ahmetturkan.gen.tr

HAYATTAN DERSLER

  • Yazıtipi boyutunu arttır
  • Varsayılan yazıtipi boyutu
  • Yazıtipi boyutunu azaltır
Home RİSALE-İ NUR KASTAMONU LAHİKASI KASTAMONU LAHİKASI SAYFA 91-109 ARASI

KASTAMONU LAHİKASI SAYFA 91-109 ARASI

e-Posta Yazdır PDF

sh: » (K: 90)

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ لَىْلَةِ الْقَدْرِ فِى حُرُوفِ الْقُرْاَنِ

(58)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvelâ: Bütün ruh u canımla mübarek Ramazanınızı tebrik ederim. Ve o mübarek şehirde ettiğiniz duaların, Cenâb-ı Hak yanında makbul olmasını Erhamürrâhimîn'den niyâz ederim.

Sâniyen: Bu seneki Ramazan-ı Şerif hem Âlem-i İslâm için, hem Risale-i Nur şakirdleri için gayet ehemmiyetli ve pek çok kıymetlidir.

Risale-i Nur şakirdlerinin iştirak-i a'mâl-i uhreviye düstur-u esasiyeleri sırrınca, herbirisinin kazandığı mikdar, her bir kardeşlerine aynı mikdar defter-i a'maline geçmesi o düsturun ve merhamet-i İlâhiyenin muktezası olmak haysiyetiyle, Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlâs ile girenlerin kazançları pek azîm ve küllîdir. Herbiri, binler hisse alır. İnşâallah emval-i dünyeviyenin iştirâki gibi inkısam ve tecezzi etmeden herbirisine aynı, amel defterine geçmesi; bir adamın getirdiği bir lamba, binler âyinelerin herbirisine aynı lâmba inkısam etmeden girmesi gibidir.

Demek, Risale-i Nur'un sâdık şakirdlerinden birisi, Leyle-i Kadr'in hakikatını ve Ramazan'ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sâdık şakirdler sahib ve hissedar olmak, vüs'at-i rahmet-i İlahiyeden çok kuvvetli ümidvârız.

Sâlisen: Fedâkar ve sebatkâr kardeşimiz Halil İbrahim'in haddimden binderece ziyâde hüsn-ü zannı ile istîmal ettiği tabirat, mektubunda gösterdiğisamimiyet; şiddet-i merbûtiyeti ve sarsılmaz alâkasını gösteriyor. OnunÜstadına karşı tâbiratını Risale-i Nur hakkında muvâfıkbulduğumuzdan «Üstad» kelimesini kaldırdık, onun yerine «Risale-i Nur'u»bıraktık. Risale-i Nur'u onun merhabalarına muhatab ettik. ضylece Lâhikafıkraları içine girdi. Benim tarafından ona yazınız ki:

* * *

sh: » (K: 91)

Şimdiye kadar, onu Risale-i Nur'un erkân-ı mühimmesindendir diye erkanlariçinde her vakit benim kazancımda ismiyle hissedardır. Onunla teşrik-i mesâi edenİnce Mehmed gibi ve hapiste kitâbetiyle Risale-i Nurun tesvidinde çok hizmet edenŞefik Bey gibi kardeşlerime selâm ederim. Halil İbrahim'in Hüsrev hakkındakinurlu fıkrası beni mesrur etti.

Râbîan: Hulusi Beyin gayet samimî ve dikkatli ve nükteli olan Sabri'yeyazdığı mektub; Hulûsinin daima ihlâsı ve sadâkat ve terakkisini gösteriyor.Benim tarafımdan da ona yazınız ki, şakirtlerin erkânında birinciliği daimamuhafaza ediyor. O benden hiç ayrılmamış gibi bir vaziyettedir.

Hâmisen: Mübareklerin köyünden ve cemaatinden ve merhum Lütfü'nünhaleflerinden ve askere giden Küçük Hüseyin bana bir iki mektub yazdı, bencevabını yazmıştım, şimdi ise mektubun cevabını alamadım diyeyazıyor. ضyleyse o mübarekler benim tarafımdan ona cevab yazsınlar, daimâkalemi işlediği gibi, yine askerliği müddetince öylece hissedardır. Mektubyazmadığıma gücenmesin. Hem terhisten sonra benim yanıma gelmek arzu edipyazıyor, gelmek münâsib değil. Mübareklerin ve başta birinci Abdurrahman,Büyük Mustafa ve Hâfız Mustafa ve kahraman Küçük Ali olarak cemaatlerimeselam ederim.

İslâm Köyü ile Atabey başta kahramanı Ali Hâfız ve Lütfü varisleri vehalefleri Sav Köyünün başta Hacı Hâfız Efendi ve kahramanları olarak pekçok selâm ederim ve o havalilerde bulunan bütün kardeşlerimize ve Isparta'da vebilhassa Barla ve Bedrede, Eğirdirde bulunan kardeşlerimize birer birer selam ederim vedua ve Ramazanlarını tebrik ederim, duâlarını da isterim. Buradaki kardeşlerinizde sizlere selam ve Ramazanınızı tebrik ediyorlar.

اَلْبَا قِىهُوَالْبَاقِى

Duanızaçok muhtaç kardeşiniz

SaidNursî

***

sh: » (K: 92)

(59)

Azîz, Sıddık, Mübarek, Kahraman Kardeşlerim.

Evvelâ: Bu mübarek Ramazan'da iştirâk-i a'mal düstur-u esasiyle, her bir has kardeşimizin kırkbin dili bulunan bir melâike hükmünde, kırkbin diller ile, yani kardeşlerin adedince mânevî dilleri ile ettikleri ve edecekleri dualar, rahmet-i İlâhiye nezdinde makbûl olmasını o lisanlar adedince, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn'den niyaz ediyoruz. Bu mahiyetteki Ramazanınızı tebrik ediyoruz.

Sâniyen: Bu def'aki müteaddid te'sirli ve sürurlu ve müjdeli mektublarınıza karşı, bir kitab kadar cevab vermek lâyık iken, vaktin müsaadesizliği ile kısa cevabımdan gücenmeyiniz. En başta, kahramanlar yatağı olan Sav Köyü'nün ehemmiyetli bir talebesi olan Ahmed'in mektubunda öyle büyük bir mes'ele gördüm ki, beni sürur yaşlariyle ağlattırdı.

