tâhirî'nin bize o kıymetdar kalemiyle Cennet taamları gibi çok tatlı ve hurî libası gibi çok güzel yazıları, burada herkesi lezzetle mütalâaya sevkediyor. Ve onun masume iki mübarek kızlarının yazdıkları nüshalar burada kadınlar, kızlar âleminde geziyor; görenleri Risale-i Nur'a cezbediyor. Çok çalışkan ve fedakâr Tâhirî'nin kesretli hediyeleri, bizleri çok borç altında bıraktı.

Risale-i Nur'un postacısı mübarek Abdullah ne halde olduğunu soracaktım. Hâfız Ali'nin mektubunda, sormadan cevabımı aldım. Allah, ikisinden râzı olsun. O mektubun âhirinde, mâzi ve müstakbel ve semavat ehlini dahi mesrur eden mâsumların ve mübarek ümmî ihtiyarların hediye-i mâsumaneleri beyanındaki fıkrası gayet güzel düşş.

Hâfız Ali'nin mektubunda, Tâhiri'nin yazdığı ve göndereceyi sözleri daha alamadık. Nur iskelesinin nâzır-ı bînazîri Sabri, basiret-i basîrin hususî mektubunda yazdığı mübarek bir hemşiremin Cevşen-ül-Kebîr'i ezber etmesi; eskiden beri o hemşire, Risale-i Nur talebeleri içinde bulunduğuna istihkakını gösteriyor. Onun nâmıyla beraber duada namı zikredilen ve Hazret-i Mevlâna Hâlid'in cübbesini tam muhafaza edip bize yetiştiren Âsiye Hanım'ın birden lisanına gelen bir fıkra size gönderilecek.

O Kozca Hatîbi, Risale-i Nur'la tam alâkadarsa, Sabri benim bedelime ona selâm etsin. Bize gelen mâsum ve ümmîlerin ve üstadlarının risalelerini, yedi cild olarak güzelce tasnif ettik. Mâsumların tevafuklu güzel parçaları bir cild; ve ihtiyarların güzel parçaları içinde kahraman Şükrü'nün Mu'cizat-ı Ahmediye güzel nüshası içinde olarak ikinci cild. Yedi cildin herbirinin başında üçüncü sahifede gelen fıkra, medar-ı ibret olarak yazılmıştır.

sh: » (K: 127)

Risale-i Nur'un küçük ve mâsum şakirdlerinin elli-altmış talebesinin ve kırk-elli ümmi mübarek ihtiyarların ve kıymetdar üstadlarının yazdıkları tevafuklu ve şirin nüshaları bize göndermişler. O parçaları yedi cild içinde cem'ettik.

Bu mübarek ümmî ihtiyarların kırk sene sonra Risale-i Nur hatırı için her işe tercihan yazıya başlamaları ve mâsum çocukların, Risale-i Nur'dan ders aldıkları ve yazdıkları risalelerin bir kısmıdır. Onların bu zamanda, bu ciddî çalışmaları gösteriyor ki, Risale-i Nur'da öyle mânevî zevk ve cazibedar bir nur var ki, mekteblerde çocukları okumağa şevkle sevketmek için ìcad ettikleri her nevi eğlence ve teşviklere galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir şevk Risale-i Nur veriyor ki; çocuklar ve ümmî ihtiyarlar böyle hareket ediyorlar.

Hem bu hal gösteriyor ki, Risale-i Nur kökleşiyor. İnşâallah onu hiçbir şey koparamayacak; ensal-i âtiyede de devam edip gidecek.

Aynen bu mâsum küçük şakirdler gibi, Risale-i Nur'un cazibedar dairesine giren bu ümmî ihtiyarların, kısmen çobanların ve yörük ve efelerin bu zamanda, bu acib şerait içinde herşeye tercihan Risale-i Nur'a bu surette çalışmaları gösteriyor ki, bu zamanda Risale-i Nur'a ekmekten ziyade ihtiyaç var ki; çiftçiler, çobanlar, yörük efeler (Hâşiye) hacat-ı zaruriyeden ziyade bir hacat-ı zaruriyeyi, Risale-i Nur'un hakaikını görüyorlar."

