Osmanlı'nın İlk Kadın Fotoğrafçıları

Cuma, 29 Mart 2024 13:46 Ahmet Türkan
Yazdır
Mütareke ve Milli Mücadele yıllarında erkeği şehit veya gazi olduğu için evin geçimini sağlamak zorunda kalan Osmanlı kadını, pazara yeni adetler de getirdi. Kadın kadına fotoğraf çekilmek gibi... Tarihçi Yard. Doç. Dr. Yavuz Selim Karakışla, Osmanlı'nın ilk Müslüman kadın fotoğrafçılarını anlattı.

23 Temmuz 1908 günü ilan edilen İkinci Meşrutiyet ile birlikte, Osmanlı toplumu kendisini büyük bir değişim sürecinin içerisinde buluvermişti. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde ve onu izleyen Mütareke ve Milli Mücadele yıllarında Osmanlı kadınlarının toplumsal hayata doğrudan katılması ve iktisadi hayatın gerçekleriyle yüz yüze kalması gündeme gelmişti. Müslüman Osmanlı kadınlarının iktisadi hayata katılımı, aslında kadın hareketlerinin değil, ekonomik ihtiyaçların dayattığı baskıların doğurduğu kaçınılmaz bir toplumsal sonuçtu.

1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edildiği zaman, Müslüman Osmanlı kadınlarının bir işte fiilen çalışması, bir iş kurması veya hayatını kurmuş olduğu bu işten kazanması, düşünmek bir kenara, hayal bile edilemezdi. Bu “olacak şey değil”di. Ancak, Birinci Dünya Savaşı Osmanlı toplumunun ekonomik ve toplumsal dengelerini altüst etmiş ve geleneksel tabuların kırılmasına olanak sağlamıştı. İşte böylesi bir ortamda, İşgal İstanbul’unda hayatını profesyonel anlamda fotoğrafçılık yaparak kazanmış iki kadın girişimciden, Naciye ve Muzaffer Hanımlardan bahsedeceğiz.
<br /><a mce_thref=View Raw Image" />
Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi: Naciye
1881 İstanbul doğumlu Naciye Hanım, genç bir subay olan İsmail Hakkı Bey’le evliydi. Balkan Harbi yenilgisi sırasında, İstanbul’a geri dönmekte güçlük çeken aile, Avusturya’ya sığınmak zorunda kalmıştı. İşte bu dokuz aylık zorunlu ikamet döneminde, zaten sanatın her dalına tutkun olan İsmail Hakkı Bey fotoğrafçılık sanatını öğrenmek şansını yakalamıştı. Daha sonra, Birinci Dünya Savaşı patlak verince, İsmail Hakkı Bey hemen Çanakkale Cephesi’nde görevlendirildi. Çanakkale Savaşları sırasında kalbinden ve kasığından ağır yaralanmış ve 1917 yılında yeniden İstanbul’a dönmek durumunda kalmıştı. Artık, malul bir subay olduğu için, gündüzleri sokağa bile çıkmaya çekiniyordu. Evi geçindirmek Naciye hanıma kalmıştı.

Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi: Naciye
İşte bu zor günlerde, oturdukları Said Paşa Konağı’nın üst katında eşinin hobi amaçlı kurduğu fotoğraf stüdyosunda İsmail Hakkı Bey’den fotoğrafçılık sanatını öğrendi. Evinin alt katındaki giriş kapısının üzerine “Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi: Naciye” yazılı bir tabela astırdı ve profesyonel fotoğrafçı olarak çalışmaya başladı. Kadın kadına fotoğraf çektirmek fikri, Müslüman Osmanlı kadınları arasında hemen büyük rağbet gördü ve kısa bir süre içinde Naciye Hanım’ın küçük stüdyosu kadın müşterilerle dolup taşmaya başladı. 1919 yılının ilk aylarında Yıldız’da bulunan Said Paşa Konağı’nın alt katında “Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi: Naciye” adıyla açılmış olan bu fotoğrafçı dükkanı, işler açılınca 1921 yılında Beyazıt’a taşındı.