Cenâb-ı Hakk'a yüzbinler şükür olsun, Risale-i Nur'un tamam kıymetini, o köyün mübarek valideleri ve hanımları tamam anlamışlar. O mübarek hanımların ve kıymetdar ve hâlis âhiret hemşirelerimin, Risale-i Nur'un intişarına gösterdikleri fedakârlık, beni ve bizi kemâl-i sürurdan ağlattırdı.

Zâten Risale-i Nur'un mesleğindeki en mühim bir esası, şefkat olduğundan ve şefkat madenleri de hanımlar olduğundan, çoktan beri beklerdim ki, kadınlar âleminde Risale-i Nur'un mahiyeti anlaşılsın.

Elhamdülillâh, bu havalide de, bu yakında erkeklerden ziyade bir iştiyâk ve faaliyetle buradaki hanımlar tam çalışıyorlar; Sav'lı mübareklerin hemşireleri olduklarını gösteriyorlar. Bu iki tezahür bu zamanda bir fâl-i hayırdır ki; o şefkat madenlerinde Risale-i Nur parlayacak, fütuhat yapacak.

Hem Sav Köyü'nün bahadır çobanları, torbalarında Risale-i Nur'u yazmak için taşımaları, aynı oradaki hanımların fedakârlıkları gibi bu havalide gayet te'sirli bir medar-ı teşvik olacak. O hanımların ve o çobanların hususî isimlerini bilmek arzu ediyoruz. Tâ hususî isimleri ile has talebeler içine girsinler.

Kâtib Osman'ın hakikatlı rü'yası elhak büyük bir hakikata

sh: » (K: 93)

işaret veriyor; çok mübarek ve müjdelidir. Rüşdü'nün rü'yasında,Peygamberimizin (A.S.M.) emriyle Hazret-i Sıddık (R.A.) minberde Yirmidokuzuncu Sözü hutbesinde göstermesi gibi; o gökten inen Hurîye de, lâhikayı, hutbeokuması Risale-i Nur'un makbûliyetine güzel bir işarettir.

Büyük Hâfız Ali'nin mektubu bizi çok mesrur ettiği gibi tevafukata dairkeşfettiği hakikat icmâlen haktır. Küllî olmasa da ekserisince gördüğümânâ görünür. Ben de ayrı bir mânâ Hâfız Ali gibi hissediyordum.Bugünlerde bana kanaat geldi ki; fıtrî kendi kendine gelen tevafukat-ı Nûriye,müellifin tabirâtındaki noksanları tekmil ve kusurlarını tashih ediyor gibigördüm. Yüz yerde fıtrî tevâfukun tam tamına gelmesi ve bir kelimeye ihtiyaçgösteriyor, bakıyorum ki, o kelime te'lif vaktinde noksan bırakmıştım. Eğerşimdi yazsa idim o kelimeyi yazmak lazım geliyordu. Bu vak'â pek çok tekrar etti.Yüzer def'a gördüm. Demek bir vazîfesi de bana îbârenin tam ifâdesinibildiriyor.

Aydınlı Hasan'ın pek güzel kalemiyle cem'iyetli mektubu beni fevkalâde mesrureyledi. Cenâb-ı Hak öyle kalemleri Risale-i Nur hizmetinde devam ettirsin. Yine SavKöyünün diğer kardeşimiz Ahmedin, Risale-i Nur'un küçük masum talebelerininhakkında haber verdiği hâdise o kadar medâr-ı sürûr ve şükrandır ki, tarifedilmez. O çok mübarek köyün başta Hacı Hâfız Mehmedi, Ahmedleri,Mehmedleri gibi pek çok Risale-i Nur'a sahib ve nâşir veren o köy bizim için taşve toprağıyla mübarektir.

Sorduğunuz mes'ele : Ulemâ-i Şeriat cevab vermiştir. Hayvanat birer istihalemakinası olduğundan yedikleri pis şeyi temizlettirir Yalnız pis şeyin kokusu gelsemekruhtur demişler.

Bize evvelce Tâhir kalemiyle gönderilen Lem'alar aynen Hüsrev'in tarzında gayetgüzel ve şirin yazılmış. Burada çok istifâde ediliyor. Acâba o Tâhir AtabeyliTâhir midir, yoksa Savlı Tâhir midir?

* * *

sh: » (K: 94)

(60)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Lâtif ve mânidar ve beşaretli iki hâdiseyi beyân ediyorum:

Birincisi: Me'yusâne bir hâtıradan müjdeli bir ihtar:

Bugünlerde hâtırıma geldi ki:

Hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şey'e temas etse, ekseriyetle günahlara marûz kalıyor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. Bu kadar günahlara karşı insanın hususî ibadeti, takvası nasıl mukabele edebilir? diye me'yusâne düşündüm.

Hayat-ı içtimaiyedeki Risale-i Nur talebelerinin vaziyetlerini tahattur ettim. Risale-i Nur şakirdleri hakkında necatlarına ve ehl-i saâdet olduklarına dair kuvvetli işaret-i Kur'aniyeyi ve beşaret-i Aleviyeyi ve Gavsiyeyi düşündüm.

Kalben dedim ki: "Herbiri bin yerden gelen günahlara karşı bir dil ile nasıl mukabele eder, galebe eder, necat bulur?" diye mütehayyir kaldım. Bu tahayyürüme mukabil ihtar edildi ki:

Risale-i Nur'un hakikî ve sâdık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirâk-i a'mâl-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakird bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar eder.

Risale-i Nur dairesinde sadâkat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebâir derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlâsta, sadakatta çalışmak gerektir.Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder.

Bazı melâikenin kırkbin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakikî, müttaki bir şakird dahi, kırkbin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşâallah ehl-i saâdet olur.

İkincisi: Eski zamanda, ondört yaşında iken icâzet almanın alâmeti olan üstad tarafından sarık sardırmak, bir cübbe bana giydirmek vaziyetine mâniler bulundu. Yaşımın küçüklüğüyle, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisveyi giymek yakışmadığı...