* * *

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu tarafta yol kapandı, posta gelmiyordu. Sizlerden gelecek bir mektub veya bir risaleyi bekliyordum. Şimdi ruhuma bir ihtar ile daha beklemeyerek, burada hüsn-ü tesirini gösteren üç parçayı gönderiyorum. Masumların ve ümmi mübarek ihtiyarların ve kahraman Tahirî'nin nüshaları parlak bir tarzda fütuhat yapıyorlar. Yalnız cüz'î birkaç parçayı tashih ederken

---------------------

(Hâşiye): Bilhassa Risale-i Nur kahramanlarından Şükrü Efe ve bilhassa dağ kumandanı Çoban Veli'nin ve yörük aşiretlerinden Bahadır Süleyman'ın ve emsalinin gayretlerine işarettir.

sh: » (K: 128)

zahmet çektim. Fakat o zahmet, bana tatlı geliyordu. Hem ayn-ı rahmet oldu. Beni de o masum ve mübareklerin kafilesine dahil ederek, benim hattıma benzedikleri için, kendim o parçaları yazmış gibi tam sahib oldum. Eğer ben yazsaydım, aynen onlar gibi olurdu.

* * *

(87)

KASTAMONU'DAKİ KARDEŞLERİMİZE HİTABEN YAZILAN BİR HAKİKATTIR. (Belki size de faidesi olur diye gönderdim.)

Risale-i Nur kendi sâdık ve sebatkâr şakirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymetdar neticeye mukabil fiat olarak, o şakirdlerden tam ve hâlis bir sadâkat ve dâimi ve sarsılmaz bir sebat ister. Evet Risale-i Nur onbeş senede kazanılan kuvvetli îman-ı tahkikîyi, onbeş haftada ve bazılara onbeş günde kazandırdığına, yirmi senede yirmibin zat tecrübeleriyle şehadet ederler.

Hem iştirâk-i a'mâl-i uhreviye düsturuyle, herbir şâkirdine, her bir günde binler hâlis lisanlar ile edilen makbûl duaları ve binler ehl-i salâhatın işledikleri a'mâl-i sâlihanın misil sevablarını kazandırıp, herbir hakikî, sâdık ve sebatkâr şakirdini amelce binler adam hükmüne getirdiğine delil; kerametkârâne ve takdirkârane İmam-ı Ali Radıyallahü Anhın) üç ihbarı ve keramet-i gaybiye-i Gavs-ı A'zam'daki (K.S.) tahsinkârâne ve teşvikkârâne beşareti ve Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan'ın kuvvetli işaretle, o hâlis şakirdler ehl-i saadet ve ashab-ı Cennet olacaklarına müjdesi pek kat'î isbat ederler. Elbette böyle bir kazanç, öyle bir fiat ister.

Madem hakikat budur. Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat ve sofî meşreb zatlar, onun cereyanına girmek ve ilim ve tarîkattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şâkirdlerini teşvik etmek ve bir buz parçası olan enaniyetini, tam bir havuzu kazanmak için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir. Yoksa Risale-i Nur'a

sh: » (K: 129)

karşı rakìbane başka bir çığır açmak ile hem o zarar eder, hem bu müstakìm ve metin cadde-i Kur'aniye'ye bilmeyerek zarar verir; zİİİİİİİındıkaya bir nevi yardım olur.

Sakın, sakın! Dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihad etmiş dalâlet fırkalarına karşı perişan etmesin! اَلْحُبُّ فِى اللَّهِ *وَ الْبُغْضُ فِى اللَّهِ düstur-u Rahmanî yerine, el'iyâzübillâh اَلْحُبُّ فِى السِّيَاسَةِ وَ الْبُغْضُ لِلسِّيَاسَةِ düstur-u şeytanî, hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve el-hannas gibi bir siyaset arkadaşına muhabbet ve tarafdarlık ile zulmüne rıza gösterip, cinayetine manen şerik eylemesin.

Evet bu zamanda siyaset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azâb içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.

Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedardır, azab çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umumiye-i İlahiyeden ve hikmet-i tâmme-i Sübhâniyeden habersiz olduğundan, nev-i beşere rikkat-i cinsiye, alâkadarlık cihetiyle kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim olup azab çekiyor. Çünki lüzumsuz ve mâlâyâni bir surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdisatına merak ile dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler. Ve bilerek kendi zararına fiilen rıza göstermek cihetinde, zarara razı olana şefkat edilmez mânasındaki اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyakatını kendilerinden selbetmişler. Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına belâ getirirler.

