ahmetturkan.gen.tr

HAYATTAN DERSLER

  • Yazıtipi boyutunu arttır
  • Varsayılan yazıtipi boyutu
  • Yazıtipi boyutunu azaltır
Home RİSALE-İ NUR KASTAMONU LAHİKASI KASTAMONU LAHİKASI SAYFA-49 -90 ARASI

KASTAMONU LAHİKASI SAYFA-49 -90 ARASI

e-Posta Yazdır PDF

sh: » (K: 69)

(44)

ŞEFKAT YÜZÜNDEN, ESASÂT-I İSLÂMİYENİN

HARİCİNDEKİ BİD'AT VE DALALET YOLLARINA

SAPANLARI ÇEVİREN BİR HAKİKATTIR

Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan; elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmeten-lil-Âlemîn Zâtın (A.S.M.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sakam-ı kalbîdir.

Meselâ: Kâfir ve münafıkların Cehennemde yanmalarını ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve te'vile sapmak, Kur'an'ın ve edyân-ı semâviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir.

Çünki: Mâsum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârâne şefkat etmek, o bîçare hayvanlara şedid bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır.

Ve binler müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i îmanın sû'-i âkibetine ve müdhiş günahlara sevkeden adamlara şefkatkârâne tarafdar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i îmana dehşetli bir merhametsizlik ve şeni' bir gadirdir.

Risale-i Nur'da kat'iyetle isbat edilmiş ki; küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azîmdir ve rahmetin ref'ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hattâ deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki; "İstirahatımızın selbine sebeb oldular" diye rivâyet-i sahîha vardır.

O halde kâfirin azab çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkate lâyık hadsiz mâsumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman mâsumlar da yanarlar, onlara acımamak olmuyor. Fakat cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var.

Bir zaman, eski Harb-i Umumî'de, düşmanların ehl-i İslâma

sh: » (K: 70)

ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyâde olduğundan, tahammülüm hâricinde azab çekerdim.

Birden kalbime geldi ki, o maktûl mâsumlar şehîd olup velî olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup, bâki bir mal ile mübadele olur. Hattâ o mazlumlar kâfir de olsa, âhirette kendilerine göre o dünyevî âfâttan çektikleri belâlara mukabil rahmet-i İlâhiyenin hazinesinden öyle mükâfatları var ki; eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görünüp, "ya Rabbî... Şükür Elhamdülillah." diyeceklerini bildim ve kat'î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli te'sir ve elemden kurtuldum.

(45)

Te'lifinden otuzdört sene sonra, Münazarat namındaki esere bakdım!

Gördüm ki; Eski Said'in o zamandaki inkılâbdan ve o muhitten ve te'sirat-ı hariciyeden neş'et eden bir hâlet-i ruhiye ile yazdığı bu gibi eserlerinde hatîat var. O kusurat ve hatîatımdan bütün kuvvetimle istiğfar ediyorum ve o hatiattan nedamet ediyorum. Cenâb-ı Hakk'ın rahmetinden niyazım odur ki, ehl-i îmanın me'yusiyetlerini izale niyetiyle ettiği hatîat, hüsn-ü niyetine bağışlansın, afvedilsin.

Eski Said'in bu gibi eserlerinde iki esas-ı mühim hükmediyor. O iki esasın hakikatları vardır; fakat ehl-i velâyetin keşfiyatı te'vilâta ve rü'ya-yı sâdıkanın te'vile muhtaç oldukları gibi; o hiss-i kablelvuku'un dahi daha ince tâbirlere lüzumu varken, Eski Said'in o hiss-i kablelvuku' ile hissettiği o iki hakikatın te'vilsiz, tâbirsiz bir surette beyanı, kısmen kusurlu ve kısmen hilaf görünüyor.

Birinci Esas: Ehl-i îmanın me'yusiyetine karşı, "İstikbalde bir nur var" diye müjde verdiğidir. Bir hiss-i kablelvuku' ile Risale-i Nur'un istikbâlde, dehşetli bir zamanda, çok ehl-i îmanın îmanlarını takviye edip kurtarmasını hissedip; o adese

sh: » (K: 71)

ile hürriyet inkılâbındaki siyaset dairelerine bakmış; tâbirsiz, te'vilsiz tatbike çalışmış. Siyaset ve kuvvet ve kemmiyet noktasında zannetmiş. Doğru hissetmiş, fakat tam doğru diyememiş.

İkinci Esas: Eski Said, bazı dâhi siyasî insanlar ve hârika ediblerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdadı hissedip ona karşı cebhe almışlardı. O hiss-i kablelvuku' tâbir ve te'vile muhtaç iken bilmeyerek resmî, zaif ve ismî bir istibdad görüp ona karşı hücum gösteriyorlardı. Halbuki onlara dehşet veren, bir zaman sonra gelecek olan istibdadların zaif bir gölgesini asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyan etmişler. Maksad doğru, fakat hedef hatâ.

İşte Eski Said de, eski zamanda böyle acib bir istibdadı hissetmiş. Bazı âsârında, ona hücum ile beyanatı var. O müdhiş istibdâdât-ı acîbeye karşı meşruta-i meşruayı bir vasıta-i necat görüyordu. Ve hürriyet-i şer'iye, Kur'an'ın ahkâmı dairesindeki meşveretle o müdhiş musibeti def'eder diye düşünüp öylece çalışmış.

Evet zaman gösterdi ki; hürriyet-perver namını alan bir devletin, o istikbalde gelen istibdadın bir nümunesi olarak, üçyüz müstebid me'murlarıyle, üçyüz milyon Hindistan'ı üçyüz seneden beri üçyüz adam gibi kolay bağlayıp deprenmeyecek derecede istibdad altına alarak, eşedd-i zulmü âzamî bir derecede, yâni birisinin hatâsıyla binler adamı tecziye etmek olan kanun-u müstebidanesine inzibat ve adalet namını vermiş, dünyayı aldatmış, ateşe vermiş.