Sâniyen: O zamanda büyük âlimler, bana karşı üstadlık va-

sh: » (K: 95)

ziyeti değil, ya rakib veyahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve üstadlık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı. Ve evliya-yı azîmeden dört-beş zâtın vefat etmeleri cihetinde, elli altı senedir icazetin zâhir alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir üstadın elini öpmek, üstadlığını kabul etmek hakkımı bugünlerde, yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlânâ Zülcenâheyn Hâlid Ziyâeddin (R.A.) kendi cübbesini, o cübbeye sarılan bir sarık ile pek garib bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaat geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi giyiyorum. Cenâb-ı Hakk'a yüzbinler şükrediyorum (Hâşiye).

* * *

(61)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Size gönderdiğimiz حِزْبُ اْلاَكْبَرِاْلقُرْاَنِى nin başında yazılan ünvan içinde bir cümle noksan kalmış. Şöyle ki:

(Mu'cizatlı bir vird okumak isteyen bunu okusun) yerinde, (Mu'cizatlı ve herbir harfi on ve yüz ve beşyüz ve bin ve binler kadar sevab ve meyve veren bir virdi okumak isteyen, bu semavî virdi okusun) yazılacak.

Sâniyen: Bundan evvel müjdeli hâtırada, "Herbir hâlis ve hakikî müttakî şakird, kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar eder" fıkrasına, yine bir ihtar ile bu gelen cümle ilâve edilsin. Cümle de budur:

"Risale-i Nur dairesine, sadakat ve hizmet ve takvâ ve içtinab-ı kebair derecesiyle, o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvâda, ihlâsta, sadâkatta çalışmak gerektir."

Sâlisen: Leyle-i Kadr'inizi, hem bu gelen bayramınızı bütün ruh u canımızla tebrik ve tes'îd ediyoruz.

* * *

_______________

(Hâşiye): Bu mübarek emaneti, Risale-i Nur talebelerinden ve âhiret hemşirelerimizden Âsiye namında bir muhterem hanımın eliyle aldım.

sh: » (K: 96)

(62)

Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim!

Dünyada medar-ı tesellilerim ve berzah yolunda nuranî yoldaşlarım ve mahşerde inşâallah şefaatçilerim!

Sizin hem Leyle-i Kadrinizi, hem bayramınızı bütün ruh u canımla tebrik ediyorum, tes'îd ediyorum.

Sâniyen: Şimdiye kadar hiç görmediğim bir surette, dehşetli bir hastalıktan fevkalme'mul bir tarzda Risale-i Nur'un hâlis talebelerinin şifa duasının neticesi olarak, mu'cize gibi birden hârika bir kerametle şifa bulmamı size haber veriyorum. Bu vakıayışahede eden Emin ile Feyzi'nin o hârika hastalığa ait bu gelecek fıkrasını medar-ı ibret için size gönderiyorum. Bütün kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyorum. Hüsrev'i de merak ediyorum.

Said Nursî

(63)

Isparta'daki Azîz Kardeşlerimize!

Üstadımızın hastalığı hakkındaki meşhudâtımızı arz ve üstadımızın kesb-i âfiyetini sizlere müjde etmek istiyoruz.

Ramazan-ı Şerif'te beş gün savm-ı visâl içinde gıda olarak, ekmeksiz muhallebi üç kaşık ve beş-altı kaşık da soğuk yoğurttan. Üçüncü gece, yarım kaşık muhallebi ve dördüncü gece iftarda sulu şehriyeden beş kaşık, sahurda yine o şehriyeden ve yoğurttan üç dört kaşık, su sayılmamak şartıyla şehriyeden beş dirhem, yoğurt süzülse on dirhem, muhallebi susuz altı-yedi dirhem; beşinci gecede, tanesiz gibi gayet hafif şehriye beş-altı kaşık, sahurda altı-yedi kaşık pirinç çorbası, mecmuu otuz dirhem (96 gr.) gıda ile beş gün savm-ı visali, teravih noksan olarak sair vazifelerin yapılması, Risale-i Nur şakirdlerini ihata eden inâyetin hârikalarından bir kerametini gördük.

Üstadımızdan hiç görmediğimiz ikimiz yani Emin, Feyzi;

sh: » (K: 97)

Barla, Isparta Süleyman'ları gibi inceden inceye hastalık (Hâşiye) hiddetlerini tahrik etmemek için ihtiyat edemediğimizden, şiddetli hiddetini gördük. Bu hastalıkta yine eser-i rahmettir ki; hiç hatır u hayâle gelmeyen aşr-ı âhirin gayet mühim gecelerinde, üstadımızın tam îfa edemediği vazifesi yerinde bu havalide herbir şakird, kendi hususî çalışmasından başka, bir saati üstadı hesabına Risale-i Nur'un şakirdlerinin mücahede-i maneviyelerine iştirâk ve onları hedef edip onların defter-i âmâline geçmeye, aynı üstad gibi çalışmağa başladılar.

Demek üstad yerinde onun birkaç saat çalışmasına bedel, pek çok saatler aynı vazifeyi görmeye başladılar. Hattâ üstadımız diyordu: Ehemmiyetsizliğimle beraber Isparta havalisinde kardeşlerimizin âmâl-i uhreviyesine bir medar, bir müheyyic hükmünde benim kusurlu çalışmam kâfi gelmiyordu; Cenab-ı Hak rahmetiyle, bu hastalık vesilesiyle bir şahs-ı manevî ve kuvvetli bir medar olacak bu tedbiri ihsan etti, cüz'iyetten külliyete çıkardı.

Yine bu hastalığın letâifindendir ki; üstadımızın hiç sesi çıkmıyordu, konuşamıyordu. Hiç beklenilmeden, bir iftar vaktinde bir doktor geldi, elini tuttu. Üstadımız dedi ki: "Ben hastalığımı muayene ettirmem, ben hekimlere muhtaç değilim. Hekim, Cenab-ı Hak'tır." Birden canlandı, sesi çıkmağa başladı. Güya kendisi bir doktor şeklini aldı. Doktor ise, hasta vaziyetine girdi. Doktora ehemmiyetli bir mektub okudu, doktorun derdine deva olacak bir ilâç oldu. Sonra top atıldı. Doktora dedi ki: "Burada iftar et." Doktor dedi ki: "Bugün kusur etmişim, oruç tutamadım" demesiyle çok hayret ettiğimiz üstadımızın vaziyeti, orucunu bozmuş bir doktorun tıb noktasında hâkîmane vaziyetini kabûl etmediği için o vaziyet ona verildiğini bildik.

