Zeyl-ül Hubab

Cuma, 19 Nisan 2024 09:53 Ahmet Türkan
Yazdır

Zeyl-ül Hubab


بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

Öyle bir Allah'a hamd, medh ü senalar ederiz ki, şu âlem-i kebir onun icadıdır. Ve insan denilen şu küçük âlem de onun ibdaıdır. Biri inşâsı, diğeri binasıdır. Biri san'atı, diğeri sıbgasıdır. Biri nakşı, diğeri zînetidir. Biri rahmeti, diğeri nimetidir. Biri kudreti, diğeri hikmetidir. Biri azameti, diğeri rububiyetidir. Biri mahluku, diğeri masnuudur. Biri mülkü, diğeri memlûküdür. Biri mescidi, diğeri abdidir. Evet bütün bu şeyler, eczasıyla beraber Allah'ın mülkü ve malı olduğu, i'câzvari sikke ve mühürleriyle sabittir...

اَللّهُمَّ يَا قَيُّومَ اْلاَرْضِ وَ السَّمَاءِ اِنَّا نُشْهِدُكَ وَ جَمِيعَ مَصْنُوعَاتِكَ وَ جَمِيعَ خَلْقِكَ بِاَنَّكَ اَنْتَ اللّهُ لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ

وَحْدَكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ وَ نَسْتَغْفِرُكَ وَ نَتُوبُ اِلَيْكَ وَ نَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُكَ وَ رَسُولُكَ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ اَللّهُمَّ صَلِّ

وَ سَلِّمْ عَلَيْهِ كَمَا يُنَاسِبُ حُرْمَتَهُ وَ كَمَا يَلِيقُ بِرَحْمَتِكَ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

İ’lem Eyyühel-Aziz! Her kim kendisini Allah'a mal ederse, bütün eşya onun lehinde olur. Ve kim Allah'a mal olmasa, bütün eşya onun aleyhinde olur. Allah'a mal olmak ise, bütün eşyayı terk ve her şeyin ondan olduğunu ve ona rücu ettiğini bilmekle olur.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hakk'ın sana in'am ettiği vücud ile vücuda lâzım olan şeyler, temlik suretiyle değildir. Yani, senin mülkün ve malın olup istediğin gibi tasarruf etmek için verilmemiştir. Ancak o gibi nimetlerde, Allah'ın rızasına muvafık tasarruf edilebilir.

Evet bir misafir, ev sahibinin iznine ve rızasına muvafık olmayacak derecede, yemeklerde ve sair şeylerde israf edemez.

sh: » (Ms: 99)

İ’lem Eyyühel-Aziz! Gözleri küsuf tutmuş bazı adamlar, gözleri önünde vukua gelen gayr-ı mahdud hususî haşr ü neşirleri kör gözleriyle gördükleri halde, kıyamet-i kübrayı ve haşr-i umumiyeyi nasıl istiğrab ediyorlar? Acaba çiçek açıp, semere veren ağaçlarda her sene icad edilen meyvelerin haşr ü neşirlerini gördükten sonra haşr-i umumîyi istib'ad eden sıkılmaz mı? Eğer onlar şuhudî bir yakîn ile haşr-i umumîyi görmek isterlerse, -akıllarını da beraber bulundurmak şartıyla- yaz mevsiminde küre-i arz bahçesine girsinler. Acaba ağaç dallarından sallanan o tatlı, ballı, nazif, latif kudret mu'cizeleri o mahlukat-ı latife, evvelkisinin yani ölüp giden semeratın aynı veya misli değil midir?

Eğer insanlarda olduğu gibi o meyvelerde de vahdet-i ruhiye olmuş olsa idi, geçmiş ve gelen yeni meyveler birbirinin aynı olmaz mıydı? Fakat ruhları olmadığı için aralarında ayniyete yakın öyle bir misliyet vardır ki, ne aynıdır ve ne de gayr keyfiyeti gösterir. Acaba semerattaki bu vaziyeti gören haşri istib'ad edebilir mi?