Münâzarat nâmındaki eserde, bazı lâtife suretinde bazı kayıdlar, hâşiyecikler bulunur. O eski zaman te'lifinde zarif-üt-tab' talebelerine bir mülâtafe nev'indedir. Çünki onlar, o dağlarda beraberinde idiler. Onlara ders suretinde beyan ediyormuş. Hem bu Münâzarat Risalesi'nin ruhu ve esası hükmünde olan, hâtimesindeki Medreset-üz-Zehrâ hakikatı ise, istikbâlde çıkacak olan Risale-i Nur'a bir beşik, bir zemin ihzar etmek idi ki; bilmediği, ihtiyarsız olarak ona sevkolunuyordu. Bir hiss-i kablelvuku' ile o nuranî hakikatı, bir maddî surette arıyordu.

sh: » (K: 72)

Sonra o hakikatın maddî ciheti dahi vücuda gelmeye başladı.

Sultan Reşad, ondokuzbin altun lirayı Van'da temeli atılan o Medreset-üz-Zehrâ'ya verdi, temel atıldı. Fakat sâbık Harb-i Umumî çıktı, geri kaldı.

Beş-altı sene sonra Ankara'ya gittim, yine o hakikata çalıştım. İkiyüz meb'ustan yüzaltmışüç meb'usun imzalarıyla, o medresemize yüzellibin banknota iblağ ederek o tahsisat kabûl edildi. Fakat binler teessüf medreseler kapandı, onlar ile uyuşamadım, yine geri kaldı. Fakat Cenâb-ı Erhamürrâhimîn o medresenin mânevî hüviyetini Isparta Vilâyetinde te'sis eyledi, Risale-i Nur'u tecessüm ettirdi. İnşâallah istikbâlde Risale-i Nur şakirdleri, o âlî hakikatın maddî suretini de te'sis etmeye muvaffak olacaklar.

Eski Said'in İttihad Terakki komitesine şiddet-i muhalefetiyle beraber, onların hükûmetine ve bilhassa orduya karşı tarafgirâne yüksek takdiratı ve iltizamları ise, bir hiss-i kablelvuku' ile yağı içinde bulunan o cemâat-ı askeriyede ve o cem'iyet-i milliyede bir milyona yakın evliya mertebesinde olan şühedayı, altı-yedi sene sonra tezahür edeceğini hissetmiş. İhtiyarsız olarak, meşrebine muhalif onlara dört sene tarafgir bulunmuş. Sâbık Harb-i Umumî çalkamasıyla o mübarek yağı alındı, yağı alınmış bir ayrana döndü. Yeni Said dahi Eski Said'e muhalefet edip mücahedesine döndü.

* * *

(46)

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Size bu defa iki parçayı gönderiyorum:

Birisi: Evvelce bir kısmını size göndermiştim. Şimdi bir ihtar-ı mânevî ile o parça hem tekmil edildi, hem ehemmiyetli olduğu bildirildi. Eski Said'in siyasetle münasebetdar eski eserlerini görenlere faidesi var; fakat bir parça mahremcedir, lâhika'ya girmeli.

İkinci parça: Mânevî bir ihtara binâen, Risale-i Nur'un hizmetine bilmeyerek zarar verebilen bazı yeni eserleri alan bir kardeşimizi bir îkaz, bir ihtardır ki; sair Risale-i Nur talebeleri

sh: » (K: 73)

vazifelerine halel vermemek için bir tenbihtir. Bu da lâhika'ya girsin.

Hulûsi-i Sâlis imzasıyla ehemmiyetli ve beni çok mesrur eden ve Küçük Lütfü'nün bir vârisi olan bir zâtın, Risale-i Nur'a kıymetdar hizmeti ve tesahubunu beyan eden bir mektubunu aldım. O zat kimdir? Ben, çok selâm ve dua ile onu tebrik ediyorum.

Gül ve Nur fabrikaları ve Mübarekler başta olarak, umum kardeşlerime birer birer selâm ediyorum. Bu memleketi tenvir eden ve Cennet kokularıyle rayihalandıran o fabrikaları, Cenâb-ı Hak muvaffak ve dâim eylesin, âmin. Biz burada onların parlak nurlarıyla ve şirin güzel kokularıyle Âlem-i Beka'nın rayihasını istişmam ediyoruz.

* * *

(47)

Risale-i Nur talebelerinin hasları olan sâhib ve vârisleri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kardeşlerime bugünlerde vuku' bulan bir hâdise münasebetiyle beyan ediyorum ki: Risalet-in-Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor. Başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat'î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risalet-in-Nur'dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risalet-in-Nur o yolu kestirir, îman-ı hakikîye îsâl eder.

Bu fakir kardeşiniz yirmi seneden evvel, kesret-i mütalâa ile bazan bir günde bir cild kitabı anlayarak mütalâa ederken; yirmi seneye yakındır ki, Kur'an ve Kur'an'dan gelen Resail-in-Nur bana kâfi geliyorlardı. Bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitabları yanımda bulundurmadım. Risalet-in-Nur çok mütenevvi hakaika dair olduğu halde, te'lifi zamanında, yirmi seneden beri ben muhtaç olmadım. Elbette siz, yirmi derece daha ziyade muhtaç olmamak lâzım gelir.

Hem madem ben sizlere kanaat ettim ve ediyorum, başkalara bakmıyorum, meşgul olmuyorum; siz dahi Risalet-in-Nur'a kanaat etmeniz lâzımdır, belki bu zamanda elzemdir.

sh: » (K: 74)

Hem şimdilik bazı ulemanın yeni eserlerinde meslek ve meşreb ayrı ve bid'atlara müsaid gittiği için, Risalet-in-Nur zındıkaya karşı hakaik-ı îmaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid'ata karşı da huruf ve hatt-ı Kur'an'ı muhafaza etmek bir vazifesi iken; has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur'aniyeyi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur'aniyeye ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimâl ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan dağda şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim. Sonra ikaz ettim. Elhamdülillâh ayıldılar. İnşâallah tamamen kurtuldular.