Ben tahmin ediyorum ki: Bütün küre-i arzın bu yangınında

sh: » (K: 130)

ve fırtınalarında, selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i îman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur'un dairesine sadâkatla girenlerdir.

Çünki bunlar, Risale-i Nur'dan aldıkları îman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, her şeyde kemal-i hikmetini, cemal-i adâletini müşahede ettiklerinden kemal-i teslimiyet ve rıza ile, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler.

İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, -hadsiz tecrübelerle- Risale-i Nur'un îmanî ve Kur'anî derslerinde bulabilirler.

* * *

(88)

Bugünlerde İki Hatıradan İki İhtar:

Birincisi: Bu şehirde Risale-i Nur'a intisab eden ihtiyar hanımlar sebat ettiklerini ve başkalar gibi sarsılmadıklarınışündüm. Birden bu Hadîs-i şerif ihtar edildi: عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجَائِزِ yani: «Âhir zamanda, kadınların samimî dinlerine ve kuvvetli ìtikadlarına tâbi olunuz.»

Evet ihtiyar kadınlar fıraten zaife ve hassas ve şefkatli olmalarından, herkesten ziyade dindeki teselli ve nura muhtaç olduğu gibi; herkesten ziyade fıtratlarında fedakârâne şefkat cihetiyle, dinde bulduğu nihayetsiz şefkatperverâne bir nur-u teselli ve iltifat-ı merhamet-i Rahman ve nokta-i istinad ve nokta-i istimdada ihtiyacı var. Tam sebat etmek, fıtratlarının muktezasıdır. Onun için, bu zamanda o hâcâtı tam yerine getiren Risale-i Nur, herşeyden ziyade onların ruhlarına hoş geliyor ve kalblerine yapışıyor.

sh: » (K: 131)

İkincisi: Bugünlerde benim yanıma müteaddid ayrı ayrı zatlar geldiler. Ben onları âhiret için zannettim. Halbuki ya ticaret veya işlerinde bir kesad ve muvaffakıyetsizlik olduğundan, bize ve Risale-i Nur'a, muvaffakıyet için ve zarardan kurtulmak niyetiyle müracaat edip, dua ve istişare istediklerini anladım.

Ben bunlara ne edeyim ve ne diyeyim? diye tahattur ettim. Birden ihtar edildi: "Ne sen divane ol ve ne de onları divanelikte bırakıp divanece konuşma. Çünki yılanlar zehirine karşı tiryak tedarikiyle ve onları kaçırmasıyla meşgul ve vazifedar bir tek adam, yılanlar içinde duran ve sineklerin ısırmasına mâruz olan ve sinekleri kaçırmak için çok yardımcıları bulunan diğer bir adama, yılanların ısırmasını bırakıp ona, sinekler ısırmamasına yardım için koşan divanedir. Ve onu çağıran dahi divanedir. O sohbet dahi divanece bir konuşmaktır."

Evet, hadsiz hayat-ı uhreviyeye nisbeten muvakkat ve fâni kısacık hayat-ı dünyeviyenin zararları, sineklerin ısırması gibidir. Hayat-ı ebediyenin zararları, ona nisbeten yılanların ısırmasıdır.

Otuz alİtı yapraktan ibaret ve İmâm-ı Ali Radıyallahü Anhın fevkalâde takdirine mazhar olan otuzikinci Söz'ün kendi kendine tekellüfsüz gelen << beşbin yediyüz onbeş>> tevafuku Risale-s Nur'un bu havâlideki gayet muhim bir talebesi olan Ahmed Nazif'in nüshasİından çıkmıştır. Demek o risalenin hatt-ı hakikìsine rast gelmiş ki bu harika kerameti göstermişşler.

