ahmetturkan.gen.tr

HAYATTAN DERSLER

  • Yazıtipi boyutunu arttır
  • Varsayılan yazıtipi boyutu
  • Yazıtipi boyutunu azaltır
Home RİSALE-İ NUR BARLA LAHİKASI BARLA LAHİKASI - D

BARLA LAHİKASI - D

e-Posta Yazdır PDF
Barla Lahikası -D-

 


ONBEŞİNCİ NOTANIN ÜÇÜNCÜ MES'ELESİ


Ey insan ve ey nefsim, muhakkak bil ki: Cenâb-ı Hakk'ın sana in'âm ettiği vücudun, cismin, âzaların, malın ve hayvânâtın ibâhadır, temlik değildir. Yâni, istifaden için kendi mülkünü senin eline vermiş, istifade et diye ibâha etmiş. Senin gibi, idare etmekten hakikaten âciz ve tedbirden cidden câhil bir şahsa temlik etmemiş. Çünki, mülk olarak verse idi, idaresini sana bırakmak lâzım gelirdi.



Acaba en kolay, en zâhir ve daire-i ihtiyar ve şuurda dahil olan bir midenin idaresini yapamadığın halde; nasıl göz ve kulak gibi daire-i ihtiyar ve şuurun hâricinde idare isteyen şeylere mâlik olabilirsin?



Mâdem sana verilen hayat ve hayatın levâzımatı temlik değil, ibâhadır. Elbette ibâhanın düsturuyla hareket etmek lâzımdır. Yâni nasıl bir zât, ziyafete misafirleri dâvet eder. Onlara, meclis ziyafetindeki eşyâdan ve ziyafetten istifadeyi ibâha ediyor, temlik etmiyor. İbâha ve ziyafetin kaidesi ise, mihmandarın rızası dahilinde tasarruf etmektir. Öyle ise israf edemez, başkasına ikrâm edemez, sofradan kaldırıp başkasına sadaka veremez, dökemez, zâyi' edemez. Eğer temlik olsa idi, yapabilirdi ve kendi arzusuyla hareket edebilirdi.



Aynen bunun gibi; Cenâb-ı Hak sana ibâha suretinde verdiği hayatı intihar ile hâtime çekemezsin, gözünü çıkaramazsın ve manen gözü kör etmek demek olan gözü verenin rızası hâricinde harama sarfedemezsin... Ve hâkezâ kulağı ve dili ve bunlar gibi cihazâtı harama sarfetmekle mânen öldüremezsin. Ve eti yenilmeyen hayvanını lüzumsuz tâzib edip katledemezsin. Ve hâkezâ.



Bütün sana verilen ni'metler, bu misafirhane-i dünyanın sahibi olan Mihmandar-ı Kerîm-i zülcelâlin kavânîn-i şeriatı dairesinde tasarruf etmek gerektir.



Said Nursî



ِباسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz kardeşim Re'fet Bey!



Senin mektubunu ve kitabını memnuniyetle aldım. Gayet sevdiğim bir talebem olan Hulûsi Beyin ruhunu sizde hissettim. Seni yeni değil, Hulûsi gibi eski bir talebe olarak kabul ettim. Talebeliğin hâssası şudur ki, yazılan Sözler'e kendi malı gibi sahip olmalıdır. Kendisi te'lif etmiş ve yazmış nazarıyla bakıp neşrine ve ehil olanlara iblâğına çalışmaktır. Mâşâallah hattın güzeldir. Vakit bulursan bir kısmını yazın. Bir kısmını Husrev gibi ciddî talebeler yazar, onlardan bilâhare alır yazarsınız ve onlarla teşrîk-i mesâî edersiniz. Altı senedir Isparta'da ciddî talebelerin çıkmasına muntazırdım, bekliyordum. El-minnetü lillâh, şimdi sizin ile beraber birkaç tane çıkmağa başladı. Çünki bir talebe, yüz dosta müreccahtır. Sözler nâmındaki envâr-ı Kur'âniye ise, en mühim ibâdet olan ibâdet-i tefekküriye nev'indendir. Şu zamanda en mühim vazife, îmana hizmettir. İman saâdet-i ebediyenin anahtarıdır.



اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz
Said Nursî



ِباسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Ciddî, sıddık, dikkatli, hakikatlı kardeşim Re'fet Bey!


Cenâb-ı Hak yeni hayatınızı mübarek eylesin ve refika-i hayatınızı hayat-ı ebediyenizde, Otuz İkinci Söz'ün, Üçüncü Mevkıfının âhirlerindeki Üçüncü İşarette, refika-i hayata dair vâde ve sıfata mazhar eylesin, âmin.


Bu defaki mektubun çok güzeldir. Ardaşalarının fıkraları içerisinde "Yirmi Yedinci Mektub" içine dercedeceğim. Ara sıra yazı ile meşgul olsanız, iyi olur. İnşâallah yeni hayatınız size risalelerin hakâikına karşı yeni bir şevk uyandıracak.


Kardeşim! Sen, Husrev, Âsım nazarımda çok kıymetdarsınız. Cenâb-ı Hak sizleri ve sizin gibileri Kur'ân hizmetinde sâbit-kadem ve fedakâr ve kemâl-i sadâkatta dâim ve muvaffak eylesin, âmin.


Orada Şeyh Mustafa, Lütfü, Rüşdü gibi kardeşlerime çok selâm ediyorum.



اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى


Kardeşiniz
Said Nursî

ِباسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık, ciddî, samimî âhiret kardeşim ve hizmet-i Kur'âniye'de çalışkan bir arkadaşım Re'fet Bey!



Mektubunuz beni mesrûr etti. Biliniz ki, iki sene evvel mâbeynimizde hararetli bir uhuvvet başladı. Sonra bazı ârızalarla ileri gitmedi. Müjde şimdi ileri gidiyor. Çünki, Husrev bana yazdığı mektubunda, senden çok memnun olduğunu, Barla'dan döndükten sonra seni istediğim tarzda bana gösteriyor.



Demek tam onunla ittihad ve teşrik-i mesâi ediyorsun. Elinden geldiği kadar onunla münasebeti kuvvetleştir. Hem herbir has talebenin mühim bir vazifesi, bir çocuğa Kur'ân öğretmek olduğundan, sen bu vazifeyi yapmağa başladın. Sen birinci talebelerden olduğundan inşâallah senin çocuğun da birincilerden olacaktır. Mâdem çocuk benim de evlâd-ı mâneviyemdir; ona verdiğin ders, yarısı senin nâmına ise, yarısı da benim hesabıma olmalıdır.



Senin rü'yan ise çok mübarektir. Tâbiri pek zâhirdir. Isparta bir câmi'dir. Husrev, Re'fet, Lütfü, Rüşdü gibi zâtların samimî mütesânid hey'etin şahs-ı mânevîsi sana Said suretinde gösterilmiş. Risaleler ile verdiğiniz ders ise, va'z u nasihat suretinde gösterilmiş. Sen namazı kılmadığınızdan geç kalıp, acele ederek derse yetişmek tâbiri; Sözler'in neşri hâricinde bazı vezâif-i dîniye, hem bir parça tenbellik, sizi birincilik hakkın olan birinci dersde ikinci derecede kaldığınıza işaret edip, seni îkaz ediyor.