Ey kardeşlerim! Mesleğimiz, tecavüz değil, tedafüdür, hem tahrib değil tamirdir, hem hâkim değiliz mahkûmuz. Bize tecavüz eden hadsizdirler. Mesleklerinde elbette çok mühim ve bizim de malımız hakikatlar var. O hakikatların intişarına bize ihtiyaçları yoktur. Binler o şeyleri okur, neşreder adamları var. Biz onların yardımlarına koşmamızla, omuzumuzdaki çok ehemmiyetli vazife zedelenir ve muhafazası lâzım olan ve birer taifeye mahsus bir kısım esaslar ve âlî hakikatlar kaybolmasına vesile olur.

Meselâ: Hâdisat-ı zamaniye bahanesiyle Vehhabîlik ve Melâmîliğin bir nevine zemin ihzar etmek tarzında, yani ruhsat-ı şer'iyeyi perde yapıp eserler yazılmış. Risalet-in-Nur gerçi umuma teşmil suretiyle değil; fakat her halde hakikat-ı İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velâyet ve esas-ı takva ve esas-ı azîmet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek, bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle, hâdisatın fetvalarıyla onlar terkedilmez.

* * *

(48)

Âhirzamanda Hazret-i İsa (A.S.) nüzulüne ve Deccal'ı öldürmesine ait ehadîs-i sahîhanın manâ-yı hakikîleri anlaşılmadığından, bir kısım zâhiri ülemalar, o rivayet ve hadîslerin zâhirine bakıp şübheye düşşler; veya sıhhatini inkâr edip veya hurafevari bir mâna verip âdeta muhal bir sureti bekler bir tarzda, avâm-ı müslimîne zarar verirler.

sh: » (K: 75)

Mülhidler ise, bu gibi zâhirce akıldan çok uzak hadîsleri serrişte ederek, hakaik-ı İslâmiyeye tezyifkârâne bakıp taarruz ediyorlar. Risale-i Nur, bu gibi ehâdîs-i müteşâbihenin hakikî te'villerini Kur'an feyziyle göstermiş. Şimdilik nümune olarak bir tek misal beyan ederiz. Şöyle ki:

Hazret-i İsa (A.S.) Deccal ile mücadelesi zamanında, Hazret-i İsa onu öldüreceği vakitte, on arşın yukarıya atlayıp sonra kılıncı onun dizine yetiştirebilir derecesinde, vücudca o derece Deccal'ın heykeli Hazret-i İsa'dan büyüktür, diye meâlinde rivayet var. Demek Deccal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'dan on, belki yirmi misli yüksek kametli olmak lâzım gelir. Bu rivayetin zâhir ifadesi sırr-ı teklife ve sırr-ı imtihana münafî olduğu gibi, nev'-i beşerde câri olan âdetullaha muvafık düşmüyor.

Halbuki bu rivayeti, bu hadîsi, hâşâ muhal ve hurafe zanneden zındıkları iskât ve o zâhiri ayn-ı hakikat itikad eden; ve o hadîsin bir kısım hakikatlarını gözleri gördükleri halde daha intizar eden zâhirî hocaları dahi ikaz etmek için, o hadîsin bu zamanda da ayn-ı hakikat ve tam muvafık ve mahz-ı hak müteaddid mânalarından bir mânası çıkmıştır. Şöyle ki:

İsevîlik dini ve o dinden gelen âdât-ı müstemirresini muhafaza hesabına çalışan bir hükûmet ile, resmî ilânıyla, zulmetli pis menfaati için dinsizliğe ve bolşevizme yardım edip terviç eden diğer bir hükûmet ki, yine pis menfaati için İslâmlarda ve Asya'da dinsizliğin intişarına tarafdar olan fitnekâr ve cebbar hükûmetlerle muharebe eden evvelki hükûmetin şahs-ı mânevîsi temessül etse ve dinsizlik cereyanının bütün tarafdarları da bir şahs-ı manevîsi tecessüm eylese, üç cihetle, bu müteaddid mânaları bulunan hadîsin, bu zaman aynen bir mânasını gösteriyor. Eğer o galib hükûmet netice-i harbi kazansa, bu işarî mâna dahi bir mâna-yı sarîh derecesine çıkar. Eğer tam kazanmasa da, yine muvafık bir mâna-yı işarîdir.

Birinci Cihet: Din-i İsevî'nin hakikîsini esas tutan İsevî ruhanîlerin cemaati ve onlara karşı dinsizliği tervice başlayan cemaat tecessüm etseler, bir minare yüksekliğinde bir insanın yanında bir çocuk kadar da olamaz.

İkinci Cihet: Resmî ilânıyla, Allah'a istinad edip dinsizliği

sh: » (K: 76)

kaldıracağım, İslâmiyet'i ve İslâmları himaye edeceğim diyen bir hükûmet yüz milyon küsur iken, dörtyüz milyona yakın nüfusa hükmeden bir diğer devlete ve dörtyüz milyon nüfusa yakın ve onun müttefiki olan Çin'e ve Amerika'ya ve onlar ise zahîr ve müttefik oldukları olan bolşeviklere galibane, öldürücü darbe vuran o hükûmetteki muharib cemaatin şahs-ı mânevîsi ile, mücadele ettiği dinsizlerin ve tarafdarlarının şahs-ı manevîleri tecessüm etse, yine minare boyunda bir insana nisbeten küçük bir insanın nisbeti gibi olur. Bir rivâyette, "Deccal dünyayı zabteder" mânası; ekseriyet-i mutlaka ona tarafdar olur demektir. Şimdi de öyle oldu.

Üçüncü Cihet: Eğer Küre-i Arz'ın dört kıt'aları içinde (Hâşiye) en küçüğü olan Avrupa'nın ve bu kıt'anın da dörtte biri olmayan bir hükûmetin memleketi; ekser Asya, Afrika, Amerika, Avusturalya'ya karşı galibane harbederek Hazret-i İsa'nın vekaletini dâva eden bir devletle beraber dine istinad edip çok müstebidane olan dinsizlik cereyanlarına karşı semavî paraşütlerle muharebe ve mücadele eden o hükûmet ile ötekilerin şahs-ı manevîleri insan suretine girse; ceridelerin eskiden beri yaptıkları gibi, devletlerin kuvvetlerini ve hükûmetlerin derecelerini göstermek nev'inden o mânevî şahıslar dahi rûy-u zemin ceridesinde, bu asır sahifesinde birer insan suretinde tersim ve tasvirleri gibi temessül etseler; aynen ve tam tamına hadîs-i şerifin mu'cizane ihbar-ı gaybî nev'inden beyan ettiği hâdise-i âhirzamanın tam bir mânası çıkıyor.