Hem aynı zat iki Hüsrev'i Risale-i Nur dairesine ve Bekir Sıdkı'ya kerametinigösterip imâna getiren ve «Tılsım-ı kainâtın üçten birisini hal eden »onbeş yapraktan ibâret Otuzuncu Söz yine kahraman Nazif'in kalemi, hatt-ıhakikîsine rast gelip kendi kendine «bin sekiz yüz otuz beş» tevafukunu, işte bizgözümüzle bu kerâmet-i tevâfukiye-i Nuriyeyi görüyoruz. (Hâşiye)

Evet görüyoruz Evet Evet Evet Evet EvetEvet

Halil Hilmi Emin Abdurrahman Selahaddin Said MehmetFeyzi

-----------------

(Hâşiye): Hem elifleri yüzkırk dört çıkmış; tam tamına (Said) olup, müllifinin imzâsını gösteriyor.

sh: » (K: 132)

(89)

Çok Muhterem Üstadımız Efendimiz!

Bin üçyüz yirmibir (1321) tarihinde, Mu'cizat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ı ve Keramet-i Gavsiye Risalelerini âlem-i menamda görmüştüm. Bunun hikmetini şimdiye kadar anlayamamıştım. Gördüğüm rü'ya aynen şöyle idi:

Tarih-i mezkûrda, Ceziret-ül-Arab'ın Necid Kıt'asının Bilâd-ı Kasîm'de, bir gece rü'yamda; üç güneşin tulû' etmiş olduğunu gördüm. Yanımda tanıyamadığım bir zâta sordum: "Bu üç güneş nasıl olur?" dedim. Yanımdaki zât: "Bu güneşin birisi Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın güneşi; diğeri Gavs-ı Geylânî'nin; üçüncüsü de, diğer bir güneştir." Üçüncü güneşin Risale-i Nur olduğunu şimdi bildim.

اَللَّهُ نُورُ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ َاْلمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لاَ شَرْقِيَّةٍ وَلاَ غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ

وَلَوْ لَمْ َتمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِى اللَّهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَآءُ


Âyet-i Kur'aniye, o rü'ya hakikatına işaret etmiş. Bu nûrânî rü'ya, mezkûr Âyet-i Nûr'un on işaretle, on parmak ile gösterdiği hakikatı, aynen gösteriyor; otuzsekiz sene evvel haber veriyor. Evet üç nûr-u âzam olan güneşlerin -Allahu a'lem- tâbiri şu olmak gerektir.

Güneşlerin birincisi: Bu asırda Risale-i Nur'dur. Ve en parlak bir nuru da, Mu'cizat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm namındaki risale-i hârikadır.

İkincisi: Hazret-i İsa'nın din-i hakikîsinden çıkan nur-u semavî güneşidir.

Üçüncüsü: Tarikatlar ruhunda ve tasavvuf menbaından çıkacak bir güneştir ki; şimdi Şeyh-i Geylânî timsaliyle o mâna

sh: » (K: 133)

gösterilmiş. Risale-i Nur'a işaret eden otuzüç âyât-i Kur'aniyenin en birinci âyeti olan Âyet-in-Nur on vecihle Risale-i Nur'a işaret ettiği Birinci Şua Risalesi'nde gözümle gördüm, isteyen görebilir.

Sizi nefsinden ziyade seven âciz şakirdiniz

Binbaşı Muhyiddin

* * *

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ هَدِيَتِكُمْ

(90)

Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim!

Sizin bu def'a nurânî hediye-i kudsiyeniz o derece bizi mesrur ve minnetdar eyledi ki,ben ölünceye kadar bu hediye sahiblerini unutmıyacağım, İnşaallah benimnazarımda gittikçe kıymeti ziyâdeleşen ve yüz adam, belki bir köy hükmünegeçen ve çok Lütfü'leri gösteren ve taşıyan ve elhak ikinci bir Hüsrev olanTâhirî'nin fevkalâde kalemiyle fevkalâde hediyesi ise size gelen dehşetlitaarruzdan haberim olmadan bir aydan beri şiddetli endişe ederek sizin için ruhençektiğim mânevî sıkıntıları ve azabları bütün bütün izâle etti.Sürur ile kalbimi doldurdu.

Ve kahraman iki Ali'nin muktedir kalemleriyle Tâhirî gibi imdadımıza koşanhediyeleri ve daha sair kardeşlerimizin ve mâsûmelerin hediyeleri, hususan HasanÂtıf'ın müstesnâ ve mümtaz kalemiyle hediyesi, küçük mikyastaTâhirînin aynı hediyesi gibi bizi ve bu havâlideki Risale-i Nur mensuplarınıminnettar ve mesrur eyledi. (Hâşiye).