Evet Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsinden gelen şifa duası, öyle yüzbin doktora mukabil gelir diye biz de tasdik ettik. Bu hastalığın Leyle-i Kadir'de Risale-i Nur talebeleri, hususan masumların ettikleri şifa duaları öyle bir derece hârika bir surette te'sirini gösterdi ki, üstadımıza sıhhat halinden daha ileri bir surette birden bir vaziyet verildi. Leyle-i Kadre lâyık bir tarzda

_________________

(Hâşiye): Hastalık o kadar şiddetli idi ki; dört gecede hemen bir saat kadar uyku geldi.

sh: » (K: 98)

çalışmağa başladı. Risale-i Nur şakirdlerinden gelen bu dua-yı şifa, hârika bir mu'cize gibi bir keramet olduğunu biz gözümüzle gördük.

Orada bulunan kardeşlerimize birer birer selâm ve arz-ı hürmet eder, dualarını isteriz.

Bura Risale-i Nur şakirdlerinden

Kardeşiniz

Emin, Mehmed Feyzi

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

(64)

Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Çalışkan ve Kuvvetli Arkadaşlarım ve Tarîk-ı Hakta ve Berzah Seyahatında ve Âhiret Yolunda Nuranî Yoldaşlarım!

Sizin bayramınızı, Leyle-i Kadrinizi, Ramazan-ı Şerif'de makbûl dualarınızı bütün ruh u canımla tebrik ve tes'id ediyorum. Cenâb-ı Hak bu bayramın sürurunu, hakikî ve geniş ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin, âmin.

Sâniyen: Sizin bu mübarek bayramın hediyesi olarak gönderdiğiniz nurlu kalem hediyelerinizi o kadar kıymetdar görüyorum ki, târif edemem. Cennet-ül Firdevs'te âb-ı kevser destileri gibi, kemâl-i iştiyâk ve şükranla ve sürurlu göz yaşıyla kabûl edip başıma koydum. Böyle elmas kılınç gibi kalemleri ve hakikat kahramanlarını Risale-i Nur'a ihsan eden Cenâb-ı Hakk'a hadsiz hamd ü şükrederim.

Sizlere de o mübarek kitabların, yazıların herbir harfine mukabil Cenâb-ı Erhamürrâhimîn on hasene ihsan eylesin, diye niyaz ediyorum.

Hakikaten Hüsrev'in infikâki beni çok müteessir etmişti. Fakat Tâhirî, o parlak kalemiyle benim o teessüratımı izâle eyledi. O bütün efrad-ı ailesiyle, peder ve validesiyle Risale-i Nur'un

sh: » (K: 99)

has talebeleri içinde her vakit hissedar olacaklardır.

Hem bu Tâhir'in yüzünden bugünden itibaren Atabey de, İslâmköyü, Sav Köyü, Kuleönü Karyeleri gibi Nurs Karyesine arkadaş olup umum manevî kazancıı öyle bir derece hârika bir surette te'sirini gösterdi ki, üstadımıza sıhhat halinden daha ileri bir surette birden bir vaziyet verildi. Leyle-i Kadre lâyık bir tarzda

_________________

(Hâşiye): Hastalık o kadar şiddetli idi ki; dört gecede hemen bir saat kadar uyku geldi.

sh: » (K: 98)

çalışmağa başladı. Risale-i Nur şakirdlerinden gelen bu dua-yı şifa, hârika bir mu'cize gibi bir keramet olduğunu biz gözümüzle gördük.

Orada bulunan kardeşlerimize birer birer selâm ve arz-ı hürmet eder, dualarını isteriz.

Bura Risale-i Nur şakirdlerinden

Kardeşiniz

Emin, Mehmed Feyzi

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

(64)

Azîz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim ve Hizmet-i Kur'aniyede Çalışkan ve Kuvvetli Arkadaşlarım ve Tarîk-ı Hakta ve Berzah Seyahatında ve Âhiret Yolunda Nuranî Yoldaşlarım!

Sizin bayramınızı, Leyle-i Kadrinizi, Ramazan-ı Şerif'de makbûl dualarınızı bütün ruh u canımla tebrik ve tes'id ediyorum. Cenâb-ı Hak bu bayramın sürurunu, hakikî ve geniş ve umumî sürura mukaddeme ve vesile eylesin, âmin.

Sâniyen: Sizin bu mübarek bayramın hediyesi olarak gönderdiğiniz nurlu kalem hediyelerinizi o kadar kıymetdar görüyorum ki, târif edemem. Cennet-ül Firdevs'te âb-ı kevser destileri gibi, kemâl-i iştiyâk ve şükranla ve sürurlu göz yaşıyla kabûl edip başıma koydum. Böyle elmas kılınç gibi kalemleri ve hakikat kahramanlarını Risale-i Nur'a ihsan eden Cenâb-ı Hakk'a hadsiz hamd ü şükrederim.

Sizlere de o mübarek kitabların, yazıların herbir harfine mukabil Cenâb-ı Erhamürrâhimîn on hasene ihsan eylesin, diye niyaz ediyorum.

Hakikaten Hüsrev'in infikâki beni çok müteessir etmişti. Fakat Tâhirî, o parlak kalemiyle benim o teessüratımı izâle eyledi. O bütün efrad-ı ailesiyle, peder ve validesiyle Risale-i Nur'un

sh: » (K: 99)

has talebeleri içinde her vakit hissedar olacaklardır.

Hem bu Tâhir'in yüzünden bugünden itibaren Atabey de, İslâmköyü, Sav Köyü, Kuleönü Karyeleri gibi Nurs Karyesine arkadaş olup umum manevî kazancıma hissedar oldu.

Isparta'nın Hâfız Ali'si -elhak- ikinci bir Hüsrev olduğuna, benim de kanaatım geldi. Cenâb-ı Hak onu ve Mehmed Zühdü gibi çok fedakârları ve Risale-i Nur'un hakikî sahiblerini Isparta'ya ihsân eylesin, âmin.