Her ne ise.. Ben senden şimdi çok memnunum ve oradaki kardeşlerim dahi senden çok memnundurlar. Cenâb-ı Hak bizi ve sizi tarîk-ı Hak'da, hizmet-i Kur'âniyede sebat ve metâneti versin, âmin. Kayınpederiniz Hacı İbrahim Efendiye çok selâm ile Bedreddin'e ve hemşireme çok dua ediyorum.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى


Kardeşiniz
Said Nursî

ِباسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık, gayyûr kardeşim!



Süleyman Efendi'den anladım ki, bazı hususî müşkilâta mâruz oluyorsun. Sizin gibi metin insanlara sabır tavsiyesi zâiddir. Hizmetin kudsiyeti ve o hizmetteki zevk ve gayretindeki şevk, o acı hususî müşkilâta karşı gelir ve galebe eder tahmin ediyorum. Mümkün olduğu kadar aldırmamalısın. Kıymettar, kusursuz bir malın dükkâncısı müşterilere yalvarmaya muhtaç değil. Müşterinin aklı varsa o yalvarsın. خَيْرُ اْلاُمُورِ اَحْمَزُهَا sırrınca azim hayırların müşkilâtı çok oluyor. Müşkilât çoğaldıkça ehl-i himmet fütur değil, gayret ve sebatını ziyadeleştirir. İnşâallah siz de öyle metîn ve sebatkârlardansınız.


اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz
Said Nursî



بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık kardeşim Re'fet Bey,



Mâşâallah şimdi siz ümid ettiğim tarzda risaleleri tâkib ediyorsunuz ve yazıyorsunuz. Senin gibilerin az sa'yi dahi çok hükmündedir. Çünki, çoklar size itimad edip, sizi taklid eder. Sizin gibi ciddî kardeşleri, bu gurbet memleketinde bulduğumdan, burası benim için hakikî bir vatan hükmüne geçti, hakikî vatanımı unutturdu. Yazılan eserlerin yüksekliği, me'haz ve mâden-i kudsîleri olan Kur'ân'dan sonra sizler gibi muhatabların ciddî iştiyakları ve tam tefehhümleridir. Siz beni bulduğunuzdan bir şükretseniz, ben sizi bulduğumdan dolayı bin şükrediyorum.



Mektubunda İsm-i A'zamı suâl ediyorsun. İsm-i A'zam gizlidir. Ömürde ecel, Ramazanda Leyle-i Kadir gibi, esmâda İsm-i Âzamın istitarı mühim hikmeti var. Kendi nokta-i nazarımda hakikî ism-i âzam gizlidir, havassa bildirilir. Fakat her ismin de azamî bir mertebesi var ki, o mertebe ism-i Âzam hükmüne geçiyor. Evliyâların İsm-i Âzamı ayrı ayrı bulması bu sırdandır. Hazret-i Ali'nin (R.A.) Ercûze nâmında bir kasidesi Mecmuatü'l-Ahzab'da var. İsm-i âzamı altı isimde zikrediyor. İmam-ı Gazâlî onu Cünnetü'l-Esmâ nâmındaki risalesinde, Hazret-i Ali'nin zikrettiği ve ism-i âzamın muhîti olan o esmâ-yı sitteyi şerh ve hâssalarını beyân etmiştir. O altı isim de فَرْدٌ* حَىٌّ * قَيُّومٌ * حَكَمٌ* عَدْلٌ* قُدُّوسٌ dür.



Kerâmet-i gaybiyenin ikinci parçasını tasshih ederek, bir parça daha ilâve ettik, gönderdim.

Bedreddin'in sür'atle ileri gitmesi, Kur'ân-ı Hakîm'in feyz-i kerâmetindendir. Cenâb-ı hak muvaffak etsin.


Hacı İbrahim Efendi'ye bilhassa selâm ediyorum. Lütfü, Rüşdü, Hâfız Ahmed, Sezâi Efendilere selam ediyoruz. Âhiret hemşireme de dua ediyorum. Senin bu defaki mektubun bir parçası Mektubat içine dercedildi.


اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz
Said Nursî



بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık kardeşim ve hizmet-i Kur'âniyede hakikatlı bir arkadaşım Re'fet Bey!



Bu def'a istinsah ettiğiniz risaleler, çok güzel olmuştur. Senin gayret ve samimiyet ve ciddiyetini bana gösterdiler ve Re'fet tenbel değildir, isbat ettiler. Onları tashih edip göndermiştim. Sonra işittim ki, getiren adam İslâmköyü'nde bırakmış. Otuz Birinci Mektub'un Üçüncü, Dördüncü Lem'alarını yazmağa vakit bulamadım. Korkuyorum ki onların da اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّهِ sırrı gibi, mevsimi geçerek sonra güzel yazılmamış olsun. İnşâallah sizlerin iştiyâkı beni çalıştıracak. Fakat bu şuhûr-u selâse çok kıymettardır; leyle-i Kadrin sırrıyla seksen sene bir ömrü kazandıracak bir vakitte, en iyi, en efdal şeylerle meşgul olmak lâzım geliyor. İnşâallah Kur'ân'a ait mesâille iştigal, bir nevi mânevî mütefekkirane Kur'ân okumak hükmündedir. Hem ibâdet, hem ilim, hem ma'rifet, hem tefekkür, hem kırâet-i Kur'ân mânaları risalelerin istinsah ve mütalâalarında vardır îtikadındayız. Zaten bu ciheti siz takdir etmişsiniz.



Mu'cizat-ı Ahmediye'yi sizin için yazdırdım, tekmil oldu. Fakat başka bir nüsha ona göre yazdırmak lâzım olduğu için muvakkaten burada kalacak. Senin mektubunda Hafız Sezâi bizimle ciddî alâkadar olduğunu gösteriyor. Ben bir zaman idi, Ağroslu Zekâi gibi samimî, hararetli Isparta'da yeni bir kardeşimiz bulunacak, vicdânen hissediyordum. İnşâallah bu Sezâi, o olacak. Ben onu işittiğim vakit, hissettiğim şahıs tevehhüm ettim. Eğer tasavvurum gibi ise zaten iyi, olmasa öyle olmağa çalışsın. Eğer Zekâi nasıl adamdır merak ederse, Yirmi Yedinci Mektub'un fıkralarında Zekâi'nin mahiyetini ve ne derece samimî olduğunu gösterir fıkraları var, baksın.



Kayınpederin Hacı İbrahim Efendi'ye çok selâm ediyorum. O zâtı ciddî bir âhiret kardeşi telâkki etmişim. İnşâallah senin bu yeni gayret ve sa'yinden o da hissedardır.



Bedreddin'in küçüklüğüyle beraber, büyük talebeler dairesine dâhil etmişim. O, küçüklerin büyüğüdür. Ve inşâallah Cenâb-ı Hak onun emsâlini çoğaltsın. Bedreddin'in vâlidesine duâ ediyorum. Elbette Bedreddin'in hüsn-ü terbiyesinde en mühim hisse onundur. Çünki, onun en birinci üstadı odur.



Bekir Ağa, Lütfü Efendi, Hafız Ahmed, Sezâi gibi kardeşlere selâm ediyorum.


اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى



Kardeşiniz
Sâid Nursî


بِسْمِ مَنْ تُسَبِّحُ لَهُ السَّموَاتُ السَّبْعُ وَ ْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık kardeşim!