------------

(Hâşiye): Tâhirî'nin tahkiki tevafukatı Risale-i Nur'u hakikatennurlandırmış, güzelleştirmiş. Tevafukun Risale-i Nur cihetinde çok faideleriyleberaber bugünlerde iki küçük faidesini daha gördük.

Birisi: Benim ifadedeki noksanımı tashih ediyor. Görüyordum ki, bir kelimelâzım iken ifadede noksan bırakıldığından, tevafuk o kelimeyi istiyor, onunlahem ifade, hem tevafuk tam oluyor.

İkincisi: Tevafuku takib eden kalemin yanlışları pek az oluyor. Hem güzel veşiri

sh: » (K: 134)

Bilhassa mübarekler hey'et-i âliyesinden mübarek Hâfız Mustafa'nınkerâmetkârâne ve zafer müjdesini veren mektubu bize üç cihetle kerâmetligöründü. On mektub kadar kıymetdar, nusha gibi endişe hastalıklarınadevâdır. Allah sizden ebeden râzı olsun. Amîn..

Şimdilik emâneti aldığımıza dair size haber vermek için bu pusulayıacele, dilimi iyi anlamayan birine yazdırdım.

Umum kardeşlerimize ve hemşerelerimize ve birer birer ve mâsum vemâsumelere ve ümmî ihtiyarlara birer birer selam ve dua ederiz.

Kardeşiniz vesize dâima minnettar

ve sizinleiftihar eden

SaidNursî

(91)

Azîz, Sıddık, Metîn, Sebâtkâr Kardeşlerimize!

Biz bu havalideki Risale-i Nur talebeleri namına sizlere pek çok selâm ile beraber, arz-ı şükran ediyoruz. Ve sizlere ebeden minnetdarız ki, muktedir ve parlak kalemlerinizle bizleri hem uyandırdınız, hem yardım ettiniz. Bu vilâyeti, nuranî kalemlerinizle inşâallah Isparta'ya benzettireceksiniz. Ve bilhassa çok ehemmiyetli kardeşimiz kahraman Tâhirî'nin parlak ve muvaffakıyetli ve tevafuklu kalemi, kerametkârâne fütuhat yapıyor. Ve onun iki mâsumeleri ve mâsumların ve ümmî ihtiyarların rengârenk, çeşit çeşit meziyetlerini gösteren yazıları, bizleri teshir ediyor, herkesi şevkle okumağa sevkediyor. Cenâb-ı Hak sizlerden ebeden râzı olsun ve sizi muvaffak etsin, âmin.

Çok mühim ve mübarek kardeşimiz Hâfız Mustafa'nın bize verdikleri ehemmiyetli hâdise-i taarruziye haberi, bizi hayrete düşürdü. Ve Üstadımızın o zamanda endişelerinin ve heyecanının hikmetini anladık. Bir hiss-i kablelvuku' ile mütemadiyen bizlere der idi: "Dikkat ediniz... Sebat ediniz! Münafıklar, taarruz plânı çeviriyorlar!" diye bizi ihtiyata sevkediyor; hem "Bir halt edemezler" diyordu.

sh: » (K: 135)

Evet Isparta'lı kardeşlerimizin bize haber verdikleri gibi, bu ehemmiyetli hâdise-i taarruziyeye teşebbüs vukuu zamanında muhaberemiz kesildiği halde, mütemadiyen her vakit Üstadımız, aynı taarruza mâruz bulunuyoruz gibi bizi, yani Emin ve Feyzi'yi ikaz ediyor... "Dikkat ediniz, dört cihetle bize taarruz var. Demir gibi sebat ediniz... Bir halt edemezler." Biz de bakıyorduk ki; bizde bir şey yok, hissetmiyorduk.

Hem bu gaybî hâdiseyi bertaraf etmek için, tam mutabık bir mektub bize yazdırıp size göndermiştik.

Risale-i Nur talebelerinden

Nazif, Salâhaddin, Tevfik, Hilmi, Emin, Feyzi

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ * وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ

(92)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim; ve Hizmet-i Kur'aniyede Kahraman Arkadaşlarım!