Ve keza manevî asansörler ile lâzım olan erzak ve gıdalarını ağacın yüksek dallarına çıkartmakla, tebessümleriyle arz-ı dîdar eden dut ve kayısı gibi meyveleri kuru ve camid bir ağaçtan ihraç ve icad etmekle o kuru ağacı acib bir vaziyete ve hayatdar antika bir şekle koyan kudret-i ezeliyeye haşr-i umumî ağır gelir mi? Hâşâ! Bu latif, nâzik masnuatı o kuru ağaçlardan ihraç eden kudrete hiç bir şey ağır gelmez. Bu bedihî bir mes'eledir. Fakat gözleri kör olanlar göremiyorlar.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın her bir suresi, bütün Kur'anın münderecatını icmâlen ihtiva ettiği gibi, sair surelerde zikredilen makasıd ve mühim kıssaları da tazammun etmiştir. Bundaki hikmet, Kur'an'ı tamamen okumaya vakti müsaid olmayan veya ancak bir kısmını veya bir sûresini okuyabilen insanlar, Kur'anın hepsini okumaktan hasıl olan sevabdan mahrum kalmamasıdır.

Evet mükellefîn arasında bulunan ümmîler ancak bir sureyi okuyabilirler. İ’caz-ı Kur'an onları da tam sevab kazanmaktan mahrum etmemek için, bu nükte-i i'caziyeyi tâkib ederek bir sureyi tam Kur'an hükmünde kılmıştır.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Maddiyattan olmayan, bilhassa mahiyetleri mütebâyin olan bir çoklukta tasarruf eden bir zâtın, o çokluğun her birisiyle bizzât mübaşeret ve mualecesi lâzım değildir.

Evet asker neferatı arasında bir kumandanın tasarrufâtı, tanzimâtı, ancak emir ve iradesiyle husule gelir. Eğer o kumandanlık vazifeleri

sh: » (Ms:100)

ve işleri neferata havale edilirse, her bir neferin bizzât mübaşeret ve hizmetiyle veya her bir neferin bir kumandan kesilmesiyle vücud bulacaktır.

Binaenaleyh Cenab-ı Hakk'ın mahlukatındaki tasarrufu, yalnız bir emir ve irade ile olur. Bizzât mübaşereti yoktur. Şemsin kâinatı tenvir ettiği gibi.

İ’lem Eyyühel-Aziz! (*) İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir.

(*)Ehemmiyetli.

Evet hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür'atle çalıştırıyor. Arz sefinesi de, sür'atle giderken تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ âyetini okuyor. Sefine-i arz sür'atle yürürken, dünyanın gayr-ı meşru lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh o zehirli dünya oklarına bakıp el uzatma. Firakın elemi, telaki lezzetinden ağırdır.

Ey nefs-i emmarem! Sana tabi değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş; ben ancak ve ancak beni yaratıp, şems ve kamer ve arzı bana müsahhar eden Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelal'e abd olurum.

Ve keza kader muhitinde uçan tayyare-i ömre veya hayat dağları arasında açılan uhdud ve tünellerinden şimşekvâri geçen zamanın şimendiferine bindirerek, ebed-ül âbâd memleketinin iskelesi hükmünde olan kabir tünelinin kapısına sevkeden Hâlık-ı Rahman-ür Rahîm'den meded istiyorum.

Ve keza hiç bir şeyi dualarıma, istigaselerime ve niyazlarıma hedef ittihaz etmem. Ancak küre-i arzı harekete getiren felek çarklarını durdurmağa ve şems ve kamerin birleştirilmesiyle zamanın hareketini teskin ettirmeğe ve vücudun şahikalarından yuvarlanıp gelen şu dünyayı sâkin kılmağa kadir olan kudreti nihayetsiz Rabb-i Zülcelal'e dualarımı, niyazlarımı arz ve takdim ediyorum. Çünki her şeyle alâkadar âmâl ve makasıdım vardır.

