EBÛ HANÎFE (R.A.)’İN SÜNNET HASSASİYETİ

Pazartesi, 29 Nisan 2024 16:00 Ahmet Türkan
Yazdır

Dinin esasını ve seçkin sahâbelerin yolunu korumak için yaratılan, din önderlerinin en başta gelenlerinden ve sırlara vâkıf olan yakîn ehlinin en önde giden lideri, Ebû Hanîfe en-Nu‘mân (r.a.)’dir. Ebû Hanîfe (r.a.)’in sünneti koruma, dinin hükümlerini yerleştirmede benzersiz olduğuna delâlet eden kesin açıklamalardan biri tarikat pirlerinin büyüklerinden ve hakikat tahtına oturanlardan Sehl b. Abdullah-ı Tüsterî (k.s.)’un şu kerametli sözüdür: “Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ (a.s.e.)’in ümmetleri içerisinde Ebû Hanîfe (r.a.) gibi birisi bulunsaydı, onlar ne yahudi ne hristiyan olurlardı.” Ebû Hanîfe (r.a.), din ilimlerinin diriltilmesinde ve sünnetin etkinliğinin sürekli kılınmasında diğer din imâmlarının hepsinden daha etkili olmuştur. Bu hususta onlardan üstün olduğu ve onların önüne geçtiği inkâr edilemez bir gerçektir. Çünkü ondan önce daha fazîletli ve bilgili kişiler varsa da o dönemde bidatler, nefse hoş gelen şeyler ve genel olayların çokça vukuu insanlar arasında bu derece yayılmamıştı. Bu sebeple usul ve fürû bakımından ilimlerin düzenlenmesine gerek görülmemişti.

Onlar bir başka açıdan büyük bir görev yapmış olsalar da “Öncekiler sonrakilere nice şeyler bırakmışlardır” sözünde de belirtildiği gibi sonra gelenlere büyük bir fazîlet bırakmışlardı. Bütün bu anlatılanlardan, İmâm-ı Âzam (r.a.)’in İslâmî sınırları koruma gibi önemli bir konunun üzerinde titizlik gösterip gayret ettiği ve böylece istediğine ulaşan üstün nitelikli kişiler arasında yaptığı çalışmaların doğru ve olgun neticelerini ortaya koymayı başardığı ve bu tür kişiler arasında çok müstesna bir yere sahip olduğu kesin olarak anlaşılmaktadır. Çünkü dini esasından sarsmak isteyen dinsizleri, materyalistleri ve İslâm’da olmayan bidatleri ve doğru olmayan şeyleri dine dayandıran sapık fırkaların önderlerini susturup cevâp veremeyecek duruma getirerek fitne ve fesât ateşini söndüren odur.

(Yusuf el Heytemî, İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe (r.a.) Hayatından Rabbânî Esintiler, s.30-31)