Evvelâ: Bu yeni hâdisenin mahiyetini merak etmişsiniz, oraya gelen iki uzun mektup mahiyetini gösteriyor.

وَمَنْ اَظْلَمُ ِممَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّهِ اَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ âyeti o hâdiseye sebebiyet verenlerin başına sâika gibi iniyor ve inecek. Fakat bir acûlüz. Her şeyin bir vakt-i muayyenesi var. فَضُرِبَ بَيْنَهُمْ بِسُورٍ لَهُ بَابٌ بَاطِنُهُ فِيهِ الرَّحْمَةُ وَظَاهِرُهُ مِنْ قِبَلِهِ الْعَذَابُ âyetine mâsadak olarak bu hâdise bize karşı vech-i merhametle bakıyor. Mülhidlere karşı olan vecih, azab ve kahr ile nazar ediyor. Her ne ise... Cennet ucuz olmadığı gibi Cehennem de lüzumsuz değildir.



Sâniyen: Bedreddin'i burada dinlemek arzu ediyordum, vakit müsaade etmedi. Ben mânen orada hayâlen dinliyorum. İnşâallah evladlık mertebesinden talebelik mertebesine gidiyor.



Sâlisen: Benim kendi hattımla mektup istiyorsun. Bir dudaksız dama, lâmbayı üfle söndür demişler. Demiş, en zahmetli işi bana gösteriyorsunuz, yapmayacağım.



Belî, Cenâb-ı Hak bana hüsn-ü hat vermemiş, hem bir satır yazmak bana büyük bir iş gibi usanç veriyor. Eskiden beri diyordum: Yâ Rabbi! Ben o kadar muhtaç iken ve nazmı severken, bu iki nimet bana verilmedi, diye teşekki değil, tefekkür ediyordum. Sonra bana kat'î tebeyyün etti ki, şiir ve hat bana verilmemekte, büyük bir ihsân imiş.



Hem o hatt'a ihtiyacımı sizin gibi kalem kahramanlarının muavenetleri te'min ediyor. Hatt bilse idim, hatt'a itimad edip, mesâil ruhda kararlayarak nakşedilmeyecekti. Eskiden hangi ilme başladım, hattım olmadığı için ruhuma yazardım. Fevkalâde bir meleke ihsân edildi.



Şiir ise, çendan kıymettar, şirin bir vasıta-yı ifâdedir. Fakat şiirde hayâl hükmettiği için, hakikata karışır, hakikatların suretini değiştirir. Bazan hakikat birbirine geçer. Hâlis hak ve mahz-ı hakikat olan Kur'ân-ı Hakîm'in hizmetinde, istikbalde bulunacağımız mukadder olduğundan, Kader-i İlâhî bir inâyet olarak bize şiir kapısını açmadı. وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ sırrı buna bakar. İşte kendi hattıma mukabil, sana iki nükte söyledim. İnşâallah başka bir vakit senin hâtırın için büyük zahmet çekip birkaç satır yazacağım. Gâlib Beyin iki eli var; sağ elini bana vermiş, benim hesabıma yazıyor, sol eli de kendine kalmış. Bu mektub o iki el ile yazılmıştır. Hâzır Mes'ud, Gâlib ve Süleyman Efendiler, Mustafa Çavuş, Abdullah Çavuş selâm ediyorlar. Ben de başta Husrev, Bekir Bey umum kardeşlerimize selâm ediyorum. Bilhassa kayınpederiniz Hacı İbrahim Beye ve muhtereme hemşireme ve mübarek Bedreddin'e çok dua ediyorum.



اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz
Said Nursî



Aziz, sıddık, müdakkik âhiret kardeşim, hizmet-i Kur'âniyede arkadaşım!


Evvelâ: Mektubunuzda, benim her mektubumun başında

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ yazılmasının hikmetini soruyorsunuz. Bunun hikmeti şudur ki: Kur'ân-ı Hakîm'in hazâin-i kudsiyesine, bana açılan en birinci kapı o olduğudur. En evvel hakâik-ı âliye-i Kur'âniyeden, şu âyetin hakikatı bana zâhir olmuş ve ekser risalelerde, o hakikat sereyan etmiştir.



Hem bir hikmeti şudur ki; itimad ettiğim mühim üstadlarımın, mektublarının başlarında istimal etmeleridir.



Hem mektubunuzda "yedi kebâir" i soruyorsunuz. Kebâir çoktur, fakat ekberü'l-kebâir ve mûbikat-ı seb'a tâbir edilen günahlar yedidir: "Katl, zina, şarab, ukûk-ı vâlideyn (yani kat'-ı sılâ-yı rahm), kumar, yalancı şehâdetlik, dine zarar verecek bid'alara taraftar olmak"tır.

Sâniyen: Bu yaz mevsiminde hakâik-ı Kur'âniyeye nisbeten, meyveler hükmünde tevâfukata dair, hurufat-ı Kur'âniyenin nüktelerini beyan ediyorduk. Şimdi mevsim değişmiş, huruftan ziyade hakâika ihtiyaç vardır. Gelecek yaza kadar muvakkaten, o kapıyı ihtiyarımızla çalmayacağız. Fakat o hurufa ait beyânat ne derece hak olduğunu, Mevlânâ Câmî'nin Divanıyla kardeşlerimle tefe'ül ettik. Dedik, yâ Câmî! Bu hurufât-ı Kur'âniyeye dair beyan ettiğimiz nüktelere ne dersin? Bir fâtiha okuyup falı açtık. İşte başta fal şu geldi:

جَامِى اَزْ خَطِّ خُو شَشْ َاكْ مَكُنْ لَوْحِ ضَمِيرْ

كِينْ نَه حَرْ فِيسْتْ كِه اَزْ صَفْحَهءِ اِدْرَاكْ رَوَدْ



Yâni, "Bu huruf öyle harf değildir ki, akıl ve idrâk sahifesinden gitsin. Öyle kudsî harf, öyle güzel şirin hat, daima kalbimin sahifelerinde yazılmalı, silinmemeli." Acîbdir ki, bütün Divanında bu fala benzer meâlde yazı göremedik. Demek bu fal, Hazret-i Câmî'nin kerâmetinden bir nebze oldu.



Sâlisen: Bedreddin inşâallah bizlere hakikî bir hayrü'l-halef olur. Allah muvaffak etsin. Kayınpederinize ve hemşireme ve Bedreddin'e dua ediyorum. Kardeşim Re'fet Bey'i daha ziyade gayrete getirdikleri için onlara minnettârım. Kardeşleriniz Husrev ve Bekir Ağa, Lütfü, Rüşdü, Hafız Ahmed, Tenekeci Mehmed, Sezâi gibi ihvâna selâm ediyorum.



اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى



Kardeşiniz
Said


Mu'cizat-ı Ahmediye'yi (A.S.M.), sana güzel ve tevafuklu bir tarzda yazdırdım. Husrev kerâmetli kalemiyle, bana yazdığı gayet kıymettar bir nüshayı, aynen ve tam tamına muvafık gelmek şartıyla size yazdırıldı, yakında göndereceğim. Yanınızda yeni yazılan İ'caz-ı Kur'âniye gibi, bana bir nüsha lâzımdır. Fakat Hafız'ın kalemi oradaki mevcud tevâfuku tamamen muhafaza edememiş. Tevâfukçu Husrev'in taht-ı nezâretinde, mâbeyninizde taksim edip, bana yadigâr bir İ'câz-ı Kur'ânîyi, müştereken yazsanız çok iyi olur.