Bundan evvel üç mektub, emaneti aldıktan sonra göndermiştim. Bu def'aki Hâfız Ali'nin mektubunda onlardan bahsetmemiş, merak ettim. Nur fabrikası sahibi Hâfız Ali'nin hastalığı beni müteessir etti, bizi duaya sevketti. Cenab-ı Hak kuvvet ve şifa ihsan eylesin, âmin.

Hâfız Ali'nin mektubuyla Risale-i Nur'un ehemmiyetli rükünlerinden olan Halil İbrahim'in ve eski Zekai'nin sisteminde Ahmed Feyzi'nin mektubları, şahsıma aid haddimden yüz derece fazla hüsn-ü zanları bir tarafta kalsa -ondan kat'-ı nazar- o havalide Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsine karşı, Halil İbrahim'le Ahmed Feyzi'nin sarsılmaz, gayet kuvvetli irtibatlarını gösterdiğinden, bizi cidden mesrur eyledi.

Evet onların o şiddetli alâkadarlıkları, o havalide Risale-i Nur'u yerleştiriyor, idame ettiriyor. O ikisinin mektubları, suret-i zâhiriyede benim şahsıma atf-ı ehemmiyet etmeleri gerçi

sh: » (K: 136)

muvafık değil, mübalâğadır. Fakat o yanlış suretin altındaki hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin samimî tesanüdlerinden süzülen bir şahs-ı mânevîye ve Risale-i Nur'un Kur'an'dan gelen hakikatına karşı tam mutabık ve hak olarak sarfedilecek.

O mektublardaki tâbirat, benim gibi, bir cüz'î bir ferde karşı sarfedilmiş. Benim haddimden bin derece fazla olmakla beraber, o şahs-ı manevî namına ve Risale-i Nur'un hakikatı hesabına ve o ehemmiyetli ve çok muhtaç memlekette fevkalâde bir alâka ve faaliyete alâmet olmak cihetiyle kabul ettim.

Ahmed Feyzi'nin de, inşâallah Kastamonu Feyzi'si gibi, bütün kuvvetiyle Risale-i Nur'a çalışacak bir azm ve karar suretinde mektubunu telâkki ediyoruz. Fakat mahviyeti ve tevazuu pek fazla ve istedikleri de pek fazla ve mektubundaki duaları da güzel olduğundan, dâimî duamızda buranın Feyzi'siyle omuz omuza girdi.

Halil İbrahim'in mektubu, belki her mektubu hem onun, hem İnce Mehmed'in namına kabûl ediyorum. İkisine, Hüsrev'le Rüşdü gibi, bir ruh iki cesed nazarıyla bakıyorum. Cenâb-ı Hak onları muvaffak etsin ve emsalini oralarda çoğaltsın. Ve o mektubda, Risale-i Nur'un talebelerinden Hâfız Mehmed Emin ve Mustafa Çavuş ile beraber, Siirt'li Ahmed ve Selâhaddin ve İzzeddin gibi zâtlar da Risale-i Nur'la alâkadar olduklarını bildiriyor. Biz de onlara birer birer hem selâm, hem onları da Risale-i Nur talebeleri içinde duada teşrik edeceğiz.

Hâfız Ali'nin mektubunda, eline geçen mektubumuzu güzelce takdir ve hülâsa etmiş. «Risale-i Nur saadet-i ebediye dükkânı ve bâki elmasları sattığından; fâni, kırık cam parçaları ondan istenilmemeli...» tâbiri, çok güzel düşş.

Hem Isparta, hem Manisa'daki bütün kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz: Ve dualarını istiyoruz. Hapishanede, Risale-i Nur'un son kâtibi kahraman Şefik acaba sağ mıdır? Nerededir? Merak ediyorum. Halil İbrahim'den sorunuz...

* * *

sh: » (K: 137)

(93

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Şuhûr-u Muharreme'den sonra, hususan bahara yakın, hayat-ı dünyeviye gafleti bir derece fütur vermekle beraber; bazı sarsıntılar ve hastalıklar ve askerliğe gitme cihetinde Risale-i Nur'un hizmetine bir derece za'f gelmiş diye endişe ediyordum. Cenâb-ı Hakk'a şükür ki; mektublarınız ve Âtıf Hasan'ın gelmesiyle o endişe zâil oldu. O mektubunuzda, çok ehemmiyetli bir hâdise-i nuriyeden bahis var ki, Hizb-ül Ekber-ül-Kur'an'ı tab'etmek teşebbüsüdür.