Ve keza kalbime vâki olan en ince, en gizli hatıraları işittiği ve kalbimin müyul ve emellerini tatmin ettiği gibi; akıl ve hayalimin de temenni ettikleri saadet-i ebediyeyi vermeğe kadir olan Zât-ı Akdes'ten maada kimseye ibadet etmiyorum. Evet dünyayı âhirete kalbetmekle kıyameti koparan kudret muktedirdir, âciz değildir. Bir zerre o kudretin nazarında gizlenemez. Şems, büyüklüğüne güvenerek o kudretin elinden kurtulamaz. Evet onun marifetiyle elemler lezzetlere inkılab eder.

sh: » (Ms: 101)

Evet Onun mârifeti olmazsa, ulûm evhama tahavvül eder. Hikmetler illet ve belalara tebeddül eder. Vücud ademe inkılab eder. Hayat ölüme ve nurlar zulmetlere ve lezaiz günahlara tahavvül eder. Evet Onun mârifeti olmazsa, insanın ahbabı ve mal ve mülkü insana a'da ve düşman olurlar. Beka bela olur, kemal heba olur, ömür heva olur. Hayat azab olur, akıl ikab olur. Âmâl, âlâma inkılab eder.

Evet Allah'a abd ve hizmetkâr olana her şey hizmetkâr olur. Bu da, her şey Allah'ın mülk ve malı olduğuna iman ve iz'an ile olur.

Evet kudret, insanı çok dairelerle alâkadar bir vaziyette yaratmıştır. En küçük ve en hakir bir dairede, insanın eli yetişebilecek kadar insana bir ihtiyar, bir iktidar vermiştir. Ferşten arşa, ezelden ebede kadar en geniş dairelerde insanın vazifesi, yalnız duadır.

Evet قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَاؤُكُمْ âyet-i kerimesi, bu hakikatı tenvir ve isbata kâfidir. Öyle ise, çocuğun eli yetişemediği bir şeyi peder ve vâlidesinden istediği gibi; abd de, acz ve fakrıyla Rabbına iltica eder ve Hâlıkından ister.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Eşyada görünen nev'î ve ferdî vahdetler, Sâni'deki sırr-ı vahdetten neş'et etmiştir. Çünki kuvvet dağılmıyor. Bir kısmına çok, bir kısmına az sarfedilmekle kudrette, kuvvetin tecezzi ve inkısamı olmuyor. Eğer vahdet olmasa idi, kudretin yaptığı sarfiyatta tefâvüt olsa idi, masnûatta da tefavüt ve intizamsızlık olurdu. Demek kudretin vahdetle beraber masnûata yaptığı tasarrufu, şemsin tenviri gibidir ki, bir şems-i vâhid, cüz' ve küllü bilâ-tefâvüt her şeyi ziyalandırdığı gibi, tecellisiyle de her şeyin yanında mevcuddur. Binaenaleyh mümkinat dairesi efradından tavzif edilen miskin, camid, meyyit ve ism-i Nur'a mazhar Şems'te sırr-ı vahdet sayesinde bu kadar intizamlı tasarruf olursa; Şems-i Ezelî, Sultan-ı Ebedî, Kayyum-u Sermedî, Vâcib-ül Vücud, Vâhid-i Ehad'in masnûata tasarrufu nasıl olacaktır?

İ’lem Eyyühel-Aziz! Sâni'in vahdetine en sadık şahidlerden birincisi: Cüz'î ve küllî eşyalarda görünen vahdetlerdir. Çünki herhangi bir şey zerreden âleme kadar vahdet ile muttasıf ve alâkadardır. Öyle ise, Sâni'de de vahdet var. Öyle ise, Sâni' ehaddir.