(14 Şevval 1352, Kânun-u sânî 1394) (*)


بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık, müdakkik âhiret kârdeşim ve mütefekkir ve hakikatlı arkadaşım Re'fet Bey!

Evvelâ: Mektubunuzda Risale-i Nur'un mizanlarını her okudukça, daha ziyade istifade ettiğinizi yazıyorsunuz. Evet kardeşim, o risaleler Kur'ân'dan alındığı için kût ve gıda hükmündedir.


Her gün ihtiyaç gıdaya hissedildiği gibi, her vakit bu gıdâ-yı ruhânîye ihtiyaç hissedilir. Senin gibi ruhu inkişaf edip, kalbi intibaha gelen zâtlar okumaktan usanmaz. Bu Kur'ânî risaleler, sâir risaleler gibi tefekküh nev'inden değil ki, usanç versin. Belki tegaddîdir.


Sâniyen: Gavs-ı A'zam gibi, memâttan sonra hayat-ı Hızırîye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyâlar vardır. Gavs'ın hususî ism-i âzamı, "Yâ Hayy" olduğu sırrıyla, sâir ehl-i kubûrdan fazla hayata mazhar olduğu gibi, gayet meşhur "Mâruf-ı Kerhî" denilen bir kutb-u âzam ve Şeyh Hayâtü'l-Harrânî denilen bir kutb-ı azîm, Hazret-i Gavs'dan sonra mematları hayatları gibidir. Beyne'l-evliya meşhur olmuştur.


Sâlisen: Tenekeci Mehmed Efendi'nin hıfz-ı Kur'âna çalışmak niyeti çok mübarektir. Cenâb-ı Hak onu muvaffak etsin. Elimizden geldiği kadar dua ile yardım edeceğiz. Kur'ân-ı Azîmüşşân'ın herbir harfinin ekalli on hasene olmakla beraber; tekerrür ettikçe ve mübarek vakitlere rasgeldikçe ve melek ve sâir zîşuur ruhânîler kırâetini dinledikçe herbir harfi öyle bir çekirdek olur ki, hasenât cihetinden öyle bir mânevî sümbül teşekkül eder ki; o sümbülün taneleri, tekellüm vaktinde ağızdan çıkan bir kelimenin havanın dalgalarının âyinelerinde temessül eden milyonlarca, o kelime gibi kelimelerin adedine belki müsâvi gelir. Böyle herbir harfi bir hazine-i ebediyenin bir anahtarı olabilir, bir kudsî kelâmı kalbinde yazmak, ne kadar mukaddes bir hizmet olduğu âşikârdır. İnşâallah Bedreddin çoklara bir hüsn-ü misâl olacaktır, daha çoklarını hıfz-ı Kur'ân'a sevkedecektir.


Başta Bedreddin, kayınpederin Hacı İbrahim ve âhiret hemşirem olarak ihvanınızın bayramını tebrik ve selâm ve duâ ediyorum. Babacan orada ise ona çok selâm ediyorum.


اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى



Kardeşiniz
Said Nursî




(5 Şubat 1934)


ِباسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık, müdakkik, müştak kardeşim Re'fet Bey!



Sen benimle ne kadar konuşmayı arzu ediyorsan, belki ondan ziyade ben arzu ediyorum. Fakat maatteessüf müteaddid esbab tahtında sıkıntılı bir vaziyetteyim. Hattâ bir iki saatte bulduğum bir fırsat, yedi-sekiz mektubu yazmaya çalışıyorum. Ara sıra benim yanıma gelen Gâlib dahi men'edildi. Yalnız bîçâre Şamlı kaldı, o da her vakit gelemiyor.



Hem bu yılanları yaralandırıp bize canavarcasına saldırıyorlar. Her fırsattan sıkıntı vermeye çalışıyorlar. Zaten ben meb'uslardan hayır beklemiyordum. Bunlara iliştiler, kaldırmadılar, bütün bütün düşman ettiler. İşte maatteessüf, bunlar dünyayı hâtırıma getirdikleri için, tulûât-ı kalbiye tevakkuf ediyor. Başlarını yesin, bu ehl-i dünyanın dünyasını düşünmek bana zehir oluyor. Ben dünyanıza karışmıyorum, buna mukabil o pis dünyanızı bana düşündürmeyiniz, dediğim halde olamıyor. Ben de Cenâb-ı Hakk'a niyaz ettim ki, bana kuvvetli bir sabır, bir tecrid-i zihin ihsân etsin ki, düşünmeyeyim. Lillâhilhamd kalbime bu esas geldi ki: "Bu hizmet-i Kur'âniyede başa ne gelirse gelsin, hattâ her günde birer başım olsa da kesilse, yine o hizmetin kudsiyetindeki lezzet-i ruhaniye mukabil geliyor ve kâfidir" diye kemâl-i teslim ile kazâya rıza, kadere teslim ve Cenâb-ı Hakk'a tefvîz-i umûr düsturunu rehber ittihaz ettim.



Nuh'a yazdığım gibi size de diyorum ki: Eskide bir zât, haksız bir mesleği hak zannederek, ondan aldığı bir muhabbet ile, diri iken derisinin soyulduğuna tahammül ederek, kahramanâne bir tavır gösterdiği gibi, acaba ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat ve bütün envâr-ı hakâikın menba' ve mâdeni olan hakikat-ı Kur'âniyeye hizmetimizdeki kudsî lezzet, bu mülhidlerin muvakkat, ehemmiyetsiz iz'açlarına ve kalbimizde açtıkları yaralara tiryak ve merhem olamaz mı? Elbette olur ve olmuş ve oluyor.



Sâniyen: Yemen imamı olan Zeydîler Seyyidi hakkındaki suâliniz hakikaten ehemmiyetli ve yümünlüdür. Fakat meymenetsiz bir zamana rasgeldi. Hem zihnim kapalı, hem hal müsaid değil, hem ve hem... Yalnız bu kadar var ki, meşhir "İmam-ı zeyd" Sâdât-ı Azîmeden ve Eimme-i Âl-i Beyttendir. Ve müfrit Şîaları reddeden ve اِذْهَبُوا اَنْتُمُ الرَّوَافِضُ deyip Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer'den teberrîyi kabul etmeyen ve o iki halife-i zîşânı hürmek edip kabul eden bir zattır. Onun etba'ları, şîaların en mu'tedili ve en sünnîsidir. Bunlar hem ehl-i insaf ve ham çabuk hakkı kabul eder bir taifedir. İnşâallah Vehhâbîlerin tarhibatını tâmire sebeb oldukları gibi Ehl-i Sünnet ve Cemâattan, Zeydîlerin inhirafları dahi istikamet kesb edip, ehl-i Sünnete iltihak edip imtizaç edecekler. Bu âhirzaman çok çalkalanıyor, bu fitne-i âhirzaman acîb şeyler doğuracağını ihsâs ediyor.



Risalelerle alâkadar arkadaşlara selâm ve Bedreddin ve hemşireme ve Hacı İbrahim'e dua ediyorum.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz
Said Nursî




(15 Şubat 1934)

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ


Aziz, sıddık, dikkatli kardeşim Re'fet Bey!