Evet o Hizb-ül-Ekber'deki âyât; bütün Risale-i Nuriye'nin ruhu, esası, mâdeni, üstadı ve güneşidir. Onun tab'ından sonra mümkünse, Risale-i-Nur'un Hizb-ül-Ekberi namında arabiyy-ül ibare ve iki Âyet-ül-Kübrâ ve Münâcât'ın hülâsası olan risaleyi dahi tab'etmek lâzımdır. Fakat elinizdeki nüsha, benim nüsham gibi mükemmel değil. Biz burada yazıp, isterseniz size gönderelim. İsterseniz, İstanbul'da matbaada olan vekiline gönderelim. Adresini bildiriniz.

Kardeşimiz Hasan Âtıf, hakikaten Risale-i Nur'un hizmetine pek çok lâyık ve müstaiddir. Müstesna hattıyla beraber ihlâsı, irtibatı, alâkadarlığı, ciddiyeti, sadâkatı dahi mükemmeldir. Cenâb-ı Hak onun emsalini çoğaltsın. Bu kardeşimizi yirmi mektub yerinde, size canlı bir mektub olarak gönderdik.

Hâfız Ali'nin buradaki kardeşlerine çok yüksek, çok tesirli yazdığı mektuba karşı başta Feyzi, Emin olarak umum namına Feyzi diyor ki: "Biz bu memleket talebeleri, Isparta kahramanlarının küçük kardeşleri, belki onların talebeleriyiz. Dersi, hizmeti ve ciddiyeti onlardan alıyoruz. Herbirisi, bizim için birer üstaddır. Onların ellerinden öper, arz-ı hürmet ederiz. Cenâb-ı Hak, o kahramanlardan ebeden razı olsun, âmin." diyorlar.

Risale-i Nur'un iskele nâzırı Sabri'nin birinci talebesi ve Risale-i Nur'un ehemmiyetli küçük bir talebesinin küçücük mektubundaki güzel yazı bizi mesrur etti. Cenâb-ı Hak onu ve onun gibi Risale-i Nur'a çalışan mâsumlara tevfik ve selâmet ve saadet ihsan eylesin, âmin.

sh: » (K: 138)

Hâfız Mustafa'nın bizce pek çok ehemmiyetli olan mektubu, çoktan beri beklediğim bir hakikatı gösterdi ki; Risale-i Nur dairesindeki şakirdler, istişare suretinde, tab'etmek gibi çok ehemmiyetli işleri görmeye başlamalarıdır.

* * *

(94)

DÖRT-BEŞ KARDEŞLERİME AİT BİRER KISACIK KONUŞACAÐIM

Birincisi: Medrese-i Nuriye'nin mürşidi, müessisi ve müdebbiri Hacı Hâfız kardeşimizin bu def'a üçüncü olarak bir teberrükünü gördük. Tâ Barla'da iken, tatlı lokmaların kerametli, acib bereketi ve Isparta'da İktisad Risalesi'ni tatlılaştıran iki buçuk okka balın hârika bir hâdiseye sebebiyet vermesi şimdi ben tahmin ediyorum, o bal da onun imiş; fakat tam tahattur edemiyorum. Bu üçüncü def'a da, bin mübarek ve mâsum hatırlarını ve iltifatlarını temsil eden ve parçalanmıyan bir hediyeyi göndermiş. Altmış senelik bir kaide-i hayatiyemi, onun hatırı için, o kaidemin hatırını kırdım. Şahsıma değil, belki talebelere sarfetmek niyetiyle, Risale-i Nur hesabına o tek altunu kabulettik.

İkincisi: Âtıf Hasan'ın hakikaten fevkalâde yazdığı tevafuklu Mu'cizat-ı Kur'aniye'yi, o gittikten sonra temaşâ ettim. Elimden gelseydi, herbir yaprağına mukabil bir lira verecektim. İnşâallah o nüsha ile binler adam istifade edip, onun hayat-ı bâkiyesine bir çeşme hükmünde vâridat verecek. Hüsrev'in ve kahraman Tâhirî'nin bir üçüncüsü oluyor.