Hattâ şahs-ı İsa'nın (A.S.) semavattan nüzulü işaretiyle bir mâna-yı işarîsi olarak, Hazret-i İsa'yı (A.S.) temsil ederek ve namına hareket eden bir taife dahi, şimdiye kadar işitilmemiş ve görülmemiş bir tarzda tayyarelerle, paraşütlerle semadan bir belâ-yı semavî gibi nüzûl ettiriyor; düşmanların arkasına indiriyor. Hazret-i İsa'nın nüzûlünün maddeten bir misâlini gösteriyor.

Evet, o hadîs-i şerifin ifadesiyle Hazret-i İsa'nın semavî nüzûlü kat'î olmakla beraber; mâna-yı işarîsiyle, bu hakikata da mu'cizane işaret ediyor.

Küçük Hüsrev olan Feyzi ve Emin'in sûali ve ilhahlarıyle

___________________

(Hâşiye): Avusturalya nazara alınmamış.

sh: » (K: 77)

bazı bîçarelerin îmanlarını şübehattan muhafaza niyetiyle bu mes'eleye dair yalnız bir, iki, üç satır yazmak niyet edip başlarken, ihtiyarımız haricinde olarak uzun yazdırıldı; hikmetini de anlamadık, belki bir hikmeti var diye öylece bıraktık, kusura bakmayınız. Bu fıkrada tashihe ve dikkate vakit bulamadık, müşevveş kaldı.

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ الْقُرْآنِ

(49)

Aziz Kardeşlerim ve Sıddık Arkadaşlarım!

Var olunuz, bahtiyar olunuz! Sizin pek ciddî sa'y ü gayretiniz hem burada, hem başka yerlerde şevk u gayreti uyandırıyor. Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, gittikçe Risale-i Nur'un fütuhatı ziyadeleşiyor. Ehl-i îman yaralarını hissedip, ilaçlarını ondan buluyorlar.

Hâfız Ali'nin mektubunda yazdığı iki âyetin işâretine dikkat ettik. Bizler dahi Nur fabrikasının sâhibi gibi, çok mesrur ve müferrah olduk. Fakat Risale-i Nur'a bir işâret-i gaybiyle haber veren otuzüç aded âyât شَهِدَ اللَّهُ âyetiyle hitam bulduğundan, bu yeni iki âyetin müstakil bir surette işaretlerine kapıılmadı. Hem otuzüç âyetten hangisinin tetimmesi olacak şimdilik bilinmedi. Yalnız bu kadar anlaşıldı ki,

بِاَيْدِى سَفَرَةٍ * كِرَامٍ بَرَرَةٍ fıkrası Risale-i Nur'un nâşir ve kâtiblerine mâna-yı işâri ile bakıyor. Hem يَتْلوُا صُحُفًا مُطَهَّرَةً * فِيهَا كُتُبٌ قَيِّمَةٌ fıkrası dahi, Risale-i Nur'un eczalarına ve suhuflarına ve kitablarına mâna-yı işâriyle bakıyor. Fakat cifir hesabıyla, bin üçyüz altmış (1360) küsurdan sonra bu parlak vaziyeti gösterecekler diye icmalen fehmettik.

sh: » (K: 78)

Gül fabrikasının bizlere parlak bir Gül-ü Muhammedî (A.S.M.) bahçesini hediye edecekti. Onu, bütün ruh-u cânımızla bekliyoruz.

Bu zamanda lillâhilhamd sünnet-i seniye dairesinde kemâl-i îmanı kazanan Risale-i Nur şakirdleri evliyaların, mürşidlerin nazar-ı dikkatini celbedecek vaziyeti aldığından; her zamanda bulunan hakikî mürşidler, her halde bu zamanda Risale-i Nur şakirdlerine müşteri olurlar. Birisini elde etse, yirmi mürid kadar kıymet verirler.

Hem zevkli ve cazibedar velâyet tereşşuhatı karşısında Risale-i Nur'un hizmetindeki meşakkat, mücahede, külfet bulunduğundan, Feyzi'ye hitaben beyan edilen hakikat o tarafa da faidesi olur diye leffen size gönderildi.

Umum kardeşlerime birer birer selâm ediyorum.

Feyzi kardeşim!

Sen, Isparta Vilâyetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan tam onlar gibi olmalısın. Hapishanede -Allah rahmet eylesin- mühim bir şeyh ve mürşid ve câzibedar bir Nakşî evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur'un elli-altmış şakirdleri içinde celbkârâne sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebakisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur'un yüksek, kıymetdar hizmet-i îmaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.

O şakirdlerin gayet keskin kalb basireti şöyle bir hakikatı anlamış ki:

Risale-i Nur'a hizmet ise, îmanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velayet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın îmanını kurtarmak ise, on mü'mini velâyet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevablıdır. Çünki îman, saâdet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü'mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi te'min eder. Velâyet ise, mü'minin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın îmanını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan daha sevablı bir hizmettir.

sh: » (K: 79)

İşte bu dakik sırrı, senin Isparta'lı kardeşlerin bir kısmının akılları görmese de umumun keskin kalbleri görmüş ki; benim gibi bîçâre, günahkâr bir adamın arkadaşlığını evliyalara, belki de eğer bulunsaydı, müçtehidlere dahi tercih ettiler.

Bu hakikata binaen, bu şehre bir kutub, bir Gavs-ı A'zam gelse, seni on günde velayet derecesine çıkaracağım dese, sen Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.