Mübareklerin kahramanlarından büyük Abdurrahman'ın, Küçük Ali'nin, Hâfız Mustafa'nın faaliyet ve gayretleri ve Hâfız Mustafa'nın bu def'aki mektubundaki bazı noktaları, beni sürur yaşıyla ağlattırdı. Yalnız bu kadar var ki; bir zarf içinde gönderilen yirmibeş banknot bulundu, kimin zarfından olduğunu bilemedik.

Bilirsiniz ki, bütün ömrümde kimseden hediyeleri kabûl edemiyorum. Hattâ Rüşdü'nün bu def'aki hediyesini reddedip hâtırını kırdım, geri çevirdim. Cenâb-ı Hak, beni muhtaç bırakmıyor. İnsanlara da muhtaç etmiyor. Beni merak etmeyiniz. Fakat Mübarekler Hey'etinde öyle bir şahs-ı manevî hissediyorum ki, kaidemi ona karşı muhafaza edemiyorum. O şahs-ı manevîyi kızdırmamak ve rencide etmemek için, yalnız o paradan borç olarak beş lirayı bu bayram umûr-u hayriyesine sarfetmek için kabûl ettim. Yirmisini Sabri vasıtasıyla ve nâmıyla geri gönderip iade ediyorum, gücenmeyiniz. Ve bilhassa ( حسن . ع . م ) gayet müstesna kalemiyle dört güzel hediyeleri pek çok kıymetdar göründü. İnşâallah bu havalide çokları şevkle kitabete sevkedecek. Böyle kuvvetli kalemleri Risale-i Nur'a ihsan eden Cenâb-ı Hakk'a yüzbinler şükür.

Mübârekler Hey'etinden Mehmed'in mektubu beni çok sevindirdi. Şimdi yazdığım vakitte yanımda bulunan memleketin eşrafına okudum. O eşraflar da "Mâşâallah, Bârekâllah" dediler, hayretle alkışladılar. O mektubun ve ötekilerin birer kısmını Lâhika'ya kaydedeceğiz.

sh: » (K: 100)

Abdurrahman'ın birinci vârisi ve Risale-i Nur'un birinci şakirdi Büyük Mustafa'nın kapı istikbalinde arkadaşı olan Hacı Osman'ın mektubu ve o mektubdaki rü'yaları mânidar ve ettiği tâbir de doğrudur.

Azîz kardeşlerim, sizinle konuştuğum bu dakika iftar vaktine yarım saat kalmış. Bayram gecesidir, hastalık şiddetlidir. Onun için fazla konuşamıyorum. Bende büyük ve tehlikeli hastalıktan, Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin mu'cize gibi şifa duası kerametiyle o tehlike geçti. Fakat öyle şiddetli bir öksürük, bir heyecan var ki, sizin gibi canımdan ziyade sevdiğim kardeşlerimle konuşmayı kısa kesiyorum.

Yalnız bu kadar var ki, Isparta havalisinde yüzer genç Said'ler ve Hüsrev'ler yetişmişler. Bu ihtiyar ve zaif Said, dünyadan kemal-i istirahat-ı kalble veda etmeye hazırdır. Ve bilhassa mühim bir Medrese-i Nuriye olan Sav Köyü'nün başta Hacı Hâfız olarak Ahmed'leri, Mehmed'leri, hattâ muhterem hanımları (Tâhir'in refika ve kerimeleri gibi) ve mâsum çocukları Risale-i Nur'la meşgul olmalarınışündükçe bu dünyada Cennet hayatının manevî bir nev'ini zevk ediyorum, görüyorum. Oranın Ahmed'lerinin hediyesini umum o köy hesabına bir teberrük deyip, öpüp başıma koydum.

* * *

(65)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, gayet şiddetli ve dehşetli hastalığım, gayet merhametli ve çok sevablı olarak âfiyete yerini bırakıp gitti. Çok büyük bir nimet, içinde bulunduğunu ben ve buradaki arkadaşlarım tasdik ettik.

Hem Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür ve hamdediyorum ki; sizlerin bu def'aki hediye-i Ramazaniyeniz olan çok güzel nüshalarınız; bu bayramımı çok bayramları birden toplayan bir küllî bayram hükmüne geçti. Ve bilhassa ikinci Hüsrev olan birinci Tâhir'in gayet dikkat ve tevafuklu yazdığı risaleler beni o derece minnetdar ve mesrur ediyor ki, elimden gelseydi herbir nüshasına on altun lira verecektim. Bu derece kuvvetli bir

sh: » (K: 101)

şakird Risale-i Nur'a sahib çıkması, ümidlerimizi çok kuvvetlendirdi.

Sav kahramanlarının ve Mübareklerin karyelerine kendi karyesini, onların safına getirdi. Atabey (Aras) onunla ve onun gibilerle iftihar etmeli. Onun nüshalarında yanlışlar pek çok azdır. Yalnız, oralardaki nüshalarda mânası anlaşılmayan bazı kelimeler varmış ki, istinsahta öylece kaydedilmiş. Benim tashihimden geçen nüshalara mukabele edilse iyi olur. O kuvvetli ve fedakâr kardeşimizin mâsum çocuklarının ve refikasının yazdıkları risaleleri güzelce bir cild yaptık. Görenlere, hususan buradaki Risale-i Nur'un kadınlar dâiresindeki kızlar ve hanımlara gayet te'sirli ve cazibedar bir nümune-i teşvik oldu.

Aydın'lı Hasan'ın hakikaten gayet müstesna bir kalemi var ve yazılarında tam bir ihlâs görünür. Bu zât ne vakitten beri Risale-i Nur'a girdiğini ve ne halde olduğunu merak ediyorum.

Bu def'a Hulûsi'den uzun bir mektub, Abdülmecid vasıtasıyla aldım. Elhak o kardeşimiz sebat ve metanet ve ihlâsda birinciliği muhafaza ediyor. Ben de Abdülmecid vasıtasıyla ona yazdım ki: Isparta'daki kardeşlerimize yazdığım mektublarda sen dahi bir muhatabımsın, seninle muhabere kesilmemiş diye yazdım.

Hüsrev, Re'fet, Rüşdü'nün vaziyetlerini de merak ediyorum. Ve bilhassa Hüsrev ne haldedir? Ve Nur fabrikasının sahibi Hâfız Ali rahat mıdır?