Üçüncüsü: Risale-i Nur'un eski ve ehemmiyetli ve çalışkan bir şâkirdi olan Kâtib Osman'ın sâdık ve hikmetli rü'yâsı ve mutâbık tabiri onları müferrah ettiği gibi, bizleri de mesrûr eyledi. Ve o mektubuyla, merak ettiğim şeyleri; ve Hüsrev ve Rüşdü, Hâfız Ali, Zühdü Bedevi, Nuri ve Nur fabrikası sahibi, Tâhir'ler, mübarekler hey'eti, medrese-i nuriye ve ümmî ihtiyarlar ve masum çocuklar, umumlarının selâmlarını yazıyor. Biz de onlara birer birer selâm ediyoruz. Muvaffakıyetlerine ve selâmetlerine dua ediyoruz.

sh: » (K: 139)

Dördüncüsü: Ali köyünde Ali'lerin dördüncüsü olan ümmî Ali'ninmektubu bizleri derince mesrur eyledi. Gerçi kalemi ümmî kalemidir, fakat himmeti vegayreti, kahraman Ali'lerin gayretleri, himmetleri nev'indendir. Beş-altı ayda altmışçocuğu okutmasıyla Risale-i Nur'u öğretmesiyle ve o köyde böyle nurasarılmasıyla ali Köyü dahi Sava ve Kuleönü ve İslâm ve Aras köyleri gibiNursî karyesiyle beraber emvatı dahi mânevi kazanca girecek.

Beşincisi: Hacılar Kebir köyünden çobanların yüzünü akeden ÇobanHasan'ın mektubu çok çalışkan ve fedakâr Marangoz Ahmed'den tam ders alanve Risale-i Nur'a ihlâs ve iştiyakları câzibesiyle Risale-i Nur kerametkârâneonlara koşması ve Topal Ahmed'in altmış, yetmiş çocukları okutmasiyle veRisale-i Nur'un fedakâr şakirdleri olan oradaki âhiret hemşirelerimizin evvelceMarangoz Ahmed'in ihbarıyle Risale-i Nur'un yardımına koştukları gibi yetimçocuklara da birer Kelam-ı Kadîm almaları bizlere ve buradaki Risale-i Nurşakirdleri olan hanımlara ulvî bir sürur derince bir sevinç verdi ve verecek.Onların hatırı için bugünden itibaren Hacılar Kebir köyü aynen Ali köyü gibiNursî köyüne arkadaş olacak.

Bu havalide dahi, belki çok yerler de sizin faaliyetinizden şevke gelip, Risale-i Nur ziyade tevessü' ettiğinden; ehl-i dünyayı düşündürüyor, nazar-ı dikkati celbettiriyor. Bazı ufak tefek ilişmek de ondan ileri geliyor. İhtiyat her vakit olduğu gibi yine lâzımdır. Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü iki def'a سِرًّاتَنَوَّرَتْ demesi, Risale-i Nur perde altında tenevvür ve tenvir eder diye işaret ediyor. Mümkün olduğu kadar geçici rüzgârlara ehemmiyet vermeyiniz, bakmayınız. Zâten mabeyninizde samimî tesanüd ve meşveret-i şer'iye, sizi öyle şeylerden muhafaza eder. İçinizdeki şahs-ı mânevînin fikrini, o meşveretle bildirir.

Kardeşiniz ve sizinle dünyada, berzahta, âhirette

müteşekkirâne iftihar eden ve edecek, hizmet-i

Kur'aniyede arkadaşınız

Said Nursî

* * *


 

Son Güncelleme: Perşembe, 02 Mayıs 2024 22:16  

REKLAMLAR

Web Site Tasarımı

Yönetim Panelli Website Tasarımlarınız için

0532 307 60 09

 

 

İSTATİSTİKLER

OS : Linux c
PHP : 5.3.29
MySQL : 5.7.43
Zaman : 22:16
Ön bellekleme : Etkisizleştirildi
GZIP : Etkisizleştirildi
Üyeler : 31076
İçerik : 1251
Web Bağlantıları : 2
İçerik Tıklama Görünümü : 2247524

Haberler

 

Mesneviden;

"Hile edenin göreceği karşılık; hileden ibarettir."