İkincisi: Her şeyde kabiliyetinin liyakatına göre bir kemal-i ittikan vardır. En âdi, küçük nebatî ve hayvanî bir şeyde kör gözler bile gördükleri öyle bir antika eser-i san'at vardır ki, insanları hayrette bırakır.

sh: » (Ms: 102)

Üçüncüsü: Herşeyin icad ve inşasındaki sühulettir. Gözle görünen san'attaki sühulet isbata, delile muhtaç değildir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Küre-i arz mağazasından me'kulât ve meşrubat ve libas ve sâir ihtiyaçlarınızı temin ediyorsunuz. Parasız aldığınız bu malları İlahî hazineden almayıp birer birer esbaba yaptıracak olursanız, acaba bir nar tanesini ne kadar zamanlarda elde edip, ne kadar pahalı alacaksınız? Çünki o nar, bütün eşya ile alâkadardır. Az bir zamanda, az bir kıymetle husule gelmesi imkân haricidir. Ve aynı zamanda ondaki zînet, intizam, san'at, râyiha, tat ve koku gibi latif şeylerden anlaşılıyor ki, o nar tanesi öyle bir Sâni'in masnuudur ki, icadında külfet ve mübâşeret yoktur.

Mes'ele böyle olduğu halde, haşeratın zevk ve heveslerini tatmin için her bir noktasında bin türlü i'caz nükteleri bulunan o küre-i arz mağazasındaki eşyanın Sâni'i ya şuursuz, hissiz, iradesiz, ilimsiz, ihtiyarsız, kemalsizdir ki, bu kadar bol zîkıymet antika eşyayı parasız dağıtıyor. Bu bâtıl ihtimal, isbata muhtaç olmayan bedihî bir hakikattir. Veya o hazine sahibi o hazineyi âhirete gitmek üzere gelip muvakkaten kalan insanlara İlahî ve Rahmanî bir sofra olarak yaratmıştır. O hazine-i gaybda eşyanın icadı “Kün” emri ile bağlıdır.

Ve bütün eşyanın melekûtiyetleri santral gibi Hakîm, Kadîr, Mürîd, Alîm bir Vâcib-ül Vücud'un yed-i kudretindedir.

Maahaza o İlahî sofradaki eşya yalnız insan ve hayvanların lezzet ve zevklerinin tatmini için değildir. Her bir ferd-i müstehlikte zevilhayata ait cüz'î faidelerden başka esma-i İlahiyenin tecelliyatına ve faaliyetteki esrar ve şuûnatına ait gayr-ı mütenâhî hikmetler, gayeler vardır. Öyle ise, bu ziyafet-i âmme ve bu feyz-i âmmın bir kör kuvvetten neş'et etmesi ve bu eşyanın semerâtı sel gibi akıp ittifakı ve tesâdüfün eline havâlesi muhaldir. Çünki o eşyanın intizamlı hakîmane teşahhusatı ve şuurkârane muhkem hususiyatı kör tesadüf ve ittifakı reddediyor. Öyle de: O sofra-i rahmetteki ucuzluk ve kolaylık ve çokluk o eşyanın bir Cevvad-ı Mutlak'tan, bir Hakîm-i Mutlak'tan, bir Kadîr-i Mutlak'tan geldiğini gösteren şahidlerdir.

İ’lem ey esbaba mübtela insan! Bil ki, sebebin halkı ve sebebiyetinin takdiri ve müsebbebin vücuduna lâzım olan şeylerle techizi, kudretine nisbetle zerreler ve şemsler müsavi olan Zât'ın “Kün” emriyle müsebbebi halketmesinden daha kolay, daha ekmel, daha a'lâ değildir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Dünyada görülen bilhassa nebatî ve hayvanî hayatlarda müşahede edilen ademler, idamlar, tebeddül ve teceddüd-ü

sh: » (Ms: 103)