* * *

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حَاصِلِ ضَرْبِ حُرُوفِ مَا اَرْسَلْتُمْ لَنَا مِنَ الرَّسَائِلِ فِى عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ هذِهِ الَّيْلَةِ الرَّغَائِبِ وَ لَيْلَةِ المِعْرَاجِ وَلَيْلَةِ

الْبَرَاتِ وَلَيْلَةِ الْقَدْرِ وَ اَعْطَا كُمُ اللَّهُ بِعَدَدِهَا ثَوَابًا وَحَسَنَاتٍ آمِينَ

(50)

Azîz ve Sıddık Kardeşlerim ve Fedâkâr ve Sâdık Arkadaşlarım!

Evvelâ: Sizin, bu mübarek şuhur-u selâse ve içindeki kıymetdar leyâli-i mübarekeleri tebrik ediyoruz. Cenâb-ı Hak, herbir geceyi sizin hakkınızda birer Leyle-i Regâib ve Leyle-i Kadir kıymetinde size sevab versin, âmin.

Sâniyen: Sizin bu def'a nurlu hediyelerinizin her harfine mukabil, Cenâb-ı Erhamürrahimîn defter-i a'mâlinize bin hasene yazsın ve Âsım'ın ruhuna bin rahmet versin, âmin.

Sâlisen: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın ve Risale-i Nur'un hazinelerinin kerametli ve yaldızlı bir anahtarı olan kalem-i Hüsrevî, elhak Mu'cizat-ı Ahmediye'nin (A.S.M.) gizli güzelliğini her göze gayet parlak ve güzel gösteriyor. Cenâb-ı Hak bu kalemi, bu hizmette muvaffak ve daîm eylesin, âmin.

Mübarek Heyeti'nin büyük bir kahramanı Büyük Ali'nin

sh: » (K: 80)

sisteminde Küçük Ali'nin Mu'cizat-ı Kur'aniye'si, Mu'cizat-ı Ahmediye'nin tam mutabık bir bâki pırlanta tarzında mevki aldı. Erhamürrâhimîn her harfine mukabil yazana on sevab ihsan eylesin, âmin.

Mehmed Tahirî, Küçük Lütfü'nün hayr-ul-halefi ve Atabey'in kahramanı, bu havaliye nurlu ve güzel hediyeleri çok kıymetdardır. Rahmânirrahîm hazine-i rahmetinden ona ve pederine her hurufuna ve her kelimeye mukabil rahmet etsin, âmin.

Aydınlı Hasan Ulvi'nin kuvvetli kalemi, inşâallah merhum Âsım'ın noksan bıraktığı vazife-i nuriyeyi tekmil edecek ve o güzel kalemle Âsım'ın ve Lütfü'nün ruhlarını şâdedecek. Onun küçük hediyesi, ilerideki kıymetdar hizmetlerini ihsas ederek büyük bir mevki aldı. Allah ondan razı olsun, âmin.

Risale-i Nur'un erkân-ı mühimmesinden ve resail içinde suâlleriyle ehemmiyetli bir mevki tutan ve onunla beraber mânen yaşayan kardeşimiz Re'fet Bey'in mektubuyle ve Gül fabrikasının Gül-ü Muhammedî (A.S.M.) bahçesini yetiştiren Hüsrev'in mektubuna ayrı birer mektubla cevab yazmak isterdim; fakat şimdilik vakit müsaade etmedi.

* * *

(51)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Sizin mektublarınızdan o kadar mesrûr oldum ki, târif edemem. Hususan Hüsrev'in çok kıymetdar iki mektubunda, Hacı Hâfız'ın köyünde Risale-i Nur'un pek fevkalâde bir surette tevessüü, o iki mektubu nüsha gibi ve bir hüccet-i katıa gibi saklayıp, bu havalideki talebelere bir tâziyâne-i teşvik olarak gösteriliyor.

Risale-i Nur, Kur'an'ın bir mu'cize-i mânevîsi olduğu gibi; Hüsrev'in kalemi de, Risale-i Nur'un pek kuvvetli bir kerameti olduğunu buraca hergün tasdik ediyoruz. Hüsrev'in mektubuna karşı uzun mektub yazmak istiyorduk, arzumuza muvaffak olamadık.

Mübarekler kahramanlarından Küçük Ali'nin mektubunda

sh: » (K: 81)

bana büyük bir ümid verdi. Merhum Abdurrahman'ın elhak tam bir halefi olan kıymetdar ve mübarek büyük kardeşi olan Mustafa Hulûsi'nin, Hâfız Ahmed isminde mübarek bir mahdumu, peder ve amcaları sisteminde Risale-i Nur'a hizmet etmesi, yeniden Abdurrahman dünyaya gelmesi kadar beni müferrah etti.

Aras Atabey'de, eskide Lütfü, Zekâi gibi iki kıymetdar şakirdlerin yerlerini boş bırakmayan, Aras kahramanları olan Tahir ve Abdullah Çavuş'un Risale-i Nur'a hizmetleri, Aras hakkında endişelerimi tamamen izâle etti.

İsmail oğlu Hüseyin'in hastalığı beni müteessir etti. İnşâallah tam bir Lütfü olacak, çok da hizmet edecek. Sizlerin buraya gelen mektublarınız, kısmen tensîkla lâhika'ya dercediliyor. Size bu defa mahrem Sırr-ı اِنَّآاَعْطَيْنَا da istihrac-ı gaybîdeki mücmel hakikata dair birden kalbe ihtar edilen bir fıkra ile Tesettür Risalesi'ne hâşiye gönderiyoruz. Bu şuhur-u selâse, seksen küsur sene bir ömrü kazandırıyor. Elbette sizler gibi mücahidler, onu kazanmağa çalışacaksınız. Cenâb-ı Hak her bir gecesini sizin hakkınızda Leyle-i Mi'rac ve Leyle-i Berât ve Leyle-i Kadir kadar kıymetdar eylesin, âmin.

(52)

Azîz Kardeşlerim!