Cephedeki eşe yüzü ve kolları açık fotoğraf
İkinci Meşrutiyet döneminin radikal feminist kadın dergisi Kadınlar Dünyası, 1921 yılında yayınlanmış olan 194-2 numaralı sayısında, “Hanımlar Fotoğrafçısı Naciye” adıyla kadınlar için bir fotoğrafçı dükkanı açmış olan Naciye Hanım’dan şu sözlerle bahsediyordu: “Naciye Hanım namında bir hemşiremizin kadınlara mahsus bir fotoğrafhane idare etmekte olduğunu haber aldık. Bu müteşebbis ve faal hemşiremizi takdir ve teşvik etmek borcumuzdur.”

Naciye Hanım’ın fotoğrafçılıktaki başarısı giderek kulaktan kulağa hızla yayıldı. Kurtuluş Savaşı sırasında eşlerini İstanbul’da bırakmış olan erkekler mektuplarında “Filan yerde bir kadınlar fotoğrafhanesi varmış. Orada bir resmini çektirerek bana yolla” diye yazıyorlardı. Hanımlar gelip yüzleri ve kolları açık biçimde fotoğraflarını çektirerek eşlerine yolluyordu.

Sultan Reşad'ın torunlarına fotoğraf öğretti
Naciye Hanım yalnızca profesyonel fotoğrafçılık ile yaşamını temin etmekle kalmamış, sanatını kadınlara öğretmek üzere kadın izleyicilere fotoğrafçılık dersleri de vermişti. Kızı Nedret Ekşigil’in anlattığına göre, Naciye Hanım, Sultan 5. Mehmed Reşad’ın torunlarına fotoğrafçılık dersleri vermek üzere haftanın iki günü Yıldız Sarayı’na gitmekte, hatta bazen de bu sultan hanımları Beyazıt’taki atölyesine davet ederek, karanlık odada onlarla birlikte çalışıyordu. Saraya gittiği zamanlarda, saray içinde yaşayan harem mensubu diğer kadınların da çeşitli fotoğraflarını çekiyordu. Kızı Nedret Ekşigil, anılarında stüdyoda yalnızca kadınları değil, erkek müşterileri de rahat ettirmeyi başarmış olan Naciye Hanım’ın Mütareke günlerinde başından geçmiş olan ilginç bir hikayeyi de aktarıyor:

Kadın kılığında fotoğraf çekilen adam
“Bir gün fotoğrafhaneye elinde bavuluyla genç bir adam geldi. Anneme ‘hanımefendi affedersiniz, söyleyeceklerim aramızda kalsın. Kadın kıyafetine girerek fotoğraf çektirmek istiyorum’ dedi. Adam giyindi, boyandı, süslendi. Aman Allah’ım ne kadar çok resim çektirdi. Artık annemin daimi müşterisi olmuştu. Deli olmadığını anlamıştık. Ona ‘tuhaf bir adam’ gözüyle bakardık.” Naciye Hanım’ın fotoğrafhanesi Mütareke Dönemi’nde İşgal Kuvvetleri’nde görevli bulunan Fransız subayların eşlerinin de hücumuna uğradı. Naciye Hanım ayrıca Kurtuluş Savaşı günlerinde İstanbul’da düzenlenen mitinglere katılarak buralarda fotoğraflar çekiyordu. Savaştan sonra, Naciye Hanım’ın kızı Nedret Ekşigil evlendi ve Ankara’ya taşındı. Naciye Hanım ise 11 yıldır sürdürmekte olduğu fotoğrafçılık mesleğini 1930 yılında bırakarak Ankara’ya kızının yanına taşındı. Arşivi ise yok oldu. Yaptığı işin ne denli önemli olduğunun farkında bile değildi.

Seyyar Fotoğrafçı Muzaffer Hanım
Muzaffer Hanım, seyyar fotoğrafçılığa profesyonel anlamda 1923 yılında başladı. Dönemin aktüel kadın dergisi olan Süs dergisinde yer alan “Muzaffer Hanım: Seyyar Fotoğraf” başlıklı bir habere göre, “resimciye gitmek, ihtim­al sıra beklemek, sanatkarın keyfine esir olmak, makine karşısında mum gibi dikilip durmak, bize bir angarya gelir ve bütün bu işleri yapmaya üşeniriz” diyen bütün kadınlar artık “Seyyar Fotoğraf Muzaffer Hanım”ı evlerine çağırabilecekler ve kendi istedikleri pozdaki fotoğraflarını da ona çektirebileceklerdi. Böylelikle, hem kadınların çektirecekleri resimler artık stüdyoda çekilen resimlerde olduğu gibi “kurma bebek gibi gergin, bir heykel gibi donuk bir tavır” içinde bulunmayacak, hem de kadınlar artık resim çektirmek için İstanbul’a inmek zorunda kalmayacak, “Beyoğlu’nda bir dükkana gidip yabancı erkeklerle temas etmek” durumunda olmayacak, aksine “Seyyar Fotoğraf Muzaffer Hanım”ı kendi bulundukları yere çağırabileceklerdi. Yazı şu sözlerle devam ediyordu:

Bir tecrübe ediniz
İşte bütün bu cihetleri nazar-ı dikkate alarak sanatkar Muzaffer Hanım istenilen yerlere gidip herkesin resmini kendi muhitinde çekmeyi düşünmüş, ve bunun için gazetemizin muavenet ve himayesini (destek ve korumasını) rica etmiştir. Muzaffer Hanım hakikaten sanatkar bir resimci olduğu için, mahçup olmaktan hiç korkmaksızın kadın okurlarımıza kendisini hararetle tavsiye ediyoruz. Artık bütün hanımefendiler için, İstanbul dükkanlarına kadar zahmet edip sürüklenmek, yabancı erkeklerle temas etmek rahatsızlığı kalmadı. Adi bir kartpostala gün ve saat tayin ederek adresinizi yazınız, idarehanemize gönderiniz, Muzaffer Hanım hemen gelecek, hem resimlerinin muvaffakiyeti, hem fiyatının uygunluğu ile sizi son derece memnun edecektir. Bir tecrübe ediniz.

Süs dergisinin yazarı kesinlikle haklıydı. Muzaffer Hanım gibi Müslüman bir kadın fotoğrafçının kendisini davet eden bütün kadınların bulundukları yere giderek fotoğraflarını çekmesi, Osmanlı fotoğrafçılığında yeni bir dönemin başlangıcıydı. Çünkü, Osmanlı konaklarının mahrem ortamına bir kadının fotoğrafçı olarak girebilmesi, daha önce hiç resmi çekilmemiş büyük bir kadın kitlesinin de kendi doğal ortamlarında resimlenmesi ve resim çektiren kadınlar kervanına katılması sonucunu doğuruyordu. Bu ise kadın fotoğrafçıların fotoğraf sanatını Müslüman Osmanlı toplumunun en mahrem kesimlerine, en alt katmanlarına bile taşıdıkları anlamına geliyordu.

En pahalısı Muzaffer Hanım
İtiraf etmek gerekirse, “Seyyar Fotoğraf Muzaffer Hanım”ın fiyatları o sıralarda İstanbul sokaklarını mesken tutmuş olan erkek seyyar fotoğrafçıların fiyatlarından çok daha pahalıydı. Ancak, kendisinin diğer seyyar fotoğrafçılar gibi bir sokakta müşteri beklemek yerine, ev ev kapı kapı bütün İstanbul’u karış karış dolaştığı düşünecek olursa, “tramvay ve vapur bedeli hariç olmak üzere” almakta olduğu bu fotoğraf çekim ücretlerinin pek de abartılı derecede yüksek olmadığı daha iyi anlaşılıyor. Yüksek fiyatlarına rağmen kendisine gösterilen rağbet ve talepten epeyce bunalmış olduğu anlaşılan Muzaffer Hanım, kendisini okurlarına tanıtmakta olan Süs dergisi aracılığıyla, müşterilerinin kendisini çağıran mektup ve kartpostallarında belirlemek istedikleri randevuları en az bir hafta sonrasına vermelerini rica ediyordu.

Sonuç olarak “Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi”ni açmış olan Naciye Hanım ile “ilk kadın seyyar fotoğrafçı” unvanına layık görülmüş olan Muzaffer Hanım fotoğrafçılığı Osmanlı toplumunun evlerinden çıkamayan kesimi olan Müslüman Osmanlı kadınlarına da ulaştırmayı bildiler. Bu hanımların Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nde fotoğrafçılık sanatının gelişimine yapmış oldukları önemli katkı açıktır. Fotoğraf ve fotoğrafçılığın Müslüman Osmanlı kadınlarını da kapsayacak şekilde kitleselleşmesi ve toplumun bütün kesim ve katmanlarına, yani halka mal olması...


Röportaj: Ürün Dirier