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ediyoruz.

(66)

Azîz Kardeşlerim!

Müdâfaat Risalesinin başında bu gelen parça yazılmalı. Hem sizlerdekiMüdâfaat Risalenizde lüzumsuz, nezâketli ve musalâhakârâne kelimeleri tayedebilirsiniz. Bu def'aki sizden gelen o risalede zalimleri fazla okşayan cümle var.Lüzumsuz, haksızları okşayan kelimeleri tay edebilirsiniz. Bu gelen fıkra sizlerdeki(Müdafaatın evveline yazılacak) yani 27. Lem'a ünvanının altında kayd edilecek.

* * *

sh: » (K: 102)

Bu Müdafaa Risalesinde bulunan mülayimâne tâbirat ve müsalahakârâne ifâdeler ve zâlimleri okşayan kelimelerin bulunması, yüzden fazla taht-ı tevkife alınan Risale-i Nur'un kıymetdar talebelerini ve müsadere edilen Risale-i Nur'un eczalarını dehşetli zulmetlerden kurtarmak içindir. Yoksa mazlûmiyetimiz beni şiddetli konuşturacaktı. Bu risalede; asıl hücum Risale-i Nur'a karşı olduğu için, müdafaatda birinci derecede İlmî ve mantıkî bir tarzda Risale-i Nur'u müdafaa ediyor. İkinci derecede arkadaşlarını kurtarmağa çalışıyor. Kendi şahsını müdafaa değil, bilakis çürütüyor. Bu risaleyi okuyan evvelce âhirdeki layiha-i temyizi ve layiha-i tashîhi okumalı, sonra baştan okumalı.

* * *

(67)

Azîz, Sıddık Kardeşimiz Hâfız Ali Efendi!

Mektubunuzda yazmış olduğunuz (Sava ümmilerinden) kardeşimiz Mustafa veHüseyin'in rüyaları Üstadımız hakkında tam tamına zâhir tâbirinigözümüzle gördük. Hem Risale-i Nurun talebeleri telsiz telefon gibi mânevîhaber alıyorlar gibi bir hâdisedir.

Evet Üstadımızın tesbihi kırıldı. Yani mübarek gecelerde evrâd-ımuntazamasını tesbihlerle çekmek vazîfesi parçalandı. Ehl-i dünyadoktorlarıyla (Hâşiye) Üstadımızı muayene edip, bahanelerle belki kendihastanelerinde misafir etmek yüzde yüz ihtimali vardı. Hem o tesbih tanelerinin bircihette sevaplarını onlar toplayacaktılar. Fakat Risale-i Nur'un masum şakirdlerişifâ duâsiyle o tesbihi tam toplattırdılar, devam ettirdiler ve fedakâr şakirdleriÜstadımızı kucağına alıp onların hastanelerindeki bakıcılardan dahamükemmel baktılar. Mânen misafir ettiler, Mustafa ve Hüseyin'in rüyalarını tamtamına tâbir ettiler.

------------

(Hâşiye): Ramazanda hastalıkta muâyene için gelen şimdi Said namındao doktor yanımızda oturuyor. O zat on gün zarfında Otuzuncu Lem'ayımükemmel, tevafuklu, Hüsrev gibi yazdı. Hem mükemmel anladı, hem has birşakird oldu. Eski hallerinden sıyrıldı. Fevkalâde bir surette terakkî etti.

Sh:»(K:103)

Evet, kardeşimiz Hâfız Ali'nin Risale-i Nur'un esası menbaı olan, beşyüzayetten fazla olan âyât-ı Kur'aniyeden mürekkep (Elvird-ül-A'zam) KurânınınHâfız Ali Efendi'ye akşamda gelmesiyle, gecede ve fecirde Risale-i Nur şaktirdlerininerkanları, kahramanları aynı gecede ve fecrinde Hâfız Ali Efendi'nin yanınagelmeleri şüphesiz o mübarek (Hizb-ül Ekberin) bir kerâmeti olduğunu biz de tasdikediyoruz. Hem kardeşimiz Hâfız Ali'nin husûsi bir mektubun arzu etmek münasebetiile, Üstadımız son mektubunda "Nur fabrikası sahibi nasıl" diye yazmasiylekardeşimiz Büyük Hâfız Ali'nin bu defa yoldaki mektubunun mânâ-yıişârîsini bir hiss-i kablelvuku, ile hissetmiş gibi, bu mektubu yazmasıihlâsının bir nev-i kerâmeti olduğunu hissettik.

Bunların münasebeti ile yirmi günden beri, Üstadımız musırrâne tekrarettiği bir mes'elenin ucunda garib bir vakıa gördük. Şöyle ki; yirmi günden beribizlere ısrar ile diyordu; iki üç rızık benim rızkım içine girmiş; benyiyemiyorum. Feyzi, birisi senin rızkın olmak kanaatim geliyor. İkisi daha var. Her haldeehemmiyetli iki misafirim olacak. Çünki ben bunu Barla'da çok tecrübe ettim. Ne vakitehemmiyetli bir misafirim gelecek, herhalde o vakte yakın bir rızık benim rızkımiçine girdiğine benim kat'î kanaatım gelmişti. Şimdi daha ehemmiyetligörüyorum, ya Isparta'dan veyahut başka yerden ehemmiyetli misafirim olacak.

Bu hâdiseyi yirmi-otuz gündür musırrâne bize söylüyordu. Şimdi birdenbire hiç hâtır ve hayale gelmeyen, kardeşi Abdülmecid Efendi'nin büyük oğluNihat (R.H.) pederinden izin almadan bir hiss-i kabl-el vukû' ile o dehşetli hastalıkzamanında kendi parasıyla Ankara'ya gidip, merhum Abdurrahman'ın oğlu Vahdet'igörüp, "Gel berâber amcamıza gideceğiz" deyip acele olarak o geldi. Vahdet degelmek üzeredir. İnşâallah bahara kadar Üstadımızın yanında kalacaklar.

Üstadımız diyor ki "Bu dehşetli hastalıktan sonra, neseben en ziyâdealâkadar olduğum iki biraderzâdelerim, belki eski zamanda Abdülmecid veAbdurrahman'ın sisteminde, bir küçük Abdulmecid ve bir küçük Abdurrahmanmedar-ı teselli olarak Cenâb-ı Hak feyziyle ihsan etti".