Evvelâ: Onuncu Söz'ün Birinci İşareti'nin âhirinde, "Evet, bir şeyden her şey'i yapmak ve her şey'i bir tek şey yapmak her şey'in Hâlikına has bir iştir." Şu cümle hem Yirmi İkinci Söz'ün Lem'alarında, hem Otuzüçüncü Mektubun pencerelerinde, hem Yirminci Mektubun on bir kelimelerinde îzah ve isbat edilmiştir. Buradaki külliyet nisbî ve örfîdir. "Bir şey'den her şey'i yapmak" taki murad, bütün dünyanın mevcudatını bir şeyden yapmak ve îcad etmek değildir. Belki ondaki murad; bir şeyden yâni bir katre sudan, bir insanın, bir hayvanın her şey'ini, her eczâsını, herbir cihâzâtını halkediyor ve bir şey olan topraktan nebâtât ve hayvânâtın herbir şeylerini ondan halkeder demektir. Hem "her şey'i bir tek şey yapmak" cümlesindeki külliyet mukayyettir, nisbîdir. Yani insanın yediği her nev' taamdan o insanda basit bir cild ve bir kan ve bir et ve hâkezâ...



Elhâsıl: Bu külliyetten maksad odur ki; bir şey'i çok muhtelif eşyaya çevirmek ve birçok muhtelif eşyayı da bir tek şey yapmak, ancak Hâlik-ı Küll-i Şey'e mahsustur.



Sâniyen: Minhâcü's-Sünne'yi kendi hattınla yazdığına, çok memnun oldum. Senin kalemin merhum Abdurrahman'ın kalemi gibi bana şirin geliyor.



Sâlisen: Tenekeci Mehmed Efendinin hıfza başlaması mübarektir. Allah muvaffak etsin. Biz ona duâ ile yardım ediyoruz. O da okudukça bize dua ile yardım etsin. Bedreddin'e ve vâlidesine ve ceddine dua ediyorum. Sezâi Bey benim nazarımda Isparta'nın bir Zekâisidir. Ben de onu görmek istiyorum. Fakat şimdi maddeten, mânen kıştır. Zaten sizlere demiştim ki, Said'in şahsının ehemmiyeti yoktur ki, sohbetine arzu edilsin. Üstadınız olan Said ise, her bir risaleyi açtıkça onunla sohbet edersiniz. Âhiret kardeşiniz olan Said ise, her sabah akşam dergâh-ı İlâhîde dua vasıtasıyla sizinle beraberdir. sezâi Bey, üstadını, kardeşini istediği vakit görebilir. تَسْمَعُ بِالْمُعَيْدِىِّ خَيْرٌ مِنْ اَنْ تَرَاهُ kaidesiyle işitmesi görmekten çok evlâ olan şahs-ı Said'i görenler bazı pişman olur, keşki görmeseydim der. Bu, davula benziyor, uzaktan sesi iyi geliyor, yakında boş görünüyor.
Başta Husrev, Bekir bey, Rüşdü, Hafız Ahmed, Sezâi, Keçeci Şeyh Mustafa, Tenekeci Mehmed Efendi gibi has kardeşlerinize selâm ve dua ediyorum.


اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى



Kardeşiniz
Said Nursî



بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz kardeşim Re'fet Bey!



Bu sabah namazdan sonra başımı çevirdim, Re'fet Beyi gördüm zannettim. Geceleyin bir torba bal ve içinde dolu altın, mübarek bir talebeme veriyordum. Arkamdaki zât demek Re'fet Beyin kalb ve ruhunu taşıyor. Hem dellâlı olduğum hazinenin en kıymettar, en tatlı şey'i bizim vasıtamızla satın almak istiyor. Sonra gördüm ki, senin ikinci bir nüshandır (yani Seynahî'dir.)



O rü'yada ikiniz hissedarsınız, paylaşırsınız, her ne ise... Sizin bu def'a yazdığınız Söz ziyade hoşuma gittiği için, evvelce sana dediğim gibi, başka hatlara nisbeten senin hattın gözüme eski dost göründüğünün sırrını anladım ki, merhum birâderzâdem Abdurrahman'ın hattına benziyor. Bu hat kendini göstermeli. İştiyâkın oldukça böyle intihab ettiğin risaleleri yazsanız mübarek olur.



Hulûsi, Abdurrahman'ın yerine çendan geçmiş. Şu yazı müşâbeheti bana müjde ediyor ki, bir Abdurrahman Re'fet'ten de çıkacak. Mürekkeb hakkında düşündüğün iyidir. Elde gezecek, güzel olmak şartıyla sabit olsun. Kendinize yazdığınız parlak olsun. Çünki, mütalâaya iştiyâk ve iştihâyı açar.



Yeni Sözler ile alâkadarlık edenlere, evvelki üç Hafız ile mutaf Hafız Mahmud Efendi'ye selâm, hem dua ediyorum. Sebat etsinler; onları kardaş dairesine dâhil etmişim, talebe dairesine girmeye çalışsınlar. Siz kimi intihab etseniz benim de kabulümdür. Hoca ismail Hakkı Efendi'ye çok selâm ve duâ ediyorum. Mâdem az adam ile konuşan İşârâtü'l-İ'caz onunla hayli konuşmuş, ben de o zâtı ale'r-re's-i vel'ayn kabul ediyorum. İşârâtü'l-İ'caz ile iktifâ etmesin. İşârâtü'l-İ'cazı tefsir eden ve hakâikını aydınlattıran ve göz görür derecesinde gösteren Sözler'i, Mektublar'ı okusun. Hususan Yirmi Beşinci, Yirmi Altıncı Sözleri, Yirminci ve Otuz Üçüncü Mektubları gibi intihab ettiği risaleleri de okusun. Başta Bekir ve Husrev kardaşlarıma selâm ve duâ ederim ve dualarını isterim.



Vehhâbî mes'elesi dünkü gün elime geçti, baktım sana göndermek ruhum istedi. Başka bir surette Re'fet kendi geldi, kendi kitabını kendine götürdü.



اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Said Nursî




Senin ve Husrev'in yazıları beni hiç yormuyor. Çünkü yanlışları azdır. Fakat başkalar, bir def'a kendileri tashih etmeden bana geliyor. Hâfızama itimad edip, yalnız tashih edip yoruluyorum. Sâirlerin yazdıklarını sizler mukabele edip, ba'dehu bana gönderseniz daha iyi olur.

ِباسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık, gayyûr, ciddî kardeşlerim Re'fet Bey, Husrev Efendi!