emsalden ibarettir. İmanlı olan kimselere göre zeval ve firakın acısı değil, yerlerine gelen emsalleriyle visalin lezzeti hasıl oluyor. Öyle ise, imana gel ki, elemden emin olasın. Kadere teslim ol ki, selâmette kalasın.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Asabiyet-i cahiliye, birbirine tesanüd edip yardım eden gaflet, dalalet, riya ve zulmetten mürekkeb bir macundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti mabud ittihaz ediyorlar. Hamiyet-i İslâmiye ise, nur-u imandan in'ikas edip dalgalanan bir ziyadır.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Ehl-i ilhad ile ve bilhassa Avrupa mukallidleriyle münazara ile iştigal edenler büyük bir tehlikeye maruzdurlar. Çünki nefisleri tezkiyesiz ve emniyetsiz olması ihtimaliyle tedricen hasımlarına mağlub olur ki, bîtarafane muhakeme denilen münsifane münazarada nefs-i emmareye emniyet edilemez. Çünki insaflı bir münazır, hayalî bir münazara sahasında, arasıra hasmının libasını giyer, ona bir dâva vekili olarak onun lehinde müdafaada bulunur. Bu vaziyetin tekrarıyla, dimağında bir tenkid lekesinin husule geleceğinden, zarar verir. Lâkin niyeti hâlis olur ve kuvvetine güvenirse, zararı yoktur. Böyle vaziyete düşen bir adamın çare-i necatı, tazarru' ve istiğfardır. Bu suretle o lekeyi izale edebilir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Bu küre-i arz misafirhanesi, insanların mülk ve malı değildir. Ancak insanlar, amele gibi o misafirhanenin çeşit çeşit işlerinde ve tezyinatında çalışırlar. Eğer küre-i arzın haricinden yabancı birisi gelip misafirhanenin bir mu'cize ve hârika olduğuna ve insanların da âciz, fakir, muhtaç olduklarına dikkat ederse, bu insanlar bu binaya sahib ve sâni' olacak bir iktidarda değildir, ancak böyle hârika bir masnuun sânii de mu'ciznüma olduğuna kat'iyetle hükmedecektir. Ve bu insanlar, o Sultan-ı Ezelî'nin makasıdına çalışan amelelerdir. Bu ameleler, aldıkları ücretlerinden maada bu binadan bir şeye mâlik ve sahib olmadıklarına tekraren hükmedecektir. Ve keza o çiçeklerin zevilhayata karşı gösterdiği teveddüdlerine ve tahabbüblerine ve tebessümlerine dikkat eden anlar ki: Bir Hakîm-i Kerim tarafından misafirlerine hizmetle muvazzaf bir takım hedaya ve behayadır ki, Sâni' ile masnu arasında bir vesile-i tearüf ve tahabbüb olsun.

Eyyühen-nefs! Sen her bir eserde müessirin azametini görmek istiyorsun; fakat, haricî olan manaları zihnî manalarda arıyorsun. Esma-i hüsnanın her birisinde bütün esmanın şuaatını görmek istiyorsun. Her bir latifenin zevkiyle bütün letaifin zevklerini zevketmek istiyorsun. Her bir hisse tâbi olan işleri ve hacetleri îfa ederken, bütün hislerinin işle

sh: » (Ms: 104)

rini beraber görmek istiyorsun. Bundan dolayı evhama maruz kalıyorsun.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Bir nimetin umumî ve herkese şamil olması, kıymetinin azlığına ve ehemmiyetsizliğine delalet etmez. Ve o nimetin bir kasd ve iradeden gelmemesine emare olamaz. Meselâ: Göz nimetinin bütün hayvanlarda bulunması, senin göze olan şiddet-i ihtiyacını tahfif etmediği gibi, gözün kıymetini tenkis etmeye de sebeb olamaz. Ve keza hususî ve tek bir nimetin tesadüfü mümkün olsa bile, umumî bir nimet behemehal bir mün'imin eser-i kasd ve iradesidir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Her bir zîhayatın hayatında gayr-ı mütenahî gayeler vardır. Bu gayelerden zîhayata ait ancak binde birdir. Bâki kalan gayeler, gayr-ı mütenahî olan mâlikiyeti nisbetinde hayatı icad eden zâta aittir. Öyle ise, büyük bir mahlukun küçük bir mahluka tekebbür etmeye hakkı yoktur. Ve hakikate nazaran abesiyet de yoktur. Çünki bir hayatın bütün faideleri, bir zîhayata ait değildir ki, abes olsun. Evet sath-ı arzda her sene yapılan ziyafet-i âmme-i İlahiye nev'-i beşere halife olduğu münasebetiyle bir ikramdır. Yoksa hepsi onun istifadesi için değildir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsanın zihnine bazan şöyle bir vesvese gelir, der: “Sen de âdi ve böcek gibi bir hayvansın. Hayvanlardan fazla ne kıymetin var? Hem de semavat ve arzı yed-i kudretine alan Hâlık-ı Zülcelal'e karşı ne meziyetin ve ne gibi bir hizmetin var ki, seninle meşgul olsun? Bu vesveseye karşı şöyle bir hakikatı düşünmek lâzım:

1- İnsan gayr-ı mütenahî acz ve fakrıyla beraber Cenab-ı Hakk'a imanıyla, kudret ve gına ve izzetine mazhar olmuştur. İşte bu mazhariyetten dolayı insan, hayvaniyetten terakki edip halife-i zemin olmuştur.

2- Cenab-ı Hak ihata-i kudret ve azemetiyle insanın duasını işitir, hacatını görür. Ve semavat ve arzın tedbiri o insanı da düşünmeye mani değildir.

Sual: Cenab-ı Hakk'ın cüz'iyat ve hasis emirler ile iştigali azametine münafîdir?

Elcevab: O iştigal, azametine münafî değildir. Bilakis, adem-i iştigali azamet-i rububiyetine bir nakîsedir. Meselâ: Şemsin ziyasından bazı şeylerin mahrum ve hariç kalması, şemse bir nakîse olur. Maahaza bütün şeffaf şeylerde görünen şemsin timsallerinin her birisi, “Şems benimdir. Şems yanımdadır. Şems bendedir.” diyebilir. Ve zerreler ile şems arasında müzahame yoktur. Bütün mahlukat -bilhassa insanlarda ferdî olsun, nev'î olsun, şerif olsun hasis olsun- ilim, irade, kudret itibariyle Cenab-ı Hakk'ın tecellisine mazhardır. Herbir şey, herbir in

sh: » (Ms: 105)

san, “Allah yanımdadır” diyebilir. Bilhassa insanın za'fı, fakrı, aczi nisbetinde Cenab-ı Hakk'ın kurbiyeti ve her bir şeyin Cenab-ı Hak'la münasebeti olmakla beraber, o da münasebetdardır. Ve gayr-ı mütenahî acz ve fakrı olan insan, gayr-ı mütenahî kudret ve gına ve azameti olan Cenab-ı Hak'la münasebeti ne kadar latiftir.

Takdis ederiz o zâtı ki, en büyük lütfu en büyük azamete, en yüksek şefkati en yüksek ceberuta idhal ettiği gibi, nihayetsiz kurbu nihayetsiz bu'd ile cem'edip, zerreler ile şemsler arasında uhuvveti tesis etmiştir. Birbirine zıd olan bu şeyleri cem'etmekle derece-i azametini bir derece göstermiştir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! İmana ait bilgilerden sonra en lâzım ve en mühim a'mal-i sâlihadır. Sâlih amel ise, maddî ve manevî hukuk-u ibada tecavüz etmemekle, hukukullahı da bihakkın îfa etmekten ibarettir. Ecnebilerden alınan maddî bilgiler, san'at ve terakkiyata ait ise, lâzımdır. Sefahete dair ise muzırdır.

اَللّهُمَّ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ وَ ارْحَمْ اُمَّةَ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَتُ وَ السَّلاَمُ وَ نَوِّرْ قُلُوبَ اُمَّةِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ

وَ السَّلاَمُ بِنُورِ اْلاِيمَانِ وَ الْقُرْآنِ وَ نَوِّرْ بُرْهَانَ الْقُرْآنِ وَ عَظِّمْ شَرِيعَةَ اْلاِسْلاَمِ آمِينَ

sh: » (Ms: 106)