Sh:»(K:104)

Oradaki umum kardeşlerimize Üstadımızla beraber çok selam ve dua veistid'â ediyoruz.

اَلْبِاقِىهُوَاْلبَاقِى

Risale-i NurŞâkirdlerinden ve

Âhiret Kardeşlerinizden

Emin ve KüçükHüsrev olan Feyzi

***

(68)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Hâfız Ali'nin bu def'aki mektubu birkaç cihette Risale-i Nur'a ait ikramât-ıİlahiyye ve Risale-i Nur talebelerinin birbiriyle bir cesedin azaları gibi alâkadarolduklarını gösterir. Medrese-i Nuriyye olan Sava'nın ümmileri Mustafa ve HüseyinDağlı kardeşlerimizin gördükleri rüya pek manidardır. Ve Isparta'nın HâfızAli'si Mehmed Zühtü ile (Hizb-ül Â'zam-ı Kur'ânî)'nin ihtiyarsız istikbalinegelmeleri, o hizbin Risale-i Nur'a çok menfaattar olacağını gösteriyor. Cenâb-ıHakka hadsiz şükrediyoruz ki; gittikçe Isparta, havalisiyle Risale-i Nur'a tam sahiboluyor; yerleştiriyor. Bir Said, bir Hüsrev'e bedel; pek çok Saidleri, Hüsrevleriyetiştiriyor, ikimizin çekilmesi ile daha ziyade gayretle faaliyete geçen nâşirleriyetiştiriyorlar.

Bu anda, bu gelen kelimeler hatırıma geldi. (Üç keramet-i Aleviyye) Risale-iNur'a verdikleri kuvvet, üç Ali maddeten kalemleriyle o üç kerâmeti imza ediyorlar.Mübarek ve kıymetdar Hacı Hâfız'ın çok kıymetdar çok faal ve sebatkârköyünde, kahraman ahmedlerin ve Mehmedlerin gayretleri o havâlide o hâli, onlarınvaziyetlerini işitenleri, lâkaydları ve tenbelleri gayrete, şevke getiriyor.

Hâfız Ali'nin bazı noktalarını tâbir ve cevab olarak Mehmed Feyzi'nin veEmin'in yazdıkları fıkrayı leffen gönderiyoruz. Bu defa bana gelen risaleler içindebazı mühimleri var. Kimin yazısı olduklarını bilemedim, tahminenSavlılarındır, diyorum. Hakikaten en lâzım risaleleri göndermişler. Eğer benistese idim, bunları isteyecektim. Başta Tâhiri olarak onları yazan zat

sh: » (K: 105)

ların defter-i âmâline Cenâb-ı Hak herbir harfine mukâbil on hasene ihsaneylesin (Âmin)...

(69)

Bugünlerde iki ince mes'ele kalbe geldi. Vaktinde kaleme alamadım. O vakit geçtikten sonra o ehemmiyetli hakikatlara birer işaret ederiz:

Birincisi: Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar, tarîkat-ı Muhammediye'dir (A.S.M.) ve velayet-i Ahmediye'nin (A.S.M.) evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür. Sonra, bu kelimenin hakikatı böyle inkişaf etti: Nasılki risalete inkılab eden velayet-i Ahmediye (A.S.M.) bütün velayetlerin fevkindedir; öyle de, o velayetin tarîkatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarîkatların ve evradların fevkindedir. Bu sır dahi şöyle inkişaf etti ki:

Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i Nakşide bir mescidde birbiriyle alâkadar heyet-i mecmuada nuranî bir vaziyet hissediliyor. Kalbi hüşyar bir zât, namazdan sonra سُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِdeyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın müvacehesinde, yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder; o azamet ve ulviyetle سُبْحَانَ اللَّهِ سُبْحَانَ اللَّهِ der. Sonra o serzâkirin emr-i mânevîsiyle ona ittibaen اَلْحَمْدُ لِلَّهِ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ dediği vakit, o halka-i zikrin ve o çok geniş dairesi bulunan hatme-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın dairesinde yüz milyon اَلْحَمْدُ لِلَّهِ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp içinde اَلْحَمْدُ لِلَّهِ

sh: » (K: 106)

ile iştirâk eder ve hâkezâ... اَللَّهُ اَكْبَرْ اَللَّهُ اَكْبَرْ ve duadan sonra لآَاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ لآَاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ otuzüç defa o târikat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'ın halka-i zikrinde ve hatme-i kübrâsında o sâbık mâna ile o ihvan-ı tarîkatı nazara alıp, o halkanın serzâkiri olan Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm'a müteveccih olup اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ عَلَيْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ der, diye anladım ve hissettim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ı salâtiyenin çok ehemmiyeti var.

İkinci Mes'ele: Otuzbirinci âyetin işâretinin beyanında, يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hassası şudur ki; hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı bâkiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yâni kırılacak bir cam parçasını, bâkî elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.

Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki: Nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa sair âza vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar; öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı, zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede dercedilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbab ile yaralanmış, sair letaifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmağa çalışıyor.

Hem nasılki bir cazibedar, sefihâne ve sarhoşâne şa'şaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini ta'til ederek iştirâk ediyorlar; öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli fakat cazibeli ve elîm fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî lâtifelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.

Evet hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umûr-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer'iye var. Fakat yalnız bir ihtiyaca bi-

sh: » (K: 107)

naen, helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki; küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terkeder.

Evet insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyle ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyle o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna bir hâcât-ı hayatiyeyi, büyük bir mes'ele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acib asrın bu acib hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın tiryak-misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sâdık, fedâkâr şakirdleri mukavemet ederler. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli. Sadâkatla, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam îtimad ile ona yapışmak lâzım ki; o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve duâ ediyoruz.

* * *

(70)

Azîz, Sıddık, Sebatkâr, Metîn Kardeşlerim!

Sizin faaliyetiniz ve sebatkârane çalışmanız, Risale-i Nur dairesinin zenbereği hükmünde bizleri ve çok yerleri harekete getiriyorsunuz. Allah sizden ebeden razı olsun. Bin âmin âmin.