Sizler çokların medar-ı intibahı oldunuz ve hüsn-ü misâl oldunuz. اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ sırrınca vasıtanızla ve size iktidâ ile hizmet-i Kur'âniyeye girenlerin kazandıkları hasenâtın bir misli, inşâallah sahife-i a'mâlinize geçer. Bu def'aki, isimlerini yazdığınız Hâfız Bekir, Hâfız Tahir, Hâfız Şükrü Efendileri kardeş kabul ettim. Talebe olmağa da çalışsınlar, selâmımı onlara tebliğ ediniz. Size bu def'a avâm-ı mü'minîn hakkındaki kerâmete benzer işler nev'inden ve ma'venet-i ilâhiye tesmiye edilen iki cüz'î hâdiseyi söyleyeceğim:



Birincisi: Bir iki arkadışımız On dokuzuncu Mektub'u yazmışlar. Birisinin dördüncü cüz'ünde salâvat-ı şerife iki-üç sahife müstesna üç dört salâvattan başka bütün salâvatlar birbirine bakıyor. Ben de hayrette kalarak işaretler koydum. Diğerinde ikinci, üçüncü cüz'ünde beş altı sahife müstesna, bütün sahifelerde salâvatları birbirine müvazi, birbirine bakıyor, işaretler vaz'ettim. Kime gösterdim, hayrette kaldı. Görenler müttefikan karar verdiler ki, umum Sözler'de mânevî i'câz-ı Kur'ân'ın bir şuâı in'ikas ettiği gibi, On dokuzuncu Mektub'dan bilhassa Mu'cizât-ı Ahmediyenin bir nev' şuâı salâvat-ı şerife suretinde in'ikâs etmiştir. Hem görenler karar verdiler ki, Sözler'e mahsus bilhassa On dokuzuncu Mektub'a has bir tarz-ı hat var. Eğer o tarz hatt'a tevfikan yazılsa, çok garib letâfetler görünecektir. Her vakit musırrâne, her yazana "seyrek ve güzel yazınız" derdim Şimdi anlaşılıyor ki, o mânevî has hattı tavsiye etmek için, intak-ı hak kabilinden bana söylettiriliyordu. Şu hakikatı ve mânevi tarz-ı hatt'a en yakın, Küçük Hâfız Zühdü'nün ve Eşref'in ve Kuleönlü Mustafa'nındır ki o muvâfakat, müvâzenet onların hattında daha ziyade görünüyor. Her vakit ben görüyordum, dikkatli yazanlarda bazı bir satır atlıyor, bir kelime yanlış yazmayan bir satır yanlış yazıyordu. Meğerse, Sözler'deki fevkalâde bir letâfetin eseri olarak tevafukat atlattırıyor.



İkinci hâdiseyi yazmağa kâğıdımız müsaid olmadığından kestim.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz
Said Nursî


Re'fet Bey!


Senin çok antika iki mu'cize-i kudret, müzehânemi tezyin etti. Âdi zannettiğimiz şeylerde, ne kadar hârikulâde işler bulunduğunu ihtar ediyorlar. Şu On dokuzuncu Mektub'da ikinci, üçüncü cüz'ünde salâvat-ı şerifenin her sahifede birbirine bakması tesadüf işi olamaz. Çünki tesâdüf, onda bir tevafuk eder. Bu ise onda dokuz tevafuk var.


Demek ne şuursuz tesadüfün işi ve ne de benim ve ne de kâtiblerin düşünüşüdür. Çünki ben yeni anlıyorum, kâtipler benden sonra anladılar. Demek gaybî bir kasd ve irade ile, umum Sözler'de ve bilhassa On dokuzuncu Mektub'daki salâvât-ı şerife de hârika bir letâfeti irâde etmiş. O tevafukat ise, gaybî bir kasd ile dercedilen bir belâgat ve letâfetin tereşşuhâtıdır.



Said Nursî


(14 Nisan 1934 Çarşamba)



بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık, müdakkik, meraklı kardeşim Re'fet Bey,



Nâmınıza yazılan on ikinci Lem'a'nın izâha muhtaç noktalarının izahına şimdilik ihtiyaç yoktur. Asıl maksad, âyâta gelen evhamın def'ine kifâyetidir. Ve bu nokta-i nazarda kâfi derecede herkes fehmeder. Her risalede herkesin hissesi var, fakat herkes her şey'ini bilmek lâzım değildir. Mirkatü's-Sünnet ve vahdetü'l-vücuda dair iki risaleyi nasıl buldunuz? Elbette kıymet-şinas nazarın onları takdir etmiş.



Bu def'aki suâlinizin iki ciheti var: Biri; sırr-ı Âl-i Abâ ciheti ki, o sırdır. Ben o sırrın ehli değilim ki, cevab vereyim, yahut herbir sırrın izharı kaleme gelmez. Çünki, Hakikat-ı Muhammediyenin bir cilvesi o Âl-i Abâ'da tezahür ediyor. İkinci cihet-i zâhirîsi ise zâhirdir. Ezcümle: Sahih-i Müslim'de Ümmü'l-Mü'minîn Âişe-i Sıddîka (R.A.)'dan mervîdir ki, demiş:



خَرَجَ النَّبِىُّ غَدَاةَ غَدٍ وَعَلَيْهِ مِرْطٌ مُرَجَّلٌ مِنْ شَعْرٍ اَسْوَدَ فَجَاءَ الْحَسَنُ فَاَدْخَلَهُ فِيهِ ثُمَّ جَاءَ الْحُسَيْنُ فَاَدْخَلَهُ ثُمَّ جَاءَتْ فَاطِمَةُ فَاَدْخَلَهَا ثُمَّ جَاءَ

عَلِىٌّ فَاَدْخَلَهُ ثُمَّ قَالَ: اِنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيراً





İşte bu Hâdis-i Şerîf gibi, Kütüb-i Sitte-i Sahîha'da bu mealde kesretli hadîsler vardır ki Âl-i Abâyı gösterir. Bir zât def'-i beliyyât için istişfâ ve istişfa' için böyle demiş:

لِى خَمْسَةٌ اُطْفِى بِهَا نَارَ الْوَبَاءِ الْخَطِمَةِ اَلْمُصْطَفَى وَ الْمُرْتَضَى وَابْنَاهُمَا وَ الْفَاطِمَ

Gücenme, şimdilik bu kadar. Senin mektubunda isimleri zikredilen herbirerlerine ayrı ayrı selâm ve duâ ediyorum.


اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz
Said Nursî




Eûzü sırrına dair yazılan On Üçüncü Lem'anın yedi İşaretini gönderdim. Bakarsınız, izahı değil noksanı varsa bildiriniz.



(9 Mayıs 1934 Çarşamba)

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ


Aziz, sıddık, müdakkik kardeşim Re'fet Bey!



Evvelâ: Nevzad-ü mübarekin dünyaya gelmesini, sizin için bir fâl-i hayr olarak tebrik ediyorum. İnşâallah وَ لَيْسَ الذّكَرُ كَاْلاُنْثَى sırrına mazhar olacak Âsım Bey gibi senin de bir kız evlâdı dünyaya gelmesi, meşrebimizde en mühim esas şefkat olduğu cihetiyle ve şefkat kahramanları kızlar olduğundan ve en sevimli mahlûk bulunduğundan, daha ziyade tebrike şâyansınız. Zannederim, bu zamanda erkek çocukların tehlikesi daha çok. Cenâb-ı Hak onu sizlere medar-ı teselli ve ünsiyet ve evinize küçük bir melâike hükmüne getirsin. "Rengi gül" ismi yerine "Zeynep" olsa daha münasibdir.

Sâniyen: Hikmetü'l-İtiâze'nin, besmele-i şerifenin sırlarına dair senin ve Şerif Efendinin ifadeleriniz kısadır. Tenkid mi, takdir mi anlaşılmıyor. Zaten mükerreren demiştim. Herkes her risalenin her mes'elesini anlamasına muhtaç değil. Ne kadar anlarsa kâfidir.