Mahrem Sırr-ı اِنَّآاَعْطَيْنَا da cifirle istihracım, aynen Münâzarât Risalesi'nde "Bir nur çıkacak ve göreceğiz" diye gaybî müjdeler gibi, ilhamî ve hak bir hakikatı, fikrimle olan tatbikatımda bir kusur vardı. O kusur, beni düşündürüyordu. Münâzarât ve Sünûhat gibi risalelerdeki müjde-i nuriye ise, Risale-i Nur tam halletti. Geniş daire-i siyasiye yerine, yüksek bir daire-i nuriye ile o kusuru izale ettiği gibi, اِنَّآاَعْطَيْنَا sırr-ı mahreminde, oniki onüç sene sonra "İslâmiyet'e darbe vuranların

sh: » (K: 82)

başlarında öyle müdhiş bir patlayış olacak ki, kıyamete kadar unutulmayacak" meâlindeki istihrac-ı cifrî çok geniş bir dairede olduğu halde, nur müjdesi sırrının aksine olarak dar bir dairede ve hususî bir hükûmette tatbik etmek suretiyle, fikrim o geniş daireyi ihâta edemeyerek o hakikatın suretini değiştirmiş.

Halbuki o istihracın gösterdiği aynı tarihte, o rejimin müessisi ve başı dünyadan göçtü, darbesini yedi. Ve aynı senede, perde altında bilinmeyen ve küre-i arzın ekserini ve nev'-i beşerin kısm-ı âzamını istibdadı altına alan bir müdhiş cereyanın düğümü ve düğmesi ve mânen binler başından bir başı ve en müdhişi olan o göçüp giden adam, tokat yediği aynı zamanda, daha sene tamam olmadan, o müdhiş cereyanın bütün başları ve tarafdarları öyle semavî müdhiş tokatlara ve şiddetli fırtınalı musibetlere tutulmaya başladılar; kıyâmete kadar azâbını çekecekler ve çekiyorlar. Ve edyân-ı semaviyeye ve İslâmiyet'e ettikleri cinayetlerin cezasını, çok geniş bir dairede gördüler ve görüyorlar.

Mimsiz medeniyetin pisliği ile dünyayı mülevves ettikleri için, aynı istihracın gösterdiği tarihte, o mimsiz medeniyetin başına da öyle bir semavî tokat indi ki, en karanlık vahşetten daha aşağı indirdi.

Elhâsıl: Sırr-ıاِنَّآاَعْطَيْنَاda çok geniş bir daire, dar bir dairede tatbik edilmiş. Nur müjdesi ise; dar ve manevî fakat yüksek bir daireyi, geniş ve maddî bir daire suretinde tasvir edilmişti. Cenâb-ı Hakk'a yüzbin şükür ediyorum ki; bu iki kusurumu, kuvvetli bir ihtar-ı manevî ile ıslah etti. يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ sırrına mazhar eyledi. اَلْحَمْدُلِلَّهِ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ اْلكَائِنَاتِ

Azîz Kardeşlerim!

Sakın bu fıkranın vasıtasıyla o sırr-ı mahremi fâş etmeyin ve o risaleyi de araştırmayın. Yalnız bu fıkrayı zararsız görseniz haslara gösterebilirsiniz.

* * *

sh: » (K: 83)

(53)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Bu def'aki mektublarınız gelmeden evvel, bir ihtar ile kendi cevabını kerametkârâne yazdırmış. Demek, mektub sahiblerinin fevkalâde sadakatları keramet derecesine çıkmış.

Kardeşlerim, mektublarınızda çok yüksek düşünce ve takdirat, binden bir hisse de benim olsa hadsiz şükrederim. Belki Risale-i Nur'un manevî şahsiyeti ve çok kesretli talebeleri içinde bilmediğimiz gayet yüksek bir makam sahibi bir zâtın te'siratı ve kumandası hissediliyor. Benim gibi bin derece uzak bir bîçârede tasavvur ediliyor. Hakkım olmadan bana verilen ziyade ehemmiyetiniz inşâallah size zararı olmaz, fakat Risale-i Nur'un hüsn-ü cereyanına zarar ihtimali var. Siz bir hakikatı hissediyorsunuz ve fevkalâde sadakat ve ihlasınız inşâallah hak görür, fakat surette bazan aldanılır. Biz, hizmetle mükellefiz. Neticeleri ve muvaffakıyet, Cenab-ı Hakk'a aittir.

* * *

(54)

(Ehemmiyetlidir)

Risale-i Nur talebelerinden bir kısım kardeşlerimin benim

haddimin çok fevkinde hüsn-ü zanlarını ve ifratlarını tadil

etmek için ihtar edilen bir muhaveredir.

Bundan kırk-elli sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (R. H.) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum:

O merhum kardeşim, evliya-i azîmeden olan Hazret-i Ziyaeddin (K. S.)nun has müridi idi. Ehl-i tarîkatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için o merhum kardeşim dedi ki: "Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u âzam gibi her şeye ıttıı var." Beni, onunla rabtetmek için çok hârika makamlarını beyan etti.

Ben de o kardeşime dedim ki: "Sen mübalâğa ediyorsun. Ben onu görsem, çok mes'elelerde ilzam edebilirim. Hem sen, benim kadar onu hakikî sevmiyorsun; çünki kâinattaki

sh: » (K: 84)

ulûmları bilir bir kutb-u âzam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin'i seversin; yâni o ünvan ile bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde açılsa ve hakikat görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtte birisine iner.

Fakat ben o zât-ı mübâreki, senin gibi pek ciddî severim, takdir ederim. Çünki Sünnet-i Seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i îmana hâlis ve te'sirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak; bil'akis daha ziyade hürmet ve takdir ile bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin'i, sen de hayalî bir Ziyaeddin'i seversin." (Hâşiye)

Benim o kardeşim insaflı ve müdakkik bir âlim olduğu için, benim nokta-i nazarımı kabul edip takdir etti.

Ey Risale-i Nur'un kıymetdar talebeleri ve benden daha bahtiyar ve fedakâr kardeşlerim!