Size, Hizb-ül Kur'anî'den evvel gönderilen Risale-i Nur'un Vird-ül-Âzamına ilhak etmek için bir parçayı yazdık, bir parçayı da Yirmidokuzuncu Lem'ada yerini gösterdik. Benim hususî tefekküratım o neviden olduğu cihetle bana ihtar edildi, ben de yazdım.

Sâniyen: Birkaç gün evvel size gönderdiğim son mektubdaki, hayat-ı dünyeviyenin hayat-ı diniyeye galebe etmesine dair ikinci mes'elesi münâsebetiyle gâyet ince ve kaleme alınmaz bir mâna kalbe zâhir oldu. Yalnız gâyet kısa o mânaya bir işâret

sh: » (K: 108)

edeceğim. Şöyle ki:

Bu acib asrın hayatperest ehl-i dalâleti aldatan, sarhoş eden; fânilerden sûrî aldıkları zevki gayet acı ve elîm olduğunu ve ehl-i îmanın ve hidayetin aynı yerde ve o fânide bâkiyâne ve ulvî bir zevk bulunduğunu gördüm ve hissettim, fakat ifade edemiyorum.

Risale-i Nur'un müteaddid yerinde nasıl isbat etmiş ki, ehl-i dalâlet için, zaman-ı hazırdan mâadâ herşey madum ve firakların elemleriyle doludur. Ehl-i hidayet için mazi, müstakbel müştemilâtıyla mevcuddur, nurludur.

Aynen öyle de, fâniyatta, yani geçmiş muvakkat vaziyetler, ehl-i dünya için fena-yı mutlak karanlıklarında madumdur, ehl-i hidâyet için mevcuddur, diye gördüm. Çünki eski zamanda çok alâkadar olduğum zevkli veya kıymetli ve şerefli muvakkat vaziyetleri mütehassirane hatırladım, müştakane arzu ettim.

Neden bu mübarek vaziyetler mâzide kalıp fâni olsun, düşünürken, İman-ı Billâh nuru ihtar etti ki; o vaziyetler gerçi sureten fânidirler, birkaç cihette mevcuddurlar. Çünki Cenab-ı Hakk'ın bâki isimlerinin cilveleri olan o vaziyetler, dâire-i ilimde ve elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı misaliyede bâki oldukları gibi; nûr-u îmanın verdiği bâkiyane münasebet noktasında fevkazzaman bir vaziyette mevcuddurlar. Sen, o vaziyetleri çok cihetle ve çok manevî sinemalarla görebilir ve girebilirsin diye anladım. Ve dedim: "Madem Allah var, her şey var" darb-ı mesel cümlesi, bu büyük hakikatı da ifade eder. Kimin için Allah varsa, yani Allah'ını bilse, herşey mevcuddur; kim Allah'ı bilmezse, ona herşey mâdumdur, diye delâlet eder. Demek «Elemli, karanlıklı, tahassürlü bir dirhem zevki, aynı yerde yüz derece ziyade dâimî, elemsiz bir zevke, sefahetle tercih edenler, aksi maksudlarıyla aynı zevkte elîm elemleri alır.»

Sâlisen: Şahsen görmediğim ve yazıları ile çok defa görüştüğümyeni meydana çıkan Risale-i Nur'un şakirdlerinden medrese-i Nuriye olan Sava'nın veHacılarkebir gibi köylerinin hâlis şakirdleriyle hayalen çok meşgul oluyoruz.

Aydın şehri eskide Risale-i Nur'un mühim bir merkezi

* * *

sh: » (K: 109)

olmak ümidimiz vardı. O ümidim kırılmıştı. Şimdilik Aydınla Hasan(Âtıf) nâmında mümtaz kalemiyle ve isabetli dirayetiyle ve hâlis sadakatiyle,Risale-i Nur dairesinde hususan Mehmed Zühdü gibi ehemmiyetli bir rükünle el eleverip çalışmakla o kırılmış ümidimi canlandırdı.

Burada bulunan kardeşlerimizle beraber oradaki bütün Risale-i Nur talebelerineselam ve dua ve istid'a ederiz.

***

(71)

Yirmi Dokuzuncu Lem'ada ( اَللَّهُ اَكْبَرْ ) bahsinde metni bulunan ve Yirminci Mektubda kuvvetliîzah edilen ve ilim ve irade ve kudret-i İlâhîyi pek çok kuvvetli isbat eden buyazılan arabî fıkra ile beraber yine Yirmi Dokuzuncu Lem'anın İkinci Bâbının ( اَللَّهُ اَكْبَرْ ) meratibinden birinci mertebesinin yarım sahifeden sonra ( اِنْ اُسْنِدَ كُلَّ اْلاَشْيَاءِلِلْوَاحِدِ ) kelamından başlayıp, tâ ( اَلْمَرْتَبَةُالثَّانِيَة ) kadar yazıp ( اَْلاَيَتُ اْلكُبْرَى ) dan çıkan ( اَلْوِرْدُاْلاَعْظَمُ ) da ( وَحْدَه )bâbında yedinci ( لاَاِلَهَ اِلاَّ اللَّهُ ) bahsinin âhirinde ( وَفِىاْلكَثْرَةِ صُعُوبَةٌ مُنْغَلِقَةٌ ) cümlesinden sonra bir hâşiye veya metinolarak arzunuz varsa, muvafık görürseniz yazarsınız. Çünki benim hususîtefekküratımda dahildir.

 

REKLAMLAR

Web Site Tasarımı

Yönetim Panelli Website Tasarımlarınız için

0532 307 60 09

 

 

İSTATİSTİKLER

OS : Linux c
PHP : 5.3.29
MySQL : 5.7.43
Zaman : 02:09
Ön bellekleme : Etkisizleştirildi
GZIP : Etkisizleştirildi
Üyeler : 31076
İçerik : 1251
Web Bağlantıları : 2
İçerik Tıklama Görünümü : 2247605

Haberler

 

Eydirme gül yüzünü

Boyun bükmeye değmez…

Gülerken ağladığını,

Mutlu olanlar bilemez…

Saçlarına düşse de,

Yüreğine ak düşmez…

Hep gül dostum,

Bizim gibiler ölmez…