Sâlisen: Âlem-i misâl, âlem-i ervahla âlem-i şehâdet ortasında bir berzahdır. Her ikisine birer vecihle benzer. Bir yüzü ona bakar, bir yüzü de diğerine bakar. Meselâ, âyinedeki senin misâlin sureten senin cismine benzer. Maddeten senin ruhun gibi lâtiftir. O âlem-i misâl; âlem-i ervah, âlem-i şehadet kadar vücudu kat'îdir (Hâşiye). Acâib ve garâibin meşheridir, ehl-i velâyetin tenezzühğâhıdır.

Küçük bir âlem olan insanda kuvve-i hayâliye olduğu gibi, büyük bir insan olan âlemde dahi, bir âlem-i misâl var ki, o vazifeyi görüyor. Ve hakikatlıdır; kuvve-i hâfıza Levh-i Muhfuz'dan haber verdiği gibi, kuvve-i hayâliye dahi âlem-i misâlden haber verir.


Başta Husrev, Bekir Bey, Rüşdü, Lütfü, Hâfız Ahmed, Sezâi, üç Hoca, üç Mehmed, hanenizdeki üç mâsum ve kayınpederin olarak oradaki kardeşlerime selâm ve duâ ediyorum.


اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz
Said Nursî





________
(Hâşiye): Bence Âlem-i Misâl'in vücudu meşhûddur. Âlem-i Şehâdet gibi tahakkuku bedihîdir. Hattâ rü'yâ-yı sâdıka ve keşf-i sâdık ve şeffaf şeylerdeki temessülât bu âlemden o âleme karşı açılan üç penceredir. Avâma ve herkese o âlemin bazı köşelerini gösterir.



(30 Mayıs 1934 Çarşamba)


بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık, müdakkik, meraklı kardeşim Re'fet Bey,



Senin bende, bir üstadın, bir kardaşın, bir dostun var. Üstadını her risale içinde görüp, görüşürsün. Kardaşını sabah akşam dergâh-ı İlâhîde mânen ve hayâlen o, seni dua ile gördüğü gibi, sen de onu o suretle görebilirsin. Bedeki dostunu görebilmek için, buraya gelmekle zahmet çekme. Çünki, o dostun ziyarete liyâkatı yoktur. O bir, siz çoksunuz. İnşâallah o gelir, sizi orada ziyaret eder.



وَ لَيْسَ الذّكَرُ كَاْلاُنْثَى âyetine dair şimdi cevap vermeye vaktim müsait değil, Sıhhatını bilmiyorum, fakat rivâyet ediliyor ki: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş ki, "Oğlan çocuğunu seviniz". demişler, "Kızları ne için istisnâ ettin?" Ferman etmiş ki: "Kızlar kendi kendini sevdirirler, onlar fıtraten sevimlidirler." Evet kız, şefkat ve cemâlin mazharı olduğundan, erkek çocuğundan daha ziyade sevilir. Bâhusus bu zamanda ebeveyn hakkında kızlar daha mübarektir. Çünki, tehlike-i dîniyyeye çok mâruz olmuyorlar.



İkinci suâlin: İbrahim Hakkı, "Cû' ism-i a'zamdır" demesinin muradını bilmiyorum. Zâhiren mânâsızdır, belki de yanlıştır. Fakat ism-i Ralmân mâdem çoklara nisbeten ism-i a'zam vazifesini görüyor. Mânevî ve maddî cû' ve açlık o ism-i a'zamın vesile-i vüsûlü olduğuna işareten mecazî olarak, Cû' ism-i a'zamdır, yâni bir ism-i a'zama bir vesiledir, denilebilir.



Mübarek hânenizdeki mâsumlara duâ ve ders akradaşlarına umumen selâm ediyorum.



اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى



Kardeşiniz

Said Nursî



(20 Haziran 1934 Çarşamba)


وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık, meraklı kardeşim Re'fet Bey!



Mektubunda Letâif-i Aşere'yi suâl ediyorsun. Şimdi tarîkatı ders vermek zamanında olmadığımdan, tarîk-ı Nakşî muhakkiklerinin Letâif-i Aşereye dair eserleri var. Şimdilik vazifemiz ise, istihrac-ı esrar olduğundan, mevcud mesâili nakil değildir. Gücenme tafsilât veremiyorum. Yalnız bu kadar derim ki: Letâif-i Ayere; İmam-ı Rabbânî kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ, insanda anâsır-ı erbaanın herbir unsurdan o unsura münasib bir lâtife-i insaniye tâbir ederek, seyr-i sülûkta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı ve ahvâlinden icmâlen bahsetmiştir.



Ben kendimce görüyorum ki, insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letâif var, onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hattâ hükemâ ve ulemâ-yı zâhiri dahi, o letâif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zâhirî, havass-ı hamse-i bâtına diye, o letâif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar.



Hattâ avâm ve havas beyninde teâruf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarîkın letâif-i aşeresiyle münasebettardır. Meselâ: Vicdan, âsab, his, akıl, hvâ, kuvve-i şehevviyye, kuvve-i gadabiyye gibi letâifi, kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letâif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letâiften başka şâika, sâika ve hiss-i kable'l-vuku' gibi çok letâif var. Bu mes'eleye dair hakikat yazılsa çok uzun olur, vaktim de kısa olduğundan kısa kesmeye mecbur oldum.



Senin ikinci suâlin olan,mânâ-yı ismî ile mânâ-yı harfînin bahsi ise, ilm-i nahvin umum kitapları başlarında o mes'ele izah edildiği gibi, ilm-i hakikatın Sözler ve Mektubatlar namındaki risalelerinde temsilâtla kâfi beyânat vardır. Senin gibi zeki ve müdakkik bir zâta karşı, fazla izahat fazla oluyor. Sen âyineye baksan, eğer âyineye şişe için bakarsan, şişeyi kasden görürsün, içinde Re'fet'e tebeî, dolayısıyla nazar ilişir. Eğer maksad, mübarek simanıza bakmak için âyineye baktın, sevimli Re'fet'i kasden görürsün فَتَبَارَكَ اللّهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ dersin. Âyine şişesi tebeî, dolayısıyle nazarın ilişir. İşte birinci surette âyine şişesi mânâ-yı ismîdir. Re'fet mânâ-yı harfî oluyor. İkinci surette âyine şişesi mânâ-yı harfîdir, yani kendi için ona bakılmıyor, başka mâna için bakılır ki akisdir. Akis mânâ-yı ismîdir. Yâni دَلَّ عَلَى مَعْنًى فِى نَفْسِهِ olan târif-i isme bir cihette dâhildir. Ve âyine ise دَلَّ عَلَى مَعْنًى فِى غَيْرِهِ olan harfin târifine mâsadak olur. Kâinat nazar-ı Kur'ânî ile, bütün mevcudatı huruftur, mânâ-yı harfiyle başkasının mânasını ifade ediyolar. Yâni; esmâsını, sıfâtını bildiriyorlar. Ruhsuz felsee ekseriya mâna-yı ismiyle bakıyor, tabiat bataklığına saplanıyor. Her ne ise... Şimdi çok konuşmaya vaktim yoktur. Hattâ fihristenin en kolay, en mühim, en âhir parçasını dahi yazamıyorum. Senin ders arkadaşların, bilhassa Husrev, Bekir, Rüşdü, Lütfü, Şeyh Mustafa, Hâfız Ahmed, Sezâi, Mehmedler, Hocalara selâm ve mübarek hanende mübarek mâsumlara duâ ediyorum.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz
Said Nursî


(27 Haziran 1934 Çarşamba)

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık ve ziyade müteharrî ve müstefsir kardeşim Re'fet Bey!