Şahsiyetim itibariyle sizin ziyade hüsn-ü zannınız belki size zarar vermez; fakat sizin gibi hakikatbîn zâtlar vazifeye, hizmete bakıp, o noktada bakmalısınız. Perde açılsa, benim baştan aşağıya kadar kusurat ile âlûde mahiyetim görünse, sizi kardeşliğimden kaçırmamak, pişman etmemek için, şahsiyetime karşı haddimin pek fevkinde tasavvur ettiğiniz makamlara irtibatınızı bağlamayınız.

Ben size nisbeten, kardeşim; mürşidlik haddim değil. Üstad da değilim, belki ders arkadaşıyım. Ben sizin, kusuratıma karşı şefkatkârâne dua ve himmetlerinize muhtacım. Benden himmet beklemeniz değil, bana himmet etmenize istihkakım var.

Cenâb-ı Hakk'ın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymetdar ve her ehl-i îmana menfaatli bir hizmette, taksîm-ül mesaî kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı mânevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir.

_________________

(Hâşiye): Çünki sen muhabbetini ona pek pahalı satıyorsun. Verdiğin fiatın yüz def'a ziyade bir mukabil düşünüyorsun. Halbuki onun hakikî makamının fiatına, en büyük muhabbet de ucuzdur.

sh: » (K: 85)

Hem mâdem bu zamanda her şey'in fevkınde hizmet-i îmaniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem kemmiyet ise keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem muvakkat ve mütehavvil siyaset âlemleri ebedî, daimî, sabit hidemat-ı îmaniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medar da olamaz.

Risale-i Nur'un talimatı dairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz

Said Nursî

* * *

(55)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Risale-i Nur'un kahramanı olan Hüsrev'in bu def'aki iki hediye-i kudsiyesi ve kerametkârâne o iki semavî hediyenin manevî i'cazlarını gözlere de gösterir bir tarzda bu şuhur-u selâsede bizlere ve bu muhite hediye etmesi, Risale-i Nur nokta-i nazarında mu'cizane bir hizmettir. İnşâallah o Gül fabrikasının kalemi, buraları da gülistana çevirecek. Cenâb-ı Hak o kalem sahibine, yazdığı her harf-i Kur'an'a mukabil Leyle-i Kadir'deki gibi otuzbin sevab ve rahmet ve hasene versin; âmin, âmin âmin.

Elhak, Tâhiri'nin de Lemeat hediyesini pek çok kıymetdar gördük. İnşâallah bu havalide ona çok sevap kazandıracak, tam bir Lütfi'dir. Allah muvaffak eylesin.

Azîz kardeşlerim! Sadakatınızdan tereşşuh eden ve haddimin pek çok fevkinde hüsn-ü zannınıza karşı bundan evvel verdiğim cevabın bir tetimmesi olarak, bu gelecek fıkrayı iki gün evvel yazmıştık. Sizin fevkalâde sadâkat ve ulüvv-ü himmetinizden tereşşuh eden bir hafta evvelki mektubunuza karşı hüsn-ü zannınızı bir derece cerheden benim cevabımın hikmeti şudur ki:

sh: » (K: 86)

Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşey'i kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî beklenilen ve bir asır sonra gelecek (Hâşiye) zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.

Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri îmandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en azamı, îman mes'elesidir.

Fakat şimdiki umumun nazarında ve hâl-i âlem ilcaatında en mühim mes'ele, hayat ve şeriat göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç mes'eleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek nev'-i beşerdeki cârî olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, her halde en âzam mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. Tâ ki îman hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avâmın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.

Hem yirmi seneden beri tahribkârâne eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş ve metanet ve sadâkat kaybolmuş ki, ondan belki de yirmiden birisine îtimad edilmez. Bu acîb hâlâta karşı, çok fevkalâde sebat ve metanet ve sadâkat ve hamiyet-i İslâmiye lâzımdır; yoksa akîm kalır ve zarar verir.

Demek en hâlis ve en selâmetli ve en mühim ve en muvaffakıyetli hizmet, Risale-i Nur şakirdlerinin daireleri içindeki kudsî hizmettir. Her ne ise... Bu mes'ele şimdilik bu kadar yeter.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve bu eyyam-ı mübarekede dua ederiz; ve makbul dualarını, gelecek eyyam ve leyâli-i mübarekede istiyoruz.

* * *

___________________

(Hâşiye): Bu cümle Bediüzzaman Hazretleri hayatta iken, kendileri kontrol ve tashihden geçirdikleri 1958 tarihinde Ankara'da basılan (Tarihçe-i Hayat Meslek ve Meşrebi) adlı kitabının (215) ci sahifesinde mevcuddur. (Nâşir)

sh: » (K: 87)

(56)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvelâ: Sizin Leyle-i Berâtınızı ve gelecek Ramazanınızı tebrik eder ve bu gelecek Leyle-i Kadr'i hakkınızda ve hakkımızda bin aydan daha hayırlı olmasını ve defter-i a'mâlimize böyle geçmesini Cenâb-ı Hak'tan niyaz ediyoruz ve böylece, bayrama kadar اَللَّهُمَّ اجْعَلْ لَيْلَةَ قَدْرِنَا فِى هذَا الرَّمَضَانَ خَيْراً مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ لَنَا وَ لِطَلَبَةِ الرَّسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ duasını etmeye niyet ettik.

Hem sizin iki mu'cizeli Kur'an'ı bizlere bu mübarek aylarda göndermeniz, inşâallah o derece medar-ı bereket ve sevab ve hasenat ve fütuhat olacak ki; hakkımızda bu Ramazan'ın herbir günü bir Leyle-i Kadir hükmüne geçeceğini rahmet-i İlâhiyeden ümid ederiz.