Senin fâik zekân ve dikkatin, sorduğun suallerin çoğuna cevab verebildiği için, muhtasar cevap veriyorum, gücenme. Seninle çendan konuşmak istiyorum, fakat vaktim müsaadesizdir. Müslim-i gayr-ı mü'min ve mü'min-i gayr-ı müslimin mânası şudur ki: Bidâyet-i hürriyette İttihatçılar içine girmiş dinsizleri görüyordum ki; İslâmiyet ve Şeriat-ı Ahmediye, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye ve bilhassa siyaset-i Osmaniye için, gayet nâfi' ve kıymettar desâtîr-i âliyeyi câmi' olduğunu kabul edip, bütün kuvvetleriyle Şeriat-ı Ahmediyeye taraftar idiler. O noktada müslüman, yani iltizam-ı hak ve hak taraftarı oldukları halde mü'min değildiler; demek müslim-i gayr-ı mü'min ıtlakına istihkak kesbediyordular. Şimdi ise frenk usûlünün ve medeniyet nâmı altında bid'atkârâne ve şeriat-şikenâne cereyanlara taraftar olduğu halde, Allah'a, Âhiret'e, Peygambere îmanı da taşıyor ve kendini de mü'min biliyor, mâdem hak ve hakikat olan Şeriat-ı ahmediyenin kavânînini iltizam etmiyor ve hakikî tarafgirlik etmiyor, gayr-ı müslim bir mü'min oluyor. imansız islâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, bilerek İslâmiyetsiz îman dahi dayanamıyor, belki necat veremiyor, denilebilir.



İkinci suâliniz: Ecel-i mübrem ile muallâk, mâlûmunuz olan tâbir-i diğerle ecel-i müsemmâ ve ecel-i kazâ tâbir edilir.



Üçüncü suâliniz ki, "Sözler" otuz üç, "Mektubat" otuz üç, "Pencereler" otuz üç, mecmûu doksan dokuz olduğu gibi, Arabî Katre Risalesi'nin başında beyan edildiği üzere, en evvel bu fakir kardaşınızın harekât-ı fikriyesi namazdan sonra otuz üç سُبْحَانَ اللَّهِ ve otuz üç Elhamdülillâh ve otuz üç اَللَّهُ اَكْبَرْ deki merâtibe göre doksan dokuz mücâhedât-ı fikriye ve makamât-ı ruhiyedeki tezahürat ve doksan dokuz Esmâ-yı Hüsnâ cilvesine mazhariyet sırlarını, hayâl meyâl bir surette uzaktan uzağa hissedilmesindendir ki, bu "otuz üç" mübarek adedi ihtiyarım olmayarak çok harekât-ı ilmiyemde ve neşriyede hükmediyor. Başta senin ders arkadaşların ve Hacı İbrahim olarak kardaşlarımıza selâm ediyorum. Ve mübarek hânendeki mâsumlara dua ediyorum.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz
Said Nursî


Yirmi Yedinci Mektub'un fıkraları içine dercetmek üzere kardaşım Abdülmecid'in Hulûsi Bey'e yazdığı mektubun işaret olunan baş tarafı ile arkasındaki Re'fet Beyin mektubundan alınan fıkraları Husrev yazsın, sonra Hâfız Ali'ye göndersin.


(11 Temmuz 1934 Çarşamba)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık, müdakkik, meraklı kardeşim Re'fet Bey,



Sizin gibi hoş-sohbet bir kardaşımı, haksız olarak sual sormamaya ve sükûta dâvet ediyordum. Çendan bu dâvette mâzurum, belki mecburum. Çünki, bugün dört saat mütemadiyen kâtibi bekledim ki, bir mektup yazacağım, olmadı. Tâ ben yirmi dakikadaki mesafeye gittim. Bağ suyu başında bularak uykusuz yorgun buldum. Onu aldattım, az bir işim var dedim. Halbuki on dakika zannedip, iki saat zarurî yazılar yazdırdım. Zaten kafam da yorgun ve istirahata muhtaçtır.



Fakat Re'fet gibi bir müştakı susturmanın cezası olarak bir tokat yedim. Senin bu hafta edeceğin kolay, lâtif suâline bedel, Senirkentli arkadaşlarımız müz'iç, eski Said'in kuvve-i hâfızasına havale edilecek acîb sualleri sordular. Dedim kendi nefsime müstehak oldu, sen Re'fet'i dinlemedin, işte bunları dinle. Halbuki onlara cevap vermek lâzım geliyor; çünki onlara, böyle mes'elelerde dinsizler ilişiyorlar, mecburî gayet muhtasar ve nakıs ve kısa cevap yazdım. Fakat yine Re'fet'in hâtırı için yazdım. O cevabı, bundan evvel dört suale cevap ve mugayyebât-ı hamseye dair Sabri Eendi ve Hafız Ali'nin suallerine dair kısa cevabı, Husrev ile beraber okuyunuz. Münasib görürseniz üçü birden, ya On Altıncı Lem'a eya yazılmayan On Dördüncü Mektub makamına kaim edilsin.



Hem yanlış var ise, tashih edersiniz. Çünki, cevapların aslı sünuhat olmakla beraber tafsilâtında fikrim karışarak yanlış edebilir.

Hafız Ahmed Efendi On dokuzuncu Mektub'u yazacaktı, acaba başladı mı? Ona çok selâm ediyorum. Yazı hizmeti ehemmiyetlidir, kaç cihette ibadettir. Senin mübarek hanenizdeki mâsumlara duâ ediyorum. Ve mâlûm der arkadaşlarına çok selâm ediyorum. Keçeci Şeyh Mustafa Efendi bazı risaleleri yazıyordu. İnşâallah böyle kudsî hizmete öyle mübarek zâtlar iştirâk ederler. ona da bilhassa selâm ediyorum ve duâsını istiyorum. Hacı İbrahim Efendi ve Bedreddin'i, Re'fet'i tahattur ettikçe, ekseriyetle onları hatırlıyorum. onlara da bilhassa selâm ediyorum.


Kardeşiniz
Said Nursî


بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ



Aziz, sıddık, müdakkik kardeşim Re'fet Bey!



Sorduğun suâle en kolay ve ruhsatlı cevap senin cevbındır. Mülteka Şerhi damad'ın ve Merâku'l-Felâh ikisi demişler: İki ramazan için bir keffaret kafidir. Müteaddid vâkıalara bi
Son Güncelleme: Perşembe, 25 Nisan 2024 03:33  

REKLAMLAR

Web Site Tasarımı

Yönetim Panelli Website Tasarımlarınız için

0532 307 60 09

 

 

İSTATİSTİKLER

OS : Linux c
PHP : 5.3.29
MySQL : 5.7.43
Zaman : 03:33
Ön bellekleme : Etkisizleştirildi
GZIP : Etkisizleştirildi
Üyeler : 31076
İçerik : 1250
Web Bağlantıları : 2
İçerik Tıklama Görünümü : 2232136

Haberler

Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım.

Necip Fazıl Kısakürek