Şimdiden biz tedbir ettik ki: İki Kur'an'ı, Risale-i Nur'un buradaki has talebeleri Ramazan-ı Şerif'te, herbiri her günde bir cüz'ünü sizin ile beraber okumak ile, Ramazan'ın her gününde bir hatme-i Kur'aniye olarak, manevî ve çok geniş bir mecliste, Isparta ve Kastamonu'yu ihata ederek bir dairede halka tutan Risale-i Nur talebelerinin ve o dairenin merkezinde sizler bulunmak cihetiyle Risale-i Nur şakirdlerinin etrafınızda olarak; Nakşî'de hatme-i hâcegân tarzında, fakat çok büyük bir mikyasta Risale-i Nur'un bütün şakirdleri mânen hazır ve o dairede bulunuyor niyetiyle, tasavvuru ile okunmak, o kudsî hatmeyi yapmak, Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden tevfik niyaz ederiz.

Sâniyen: Hacı Hâfız'ın Sav Köyü'nün kahraman talebelerinin fevkalâde hizmetleri, oralarda sebeb-i teşvik ve medar-ı gayret ve nümune-i imtisal olduğu gibi, bu havalide dahi onların o hârikulâde sa'y ve gayretleri, fevkalâde hüsn-ü misal ve nümune-i gayret olarak ehemmiyetli bir intibah ve iştiyâka sebebiyet vermiş. Kahraman Hüsrev'in onlara dair mektubları,

sh: » (K: 88)

mübarek nushalar gibi, tenbellik, lâkaydlık hastalıklarına mübtelâ olanlara şifa olur, ellerde gezer.

Sâlisen: Sizin buraya gelen bu kıymetdar mektublarınızı Lâhika'ya yazmışız, fakat bazı kelimeleri tayyettik. Müfritane hüsn-ü zandan gelen cümleleri tâdil ettik, gücenmeyiniz.

Râbian: İslâmköyü, Kuleönü ortasında olan ve Sıddık Sabri ve Lütfi gibi talebeleri yetiştiren Atabey Karyesi, çok def'a hâtırıma geliyordu. "Acaba bu köy neden geri kaldı, söndü?" diye düşünüp müteessir oluyordum. Fakat Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki; Tahir ve Abdullah Çavuş o endişemi tamamıyla izale ettiler, büyük bir teselli bana verdiler. Hattâ bu def'a Tâhir'in bize hediye ettiği Lem'alar ve Yedinci Şua'yı bir cild içinde cild ettikten sonra mütalâa ettim.

O Tahir'de, bir Hüsrev, bir Lütfi, bir Âsım gördüm. Cenab-ı Hak ondan ve sizlerden ebediyen râzı olsun. Onun o nüshası, burada çok iş görecek inşâallah.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ederiz. Ve bu mübarek eyyamda ve leyâlide dualarını isteriz.

Kur'an-ı Azîmüşşân ve Mu'ciz-ül Beyan'ın Hizb-ül Ekber-ül-Âzam namında, Resail-in Nuriye'nin menba'ları ve esasları olan beşyüzden fazla âyetleri yazdık. Bu Ramazan'da size göndermeye muvaffak olamadık. İnşâallah bir vakit size gönderilecek.

* * *

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللَّهِ وَ بَرَكَاتُهُ

(57)

Azîz, Sıddık Kardeşlerim!

Gavs-ı A'zam'ın فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ te'minkârâne fıkrası, şimdiye kadar Risale-i Nur'un şakirdleri hakkında ta-

sh: » (K: 89)

mamen mutabık çıktı. İnşâallah Hüsrev, Rüştü, Re'fet gibi kardeşlerimizin, bilhassa Hüsrev gibi çok metîn bir rüknün müfarakatı sureten elîm ve zararlı göründüğü halde, gayet hayırlı bir suret almasını rahmet-i İlâhiyyeden ümidvârız.

Hattâ hapsimiz musibeti, gerçi zâhirî bir azab idi, fakat hakikat noktasında hizmetimiz hakkında büyük bir inâyet ve rahmete çevrildi. Lillâhilhamd sizlerin gayretinizle o havalide çok Hüsrev'ler var, meydana çıkmağa başlamışlar. Belki çok zamandan beri mütemadiyen çalışmaktan Hüsrev'e bir istirahat verildi ve kıymetdar kalemi yerinde mübarek lisanı ve hâlisane ahvali yine kudsî hizmetini idame etmesini inâyet-i İlâhiyyeden ümidvârız. Nasılki Feyzi ve Salâhaddin'in askerliği de öyle mübarek oldu.

Kardeşlerim! Bu hâdise münasebetiyle Risale-i Nur'un tam mutabık çıkan bir ihbar-ı gaybîsini beyan ediyorum:

Hüsrev ve Hulûsi ve Rüştü ve Re'fet gibi Risale-i Nur'un çok şakirdleri, meslek-i askeriye ve bu ikinci Harb-i Umumiye'ye münasebetdar bir surette girmelerini ve İkinci bir Harb-i Umumî olacağını ve iştirâkimizi altı-yedi sene evvel haber vermiş. Çünki Yirmisekizinci Lem'a olan İkinci Keramet-i Aleviye'nin İkinci Emare'de فَيَا حَامِلَ اْلاِسْمِ bahsinde فَقَاتِلْ وَلاَ تَخْشَ beraber olsa, bin dokuzyüz kırk küsur oluyor. Allahu a'lem, o tarihte bir harb-i umumîye iştirâkimizi işaret ediyor diye haber vermiş. İşte şimdi aynı tarihtir ki, Risale-i Nur'un erkân-ı mühimmesi iştirâk ediyor.

Kardeşlerimize birer birer selâm ederiz. Hilmi, Feyzi, Nazif ve Emin sizlere selâm ve arz-ı hürmet ederler.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz

SAİD NURSÎ

 

REKLAMLAR

Web Site Tasarımı

Yönetim Panelli Website Tasarımlarınız için

0532 307 60 09

 

 

İSTATİSTİKLER

OS : Linux c
PHP : 5.3.29
MySQL : 5.7.43
Zaman : 14:21
Ön bellekleme : Etkisizleştirildi
GZIP : Etkisizleştirildi
Üyeler : 31076
İçerik : 1251
Web Bağlantıları : 2
İçerik Tıklama Görünümü : 2247345

Haberler

 

Kıymetini bilmek; Kaybedince arkasından ağlamak değil,

 

Yanındayken; Sımsıkı sarılmaktır sevdiğine….